Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) lokantasında yaşanan iddia, ülke gündemini sarsacak boyutlarda bir skandala işaret ediyor. Mesleki ve teknik lise öğrencisi olarak stajyerlik yapan küçük yaştaki kız çocuklarının, TBMM çalışanları tarafından cinsel istismara maruz bırakıldığı öne sürülüyor. Bu korkunç iddia, sadece bireysel bir taciz vakası olmanın ötesinde, kurum içinde sistematik bir istismar zincirini gün yüzüne çıkarıyor ve yıllardır devam eden bir karanlık tabloyu aydınlatıyor. İddianın patlak vermesi, bir mağdurun cesaretiyle gerçekleşti; 16 yaşındaki bir kız çocuğunun, kendisine gönderilen iğrenç mesajları yetkililere göstermesiyle olay açığa kavuştu. Bu detay, mağdurların sessiz çığlıklarını boğazlarında düğümleyen bir sessizliği kırıyor ve Türkiye'nin en kutsal sayılan mekanlarından birinde, demokrasinin kalbi TBMM'de, çocuklara yönelik böylesine vahşi bir ihanet yaşandığını iddia ediyor. Skandalın boyutları, sadece duygusal yıkımla sınırlı kalmıyor; hukuki, etik ve toplumsal bir deprem yaratma potansiyeli taşıyor, zira bu tür iddialar, kurumların itibarını yerle bir ederken, geleceğin nesillerine yönelik koruma mekanizmalarının ne kadar yetersiz olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

İddianın kökeni, TBMM lokantasının günlük işleyişine dayanıyor. Her yıl, meslek liselerinden gelen stajyer öğrenciler, lokantada pratik eğitim almak üzere görevlendiriliyor. Bu öğrenciler arasında, özellikle kız çocuklarının, TBMM personeli tarafından hedef alındığı ve cinsel istismara uğradığı belirtiliyor. Olayın açığa çıkmasında kilit rol oynayan 16 yaşındaki kız çocuğunun hikayesi, adeta bir korku filmi gibi. Kendisine gelen mesajlarda, "Küçük sevgilim" gibi iğrenç hitaplarla taciz edilen genç kız, sabrının taştığı noktada bu mesajları ailesine ve yetkililere göstermiş. Bu cesur adım, sadece kendi mağduriyetini değil, yıllardır süren bir zinciri de gün ışığına çıkarmış. Babasının konuyu derhal savcılığa taşımasıyla, hukuki süreç resmen başlamış ve soruşturma kapıları aralanmış. Bu detay, ailelerin çocuklarını koruma içgüdüsünün, bürokratik engellere rağmen ne kadar güçlü olabileceğini gösteriyor. Ancak, asıl soru şu: Neden bu zamana kadar kimse konuşmadı? Mağdurların korkusu, baskısı ve utancı, sessizliği uzatan en büyük etkenler arasında yer alıyor. Bu skandal, cinsel istismar vakalarında sıkça görülen "sessiz mağdur" profilini bir kez daha hatırlatıyor; çocuklar, yetişkinlerin güç dengesizliği karşısında çaresiz kalıyor ve bu durum, toplumun vicdanını kanatıyor.

Skandalın en dehşet verici yanı, istismarın bireysel bir sapkınlık değil, organize bir grup tarafından yürütüldüğü iddiası. TBMM kaynaklarından sızan bilgilere göre, yaklaşık 10 kişilik bir personel grubu, stajyer kız çocuklarını aralarında paylaşıyor. "Her yıl gelen stajyerleri, 'Bu stajyer benim, şu senin' diye paylaşıyorlarmış" ifadesi, olayın ne kadar sistematik ve iğrenç bir boyuta ulaştığını özetliyor. Bu paylaşım mekanizması, adeta bir suç şebekesinin işleyişini andırıyor; stajyerlerin masumiyetini sömüren bu yapı, lokantanın kapalı kapıları ardında yıllardır faaliyet gösteriyormuş. Onlarca çocuğun bu süreçte mağdur edildiği tahmin ediliyor, ki bu rakam bile resmi açıklamalardan öte, kulislerde dolaşan korkunç bir gerçeklik. İstismar yöntemleri arasında, mesajlaşmaların yanı sıra fiziksel tacizler de yer alıyor; çocuklar, çalışma saatleri içinde kendilerini güvende sanırken, en beklenmedik anlarda hedef haline geliyor. Bu durum, TBMM'nin lokantası gibi bir yerin, eğitim ve gelişim alanı olmaktan çıkıp, tehlike yuvasına dönüşmesini sağlıyor. Üstelik, bu iddialar doğruysa, sadece mağdurların travmalarıyla sınırlı kalmayacak; kurumun genel güvenilirliğini sarsacak, milletvekillerinin ve çalışanların etik standartlarını sorgulatacak. Toplumun gözünde TBMM, yasama organı olarak kutsallığını yitirirken, bu skandal, "demokrasi tapınağı" imajını yerle bir etme riski taşıyor.

