Ekrem İmamoğlu'nun siyasi geleceğini belirleyecek kritik gelişmeler, Türkiye'nin ekonomik ve siyasi manzarasını derinden etkileyecek nitelikte ilerliyor. Yakın zamanda Anayasa Mahkemesi'nden geleceği öngörülen kararlar, İmamoğlu'na yönelik üç önemli ceza davasını doğrudan hedef alacak ve siyasi yasak ihtimalini ortadan kaldırabilir. Bu durum, sadece bir belediye başkanının kaderini değil, ulusal siyasetin dengelerini de yeniden şekillendirebilir. Zira İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, milyonlarca vatandaşın günlük hayatını etkileyen projelerin mimarı konumunda. Bu kararlar, 11 Aralık 2025 Perşembe günü resmiyet kazanması muhtemel açıklamalarla birlikte, kamuoyunda büyük yankı uyandıracak gibi görünüyor. Peki, bu süreç nasıl buraya geldi ve Türkiye'nin orta gelir tuzağı gibi kronik sorunlarıyla nasıl bağlantılı?

Türkiye, yıllardır orta gelir tuzağının pençesinde kıvranıyor. Bu tuzak, ekonomik büyümenin hızlanmasına rağmen kişi başına düşen gelirin belirli bir seviyenin ötesine geçememesi olarak tanımlanıyor. Ülke, Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık ve cumhurbaşkanlık dönemlerinde bu eşikte sıkışıp kalmış durumda. Hatırlanacağı üzere, 2012 yılında kişi başına milli gelir 12.594 dolara ulaşmıştı – bu, dönemin koşullarına göre ciddi bir başarıydı. Eğer o dönemki ivme korunabilseydi, bugün Türkiye 30.000 dolarlık bir refah seviyesine sıçrayabilirdi. Ancak, siyasi ve ekonomik tercihler bu fırsatı heba etti. Eski Ekonomi Bakanı Ali Babacan'ın görev yaptığı yıllarda hazırlanan bütçeler, ülkeyi bu tuzağı aşma noktasına getirmişti, fakat sonradan gelen engeller –ki bu engellerin detaylarını ilgili yetkililerin açıklaması gereken bir konu– bu momentumu kırdı.

Orta gelir tuzağının kök nedenleri, sadece hükümet politikalarıyla sınırlı değil; yapısal sorunlar da derinlerde yatıyor. Ülke ekonomisi büyüyor gibi görünse de, bu büyüme derinlik kazanmıyor. Vice President Cevdet Yılmaz'ın sıkça dile getirdiği "Büyüyoruz, büyüyoruz" ifadesi, yüzeysel bir gerçekliği yansıtıyor. Evet, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) artıyor, ancak bu artış halkın cebine yansımıyor. Kişi başına düşen milli gelir, Yunanistan'ın yarısını bile bulmuyor. Satın alma gücü paritesine göre hesaplandığında, bir Yunan vatandaşı bir Türk'ün üç katı daha müreffeh bir hayat sürüyor. Peki, neden? Yunanistan'da petrol yok, tıpkı Türkiye'de olduğu gibi ithal ediyorlar. Ama o küçük ülke, dünya denizcilik taşımacılığında lider konumda. Tarım sektöründe bile bizden ilerideler; çiftçilerine %6 faizle kredi veriyorlar, bizde ise tarım üreticileri %55-60 gibi astronomik faizlerle boğuşuyor.

Tarım örneği, orta gelir tuzağının en somut yansımalarından biri. Yunan çiftçileri, dizel yakıtını litre başına 0,600 Euro'ya alırken, Türkiye'deki köylüler aynı yakıtı 1 Euro'yu aşan fiyatlarla temin ediyor. Bu, sadece bir maliyet farkı değil; gelir kalitesinin düşüklüğünü gösteriyor. Gelirler artıyor gibi görünse de, satın alma gücü dipte sürünüyor. Orta gelir tuzağı, tarım gibi temel sektörlerde bile kendini hissettiriyor çünkü ucuz emek modeline dayalı büyüme sürdürülemez hale geldi. 1990'larda yapay olarak yaratılan Kürt sorunu, milyonlarca düşük nitelikli işçiyi sanayi bölgelerine göç ettirdi. 2010'larda ise Suriye iç savaşı, yaklaşık 6-6,5 milyon Suriyeli işçiyi –çoğu vasıfsız ve düşük kaliteli emek gücü– Türkiye'ye zorla yerleştirdi. Bu göç dalgaları, inşaat, emek-yoğun sanayi ve düşük ücretli işlerde ucuz emek sağladı, ama kaliteyi baltaladı.

