Gerçek Gündem Haberleri

Türkiye'yi Sarsan Yeni Dönem: İktidarın Sadakati Bitince Hangi Devler Çöktü?

Ciner operasyonu, Türkiye'deki köklü ekonomik düzeni ve siyasi elitleri şok etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD ziyaretinde perde arkasında konuşulanlar ve muhalefete dönük yargı fırtınası, ülkeyi geri dönülmez bir değişimin eşiğine getirdi.

Türkiye, son dönemde yaşanan şaşırtıcı gelişmelerle siyasi ve ekonomik anlamda çok katmanlı bir fırtınanın içine girdi. Can Holding'e kayyum atanmasıyla başlayan ve Turgay Ciner'in adının karıştığı operasyon, Ankara'nın siyaset ve iş dünyası arasındaki hassas dengeyi tamamen değiştirdi. Bu süreç, sadece bir yolsuzluk davası olmanın ötesinde, Türkiye'de iktidar elitlerinin güvendiği isimlere dahi dokunulabileceği, siyasi sadakatin artık bir teminat olmadığı yeni bir dönemin habercisi oldu. Bir yandan ekonomi üzerindeki siyasi hakimiyet iyice belirginleşirken, diğer yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kritik Trump görüşmesi ve muhalefet partilerine karşı yükselen yargı hamleleri, rejimin geleceğine dair çok çarpıcı sinyaller veriyor.

EKONOMİK DÜZENİN ÇÖKÜŞÜ: SADAKATİN BEDELİ VE YENİ İKTİDAR MODELİ

Can Holding'e düzenlenen ve 121 şirkete el konulmasıyla sonuçlanan operasyon, sektörde büyük yankı uyandırdı. TMSF’nin bu denli büyük bir holdinge el koyması, hatta esprili bir dille TMSF'nin Türkiye'nin en zengin holdingi haline gelmesi, durumu özetliyor. Medyascope TV programının sunucusu, Kemal Can'ın itirafçı olduğu ve Turgay Ciner'in ismini verdiğini, Ciner'e yurt dışındayken yakalama kararı çıkarıldığını ve sonuçta gözaltına alındığını aktardı. Bu durum, operasyonun daha farklı yerlere varabileceği yönünde yorumlara neden oldu. Uzmanlar, Ciner üzerinden de itirafçı olmasının isteneceğini düşünüyor.

Programın yorumcusu Berk Esen, Ciner operasyonunun kendi içinde oldukça ilginç olduğunu vurguluyor. Geçmişte TMSF’nin el koyduğu şirketlerin genellikle muhalefete geçen ya da iktidarın karşısında yer alan firmalar olduğunu hatırlatan Esen, bu defa ilk kez iktidara yakın olan ve iktidar desteği sayesinde büyüyen şirketlere de el konulmaya başlandığını belirtti. Bu durum, ya pastanın daralması sonucu artık dağıtılacak rant kalmaması ve iktidarın bir dönem semirttiği şirketlerin rantına el koyup dağıtma hikayesi ya da iktidar bloğu içinde kaybeden tarafa yakın olan şirketlere el konulması meselesi olabilir. Esen ayrıca, 2023 seçimi öncesinde Habertürk’ün yayın politikası üzerinden muhalefete bir miktar alan açtığının, yani iktidar bloğunun yeterince sadakat sahibi olmadığı düşünülen bazı şirketlere yönelik bir operasyon da olabileceğini düşünüyor.

Esen'e göre, Türkiye'nin ekonomik modeli, kurumsallaşmadan ve ekonominin siyasetten arındırılmasından hızla uzaklaşıyor; siyasetin piyasa üzerinde belirleyici olduğu partisel bir yapıya evrildi. Artık ekonomik elitler siyaset üzerinde değil, siyasi elitler ekonomi üzerinde belirleyici. Bu durum, iktidara yakın olanların çok yüksek kar marjlarına sahip olduğu, ancak o elitin desteğini kaybederseniz tüm mal varlığınıza el konulabileceği bir rejim değişikliğinin iktisadi yansımasıdır. Öyle ki, sadece Can Holding değil, “beşli çete” içindeki bazı holdinglere de el konulabileceği konuşuluyor. Hatta Murat Ülker ve Turgay Ciner gibi bazı ekonomik elitlerin mal varlıklarını ve kaynaklarını yurt dışına taşıdıkları söyleniyor.

