Gerçek Gündem Haberleri

Erdoğan-Trump görüşmesi F35 ve Kaan motoru krizini neden çözemedi?

25 Eylül'deki 2 saatlik zirvenin ardından herkes başarı dedi ama kulisler bambaşka konuşuyor. Türkiye'nin tonlarca taviz verdiği o görüşmenin perde arkasındaki acı gerçeği ve çözülemeyen Kaan motoru krizinin detaylarını öğrenin.

25 Eylül tarihinde gerçekleşen ve tam iki saat süren Erdoğan-Trump görüşmesi, tamamlandığı andan itibaren Türkiye gündemine damgasını vurdu. ABD Başkanı Trump’ın bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aracına kadar eşlik etmesi ve görüşmenin harika geçtiğini söylemesi, resmi kanallar için bu zirvenin bir zafer tablosu çizdiğini gösteriyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da görüşmeden çok güzel geçtiğini belirterek bu pozitif havayı pekiştirdi. Ancak bu gösterişli PR zaferi, Türkiye içerisinde fikirleri ikiye böldü. İktidara yakın çevreler bu görüşmeyi "çok olumlu" olarak değerlendirirken, muhalif kamuoyu sert eleştiriler yöneltti; hatta Özgür Özel’e göre Türkiye bu süreçte stratejik bir müttefikten adeta "yağlı bir müşteriye" dönüştü. Ancak bu gösterilen saygı ve hürmetin, Türkiye'nin ulusal çıkarları açısından gerçekte ne anlama geldiği sorusu, siyasi analistlerin masasında duran en kritik dosyaydı.

Levent Gültekin, bu tartışmayı değerlendirirken, Türkiye ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı birbirinden ayırarak, meselenin felsefesinin, "Türkiye'nin lehine olan her şeyin mevcut iktidarın aleyhine, mevcut iktidarın lehine olan her şeyin ise Türkiye'nin aleyhine olduğu" tespiti üzerinden yürüdüğünü belirtiyor. Gültekin’e göre, Trump’ın gösterdiği saygı, hürmet, ilgi ve iltifatların bütününe bakıldığında, bu zirve Erdoğan açısından "büyük bir başarı" ve siyasetçinin elde edebileceği iyi bir PR görüntüsü sağladı. Fakat bu tablonun hemen arkasında büyük bir kayıp tablosu saklanıyordu. Gültekin’in sorduğu en basit soru şuydu: Türkiye bu kadar saygıdan, ilgiden ve iltifattan ne kazanarak döndü, hangi sorununu çözdü?.

Somut kazançlar listesi, zirvenin "başarılı" olduğu iddiasını kökten sarsıyordu. Gültekin'in ifadesine göre, görüşmede ne F35 meselesi ne F16 tıkanıklığı ne de Türkiye'ye yönelik yaptırımların kaldırılması çözüldü. Üstelik zirve, Suriye ve Gazze gibi bölgesel konularda da Trump’a herhangi bir geri adım attırmadı. Gültekin bu durumu, başından beri tek adam rejimiyle girilen girdabın doğal sonucu olarak yorumluyor ve mevcut iktidarın, varlığını sürdürmek için meşruiyetini dünya sisteminden alma önceliğine odaklandığını söylüyor.

Bu meşruiyeti almak, Türkiye’ye ağır bir faturaya mal oldu. Gültekin, görüşmeye gitmeden önce dahi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tonlarca taviz verdiğini belirtiyor. Bu tavizler arasında, gıdadan otomobile, viskiden şampanyaya kadar her şeydeki vergilerin kaldırılması yer alıyordu. Ayrıca, kapımızın dibinden (Rusya, Azerbaycan, İran) doğalgaz alınıyorken, ABD ile 10 yıllık 40 milyar dolarlık bir doğalgaz alım anlaşması yapıldığı ve Boeing siparişleri olduğu bilgisi de ekleniyor. Gültekin, bu durumun, Amerika'nın alacağını aldığı ancak karşılığında "bir çöp vermediği" ve sadece "sırtını sıvazlayıp gönderdiği" anlamına geldiğini net bir şekilde vurguluyor.

Muhaliflerin bu görüşmeyi "hezimet" olarak görme nedenleri de tam olarak bu somut kazanım eksikliğiydi. İktidarın meşruiyet ihtiyacının karşılanması, bir siyasetçinin elde edebileceği en büyük kazanımdır. Gültekin, ABD Büyükelçisinin sözlerine atıfta bulunarak, zirvede Erdoğan’ın en çok istediği şeyin, yani meşruiyetin verildiğini, ABD’nin hiçbir şey vermeyerek sadece "çok saygı duyuyor" görüntüsü yarattığını söylüyor. Gültekin, Trump'ın daha önce oturduğu sırada İsrail Başbakanı Netenyahu’nun da koltuğunu tuttuğunu ancak Netenyahu’nun Gazze’yi, savaşı alarak gittiğini, oysa Türkiye’nin tonlarca şey verdiği halde karşılığında "bir çöp dahi almadığını" hatırlatıyor.

Bu somut kazanç eksikliği, AK Partili seçmenler için de geçerlidir. Melike'nin, "AK Parti seçmeninin buradan bir kazancı oluyor mu?" sorusu üzerine Levent Gültekin, Türkiye'nin bir kazanç elde etmiyorsa AK Parti seçmeninin de etmeyeceğini, çünkü Türkiye’nin onlardan da oluştuğunu belirtiyor. Gültekin, F35, ekonomi ve Kaan motoru gibi sorunlar çözülmüyorsa, AK Partililerin tek kazancının iltifattan duyulan "gurur" olduğunu, ancak "gururun karın doyurmadığını" dile getiriyor.