TBMM Genel Sekreterliği'nin tepkisi, olayın ciddiyetini yansıtıyor. Kurum, iddialar üzerine "hassasiyetle" eğildiğini ve derinlemesine bir araştırma başlattığını duyurdu. Faillerin tamamının ortaya çıkarılması için gerekli adımların atılacağı belirtilirken, çocuk mağdurlarla da doğrudan görüşmeler yapıldığı aktarılıyor. Bu görüşmeler, travma sonrası destek açısından kritik öneme sahip; zira, çocuklar için ilk adım, güvende hissetmelerini sağlamak. Genel Sekreterlik, konunun tüm taraflarıyla görüşerek olayın üzerine gideceğini taahhüt etmiş, ancak eleştirmenler, bu tür iç soruşturmaların yeterince şeffaf olmadığını savunuyor. Savcılığın devreye girmesiyle, dosya adli makamlara intikal etmiş ve babanın şikayeti, resmi bir soruşturmayı tetiklemiş. Bu süreçte, delillerin toplanması –mesaj kayıtları, tanık ifadeleri ve personel kayıtları– en önemli aşama olacak. Ancak, iddianın yıllardır devam ettiği göz önüne alınırsa, zaman aşımı riski veya delil karartma ihtimalleri de masada. Genel Sekreterlik'in "çocuklarla görüştüğü" detayı, kurumsal sorumluluğun bir göstergesi olsa da, kamuoyunda "neden daha önce fark edilmedi?" sorusu yankılanıyor. Bu, TBMM'nin iç denetim mekanizmalarının ne kadar zayıf olduğunu ortaya koyuyor; stajyerlerin korunması için özel protokoller, şikayet hatları veya denetim ekipleri neden yoktu? Bu boşluklar, benzer skandalların önlenmemesinin temel nedeni olarak görülüyor.

Bu iddia, Türkiye'nin cinsel istismar sorununu bir kez daha gündeme taşıyor. Yıllardır, özellikle eğitim kurumlarında ve iş yerlerinde, genç kızların maruz kaldığı tacizler medyada yer alsa da, TBMM gibi bir kurumun karışması, olayı ulusal bir utanca dönüştürüyor. "YILLARDIR DEVAM EDİYOR" başlığı altında özetlenen bu kronik sorun, sadece lokantayla sınırlı kalmayabilir; benzer paylaşımlar, diğer birimlerde de yaşanıyor olabilir mi? Mağdurların sayısı "onlarca" olarak tahmin edilirken, gerçek rakamın daha yüksek olabileceği endişesi hakim. 16 yaşındaki kızın "sabrının taştığı" anı, binlerce sessiz mağdurun sesi haline geliyor; onun mesajları, "Küçük sevgilim" gibi ifadelerle dolu bir karanlığı aydınlatıyor. Bu mesajlar, tacizcilerin küstahlığını ve mağdurların çaresizliğini simgeliyor. Hukuki açıdan, cinsel istismar suçları Türk Ceza Kanunu'nda ağırlaştırılmış şekilde düzenlenmiş; çocuklara yönelik olanlar, en üst sınırdan cezalandırılıyor. Ancak, uygulama aşamasında delil yetersizliği veya toplumsal baskı, adaleti geciktiriyor. Bu olay, feminist hareketler ve çocuk hakları örgütleri tarafından yakından takip ediliyor; çağrılar, acil bir meclis komisyonu kurulması ve staj programlarının revize edilmesi yönünde. Üstelik, medya baskısı, skandalın örtbas edilmesini zorlaştırıyor, ki bu da olumlu bir gelişme.