Bu modelin sonu geldi; dünya artık ucuz emekle dönmüyor. Pakistan veya Hindistan gibi ülkeler bu yolla ayakta kalabilir, ama Türkiye Cumhuriyeti gibi bir ülke için bu imkansız. 13 yıl önce, kişi başına 12.594 dolar geliriyle Türkiye, Bangladeş, Hindistan ve Endonezya gibi ülkelerin 56 katı öndeydi. Son 12 yılda ise geriye gidildi – ilerleyemedik, belki de ilerlememiz engellendi, bu ayrı bir tartışma konusu. Ucuz emek döneminin bitişi, ihracat rekabet gücünü yok etti. Kalitemiz düşük, verimliliğimiz yetersiz; kalite ve verimlilik olmadan maliyetler fırlıyor, satış fiyatları ise alıcı ülkeler için kabul edilemez hale geliyor. Özellikle 2015'ten beri siyasi gerilimler, kurumsal çürüme, liyakatsizlik ve yargı erkinin zayıflaması, Türkiye'yi büyük bir sıçramanın eşiğinden aşağı çekti.

İhracat yapısı da bu tuzağın bir aynası. Türkiye'nin ihracatının büyük kısmı orta teknoloji ürünlerine dayanıyor; yüksek teknolojili ürünlerin oranı, gelişmiş ülkelerin onda biri bile değil. Bu yapı, ülkeyi ancak yüzeysel bir zenginlik seviyesinde tutuyor – derinlik yok. Gerçek servet, makinelerde veya binalarda değil; yüksek kaliteli insan kaynağında gizli. Ne yazık ki, son yıllarda eğitim kalitesi düştükçe, entelektüel kapasite ve yenilikçilik gücü erozyona uğradı. Nitelikli işçiler yurtdışına kaçıyor; beyin göçü hem bu tuzağın nedeni hem sonucu. Bu döngü kırılmadıkça, büyüme sadece istatistiklerde kalacak, halkın refahına yansımayacak.

Habertürk'ün Yüzü Mehmet Akif Ersoy Tutuklandı mı?
Habertürk'ün Yüzü Mehmet Akif Ersoy Tutuklandı mı?
İçeriği Görüntüle

Peki, İmamoğlu'nun durumu bu ekonomik panorama ile nasıl kesişiyor? Anayasa Mahkemesi'nin beklenen kararları, sadece hukuki bir mesele değil; siyasi bir dönüm noktası. Üç ceza davası düşerse, siyasi yasak kalkacak ve İmamoğlu, 2028 seçimlerinde adaylık yolunu açacak. Bu, İstanbul'un mega projelerini –ki bunlar şehrin ekonomisini canlandıran unsurlar– etkileyecek. İmamoğlu'nun vizyonu, orta gelir tuzağından kurtuluş için kilit rol oynayabilir; zira İstanbul, Türkiye'nin ekonomik lokomotifi. Kararlar, yargı bağımsızlığının test edileceği bir arena olacak. Eğer olumlu çıkarsa, muhalefet güçlenecek; aksi takdirde, kurumsal güven daha da sarsılacak.

Bu gelişmelerin zamanlaması kritik. Türkiye, orta gelir tuzağını aşmak için acil reformlara ihtiyaç duyuyor: Eğitimde kalite artışı, yargıda bağımsızlık, tarımda destekler ve yüksek teknolojili yatırımlar. Yunanistan örneği öğretici; onlar denizcilik ve tarımda nasıl sıçradıysa, biz de potansiyelimizi –genç nüfus, stratejik konum– harekete geçirmeliyiz. Ancak, siyasi istikrarsızlık bu çabaları baltalıyor. İmamoğlu'nun özgürleşmesi, belki de bu istikrarı sağlayacak bir katalizör.

Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi'nin 11 Aralık kararları, Türkiye'nin hem siyasi hem ekonomik yol ayrımını işaret ediyor. Orta gelir tuzağı, ucuz emek ve düşük kaliteli büyüme döngüsünden kurtulmak için, güçlü liderlik ve hukuki güven şart. İmamoğlu'nun hikayesi, bu büyük resmin bir parçası; milyonlarca vatandaşın umudu burada yatıyor. Gelecek günler, ne kadar ilerleyebileceğimizi gösterecek – umarız, bu sefer tuzaktan kurtuluruz.