Görüşmenin ardından yaşanan gelişmeler, bu durumun vahametini daha da ortaya çıkardı. Özellikle uçak dönüşünde Erdoğan'a sorulan sorular ve gazetecilik mesleğinin durumu, zirvedeki şatafatın arkasındaki şeffaflık eksikliğini gözler önüne serdi. Levent Gültekin, gazetecilik kriterlerine göre, bir Amerikan seyahatinde F35, yaptırımlar, Suriye ve Gazze gibi dört beş temel sorunun sorulması gerektiğini, ancak bunların hiçbirinin sorulmadığını belirtiyor. Faruk Bildirici'nin soruların basın toplantısından saatler önce birileri tarafından gönderildiğini aktarması, bu durumun kanıtıydı. Gültekin, Ahmet Hakan’ın soruların tekrar etmemesi için önceden alındığı yönündeki savunmasını ise komik buluyor ve bu durumun gazetecilerin özgürce soru soramadıklarının delili olduğunu ifade ediyor. Gültekin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın artık doğrudan soruya muhatap olma ihtimalinin sıfır bile olmadığını, çünkü fevri ve refleksif cevaplarının kriz yaratma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyor. Nitekim, Erdoğan'ın Fox News'e verdiği röportajda Trump'ın savaşları bitiremediğine dair söylediği cümle, İletişim Başkanlığı tarafından tercüme hatası denilerek düzeltilmiş, ancak ABD Dışişleri Bakanı bu durumu bir krize dönüştürerek arkadan görüşmek için yalvardıklarını söylemişti.

Ancak zirvenin cilasını söken en büyük açıklama Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan geldi. Melike'nin Endonezya'ya 48 Kaan uçağı satışı imzalanırken, Hakan Fidan'ın ABD'de bu uçağın motoruyla ilgili açıklamasını sorması üzerine, Levent Gültekin, Fidan’ın bu konuşmasıyla "büyük bir çam devirdiğini" ve sarayda başının belada olabileceğini düşünüyor. Gültekin’e göre Fidan, hem gezinin başarısızlığını açık etti hem de Kaan propagandasına gölge düşürdü. Fidan, Kaan uçaklarının henüz başlamadığını, çünkü motorları ABD’den alamadıklarını söyledi. Bu, aylardır ve yıllardır yapılan "Kaan uçağı yaptık ve sattık" propagandasının açığa çıkmasıydı. Motoru olmayan bir uçağın satılmış gibi gösterildiğini belirten Gültekin, bu durumun gezinin başarı mı yoksa hezimet mi olduğunu net bir şekilde gösterdiğini ifade ediyor. Her ne kadar Endonezya ile yapılan sözleşmenin 120 ay, yani 8 yıla kadar bir teslimat süresi içerdiği ve yerli motor üretme çabasının olduğu belirtilse de, Gültekin, erken propagandanın bu şekilde çuvalladığını vurguluyor.

Motor krizinin de çözülememesiyle, Türkiye’nin dış politikadaki zafiyetleri ve iç siyasetteki tutarsızlıklar da gündeme geldi. Melike'nin sorusu üzerine, Gültekin, CHP’nin 1 Ekim’deki Meclis açılışına katılmama kararını, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın meşruiyetini yitirdiği gerekçesiyle almasını değerlendirdi. Gültekin, bu kararın bir politika olduğunu, ancak kararlı ve istikrarlı bir politika sürdürmek gerektiğini, yani bu tavra uygun politika üretilmesi gerektiğini söylüyor. Eğer CHP, "bizim için meşruiyeti kalmamıştır" diyorsa, komisyonlarda nasıl duracak, belediye başkanları meşru görmediği iktidarla nasıl diyalog kuracak gibi sorunların ortaya çıkacağını belirtiyor.

Tüm bu dış politika zafiyetlerine rağmen iktidarın varlığını sürdürmesinin en önemli nedeni ise iç siyasetteki liyakat ve ahlak sorunları olarak gösteriliyor. Melike, Giresun Belediye Başkanı Fuat Köse’nin, belediye işçi alımlarının %75-85’inin CHP silsilesinden veya CHP’li gençlerden olduğunu, sadece kaynakçılık, lastikçilik gibi zor ve ağır işlere “ötekilerden” (CHP’li olmayanlardan) aldıklarını söylediği videoyu gündeme getirdi. Levent Gültekin, bu durumu "büyük bir rezillik" ve iktidarın yıllardır varlığını sürdürme nedeni olarak nitelendiriyor. Gültekin, bu çapsız siyasetçilerin, liyakat ve adalet bekleyen topluma büyük zarar verdiğini, liyakati ayaklar altına alıp bunu ilan edenlerin, eş dost akrabasını belediyeye dolduranların "iktidara çalıştığını" sert bir dille ifade ediyor. Gültekin, bu tür rezillikler devam ettiği sürece, AK Parti'den kopan kararsız seçmenin CHP’ye gelmeyeceğini, çünkü en fazla "çöpçülüğe layık görüleceklerini" düşüneceklerini belirtiyor. Bu nedenle, ne dış politikada kazanım elde edememek ne de iç siyasetteki etik sorunlar, muhalefetin bu ciddiyetsizliği ve çapsızlığı karşısında iktidarın koltuğunu sarsamıyor.

< type="adsense" data-ad-client="ca-pub-3348434846257114"> #auto-ads