Skandalın toplumsal yansımaları, derin ve uzun vadeli. TBMM, milletin iradesini temsil eden bir yerken, içindeki bu karanlık, genç nesillere olan güveni sarsıyor. Stajyer kız çocukları, kariyerlerine atılmak için heyecanla geldikleri mekânda, travmayla dönüyor; bu, eğitim sisteminin en masum unsurlarından birini zehirliyor. "Her yıl gelen stajyerleri paylaşıyorlarmış" detayı, olayın organize suç niteliğini vurguluyor ve soruşturmanın, sadece bireysel cezalarla sınırlı kalmaması gerektiğini gösteriyor. TBMM Genel Sekreterliği'nin "faillerin tamamını ortaya çıkaracağı" vaadi, umut verici olsa da, şeffaflık eksikliği eleştirileri artıyor. Kamuoyunda, "Bu iddia doğruysa korkunç!" tepkisi hâkim; sosyal medyada binlerce paylaşım, dayanışma mesajları ve öfke dolu yorumlar dolaşıyor. Bu, toplumun çocuk istismarı konusundaki duyarlılığını yansıtıyor, ancak aynı zamanda, önleyici tedbirlerin yetersizliğini eleştiriyor. Savcılığın hızlı hareket etmesi, delillerin korunması açısından hayati; zira, personel grubunun 10 kişi olduğu tahmin edildiği için, birbiriyle bağlantılı ifadeler alınması gerekiyor. Mağdurların psikolojik destek alması da ihmal edilmemeli; travma, ömür boyu iz bırakıyor.

AKP'li Özlem Zengin'den Şok İtiraf: Liyakatsiz Atamalardan Gurur Duyuyoruz!
AKP'li Özlem Zengin'den Şok İtiraf: Liyakatsiz Atamalardan Gurur Duyuyoruz!
İçeriği Görüntüle

Olayın açığa çıkışı, BirGün gazetesinin haberiyle medyaya yansıdı ve hızla yayıldı. Haber Merkezi'nin aktardığına göre, TBMM lokantasındaki bu skandal, yıllardır süren bir utanç olarak tanımlanıyor. Çocuklara gönderilen iğrenç mesajlar, tacizcilerin pervasızlığını gözler önüne seriyor; "Küçük sevgilim" hitabı, masumiyetin nasıl sömürüldüğünü somutlaştırıyor. Genel Sekreterlik'in çocuklarla görüşmesi, mağdurların sesini duyurma çabasını gösterse de, asıl ihtiyaç, kök nedenlerin ortadan kaldırılması. Bu, stajyer seçim süreçlerinden, personel eğitimlerine kadar kapsamlı reformlar gerektiriyor. Türkiye'de cinsel istismar vakaları, son yıllarda artmış görünüyor; resmi verilere göre, çocuk mağdurların oranı yüksek ve bu olay, istatistiklerin ötesinde bir insanlık dramı. Eleştirmenler, TBMM'nin kendi evini temizlemesi gerektiğini söylüyor; aksi takdirde, yasama organının meşruiyeti zedelenecek. Bu skandal, sadece hukuki bir dava değil; etik bir hesaplaşma ve toplumsal bir uyanışın tetikleyicisi olabilir. Kamu vicdanı, adaletin yerini bulmasını beklerken, mağdurların cesareti, değişimin ilk adımı olarak alkışlanıyor.

Sonuç olarak, bu iddia doğruysa, Türkiye'nin en üst makamlarından birinde yaşanması, utanç verici bir tablo çiziyor. Onlarca stajyer kız çocuğunun maruz kaldığı cinsel istismar, "paylaşım" mekanizmasıyla organize hale gelmişse, soruşturma derinleştirilmeli ve cezalar caydırıcı olmalı. TBMM Genel Sekreterliği'nin hassasiyeti, savcılığın şikayetle harekete geçmesi umut verici, ancak şeffaflık ve hızlı adalet şart. Bu olay, çocuk haklarının korunmasında kurumların sorumluluğunu hatırlatıyor; aksi takdirde, benzer skandallar tekrarlanacak. Toplum, bu korkunç iddianın aydınlatılmasını ve mağdurların desteklenmesini talep ediyor. Gelecek nesillerin güvenliği, bugünün önceliği olmalı.