Medyascope sunucusu, benzer süreçlerin Flash TV ve Mübariz Mansimov örneklerinde de yaşandığını hatırlatıyor. Can Holding'in sadece medya sektöründe değil, enerji işlerinde de bulunması ve 121 şirketi kapsaması, operasyonun büyüklüğünü gösteriyor. Esen, bu sürecin, sadakatin çok önemli bir hale geldiği, rejime ve iktidar partisine değil, tepedeki dar bir gruba sadakatin önem kazandığı bir döneme işaret ettiğini belirtiyor.

ANKARA VE İSTANBUL’DA YARGI DARBESİ: MUHALEFETİN ÖNÜ NASIL KESİLİYOR?

İktidarın, sandıkta kendisine rakip olabileceğini düşündüğü isimleri etkili bir siyasi programla değil, yargı yoluyla önünü kesmeye dayalı bir strateji izlediği görülüyor. Bu mekanizma, Selahattin Demirtaş’a, Canan Kaftancıoğlu’na ve Ekrem İmamoğlu’na karşı sistematik olarak kullanıldı.

Can Holding operasyonunun hemen ardından, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne (ABB) yönelik operasyonlar da dikkat çekiyor. Sunucu, bu operasyonun beklendiğini, zira İstanbul operasyonundan sonra gözlerin Mansur Yavaş'ı işaret ettiğini söyledi. Mansur Yavaş’ın, Melih Gökçek dönemiyle ilgili 97 tane dosya vermesine rağmen hiçbir işlem yapılmamışken, konsere dair bir soruşturma üzerinden beş kişinin tutuklanması, operasyonun siyasi yönünü güçlendiriyor.

Berk Esen, Gökçek ailesine karşı bir operasyon başlatılsa bile, Türkiye'de yolsuzluk operasyonlarından bahsetmenin mümkün olmadığını, çünkü bu yolsuzluğa açık yapının temelini AKP'nin kurduğunu belirtiyor. Ancak Ankara’ya dokunulmamış olması bir eşiğin geçildiğini gösteriyor. Esen, Mansur Yavaş’a dönük henüz bir iddia olmasa da, bunun bir aba altından sopa gösterme hamlesi olabileceğini, Yavaş’ın iktidar tarafından beklenen şekilde hareket etmemesi durumunda operasyonun genişletilebileceğini ifade ediyor. Mansur Yavaş’ın basın toplantısında saldırıya geçmesi ve somut iddialara cevap vermenin ötesine geçmesi, iktidarın dengesini bozabilecek bir hamle olarak değerlendiriliyor. Yavaş, milliyetçi muhafazakâr seçmen gruplarının da desteğini aldığı için, ona yapılan hamle cepheyi genişletme riski taşıyor.

Ayrıca, CHP İstanbul İl Başkanlığı etrafındaki kafa karışıklığı ve yargı krizi de devam ediyor. Ankara'daki mahkemenin mutlak butlan iddialarını ispatlayamayıp reddetmesine rağmen, İstanbul'daki Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Gürsel Tekin’i hala kayyum olarak ataması ve YSK’nın kararına rağmen ısrarcı olması, yargı içindeki farklı grupların çatışmasını işaret ediyor. Esen, bu durumu, MHP ile AKP arasındaki çatlak değil, Cumhuriyet Halk Partisi'ni paralize etmeye dönük, kavgayı uzatan bir strateji olarak okuyor. Bu müdahalenin maliyetinin, borsa düşüşleri ve ekonomik istikrarsızlık yoluyla çok yüksek olduğu da unutulmamalıdır.

ERDOĞAN-TRUMP GÖRÜŞMESİNİN ŞİFRELERİ VE İKTİDAR İÇİNDEKİ SAVAŞ

6 sene sonra gerçekleşen Erdoğan-Trump görüşmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan için meşruiyet ve prestij kazanma açısından kritikti. Gönül Tol’un kaynaklarına dayandırdığı detaylara göre, görüşme öncesinde Türk tarafının soru sorulmasını istememesine rağmen son anda basın alındı. Görüşmenin temelinde kritik konular yer aldı:

  1. Halkbank Davası: Bu meselenin büyük bir ihtimalle sümen altı edileceği ve küçük bir cezayla Türkiye’nin ağır bir ekonomik yıkımdan kurtulacağı düşünülüyor.
  2. Suriye Meselesi: Trump'ın Rusya kartını önümüze bırakarak Rusya ile ticareti kesme sinyali vermesi dikkat çekti. Türkiye, Rusya’dan en çok doğalgaz alan NATO üyesi ülkelerden biridir. Esen, Amerika’nın Suriye’de askeri varlığını azaltmak istediğini ancak Suriye'nin de İsrail'e tehdit yaratacak bir yönetimin eline geçmesini istemediğini belirtiyor. Türkiye'den beklenti, Şam yönetimiyle İsrail arasında bir anlaşmaya aracı olmasıdır. Suriyeli Kürtlere ise, tam bir federasyon yerine, ademi merkeziyetçi bir yapının ya da zayıf bir otonominin sağlanması hedefleniyor.
  3. F-16'lar ve Kaan Uçağı: F-16 sorunu çözülse de F-35 meselesi ve CATSA yaptırımları hala gündemdeydi.
  4. Hakan Fidan Krizi: Görüşmenin hemen öncesinde Hakan Fidan’ın, Kaan uçağının motorlarının Amerika’dan alınacağını açıklaması, savunma sanayii içerisinde büyük bir tartışma başlattı. Konunun uzmanları, yerli motorun üretilmesinin zaman alacağını söylüyor. Bu açıklama, içeriden bazı gruplar tarafından Hakan Fidan’ın ayağını kaydırma hamlesi olarak yorumlanıyor. Esen, bu açıklamanın, Beyaz Saray ziyaretinden yeterince kazanım elde edilemediği eleştirilerine karşı bir hamle ya da Kaan uçakları üzerinden yükselmek isteyen bir grubun önünü kesme girişimi olabileceğini düşünüyor.

İKTİDAR BLOĞU İÇİNDEKİ GİZLİ SAVAŞ

Devlet Bahçeli'nin "TRÇ İttifakı" (Türkiye-Rusya-Çin) önerisi, Berk Esen tarafından içerik olarak ciddiye alınmayacak bir çıkış olarak değerlendirildi. Çin, Türkiye’yi lojistik merkez olarak benimsemedi ve Uygur meselesi nedeniyle ilişkilerde sorunlar var. Esen, Bahçeli’nin bu açıklamayı, Trump’a karşı şantaj yapmak yerine, iktidar bloğu içinde Amerika’ya yakın olan birilerine mesaj vermek amacıyla yaptığını düşünüyor. Bu mesajın, İmralı süreci ve Suriye’deki Kürt yapılanması etrafındaki anlaşmazlıklarla paralel ilerlediği, Amerika’nın Suriye’deki Kürtlere bir miktar alan bırakan bir yapılandırmasına rıza gösteren gruba karşı olduğu tahmin ediliyor.

Esen’in genel yorumuna göre, Türkiye’de yaşanan tüm bu kavgaların (Ciner, ABB, Bahçeli’nin çıkışları), Erdoğan sonrası Türkiye'ye dair bir kavganın artçı sarsıntılarıdır. Bu, sadece Erdoğan’ın etrafındaki küçük grupla, yavaş yavaş güç toplayan Hakan Fidan arasındaki kişiselleşmiş bir mücadele veya basit bir rant kavgası değildir. İktidar içinde çok ciddi ilişki ağları vardır ve bunlar birbirlerinin ayağına basmaktadır. Bu büyük hikaye, muhalif kamuoyunun gözünden kaçabilen kritik bir detaydır.

Erdoğan koltuğunda oturduğu sürece rejimi devam ettirse de, Esen, bu yapının Erdoğan sonrasında devam etmesinin mümkün olmadığını düşünüyor. Şu anda yaşanan manevralar (CHP davasının ertelenmesi, borsa tepkilerine bakılması, Trump’tan onay alınması), yeni bir rejim kurma çabasının işaretleridir. Erdoğan, Ekim 2024’ten beri hem İmralı sürecini hem de CHP’ye yönelik yargı operasyonlarını paralel ve etkileşim içinde yürütüyor. Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin bir krizden çok, uzun vadeli, planlı ve kademeli bir rejim değişikliği sürecinden geçtiğini gösteriyor.

< type="adsense" data-ad-client="ca-pub-3348434846257114"> #auto-ads