Barzani'ye Sert Tepki, Yunan Adaları İşgaline Sessiz Kalış: Vatan Topraklarımız Tehlikede!
Barzani'ye Sert Tepki, Yunan Adaları İşgaline Sessiz Kalış: Vatan Topraklarımız Tehlikede!
İçeriği Görüntüle

Türkiye'nin siyasi arenasındaki en tartışmalı gelişmelerden biri, İmralı Cezaevi'ndeki görüşmelerin özet tutanaklarının kamuoyuna sızmasıyla yeni bir boyut kazandı. Bu 4 sayfalık belge, Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat 2025'te yaptığı çağrının yankılarını yansıtırken, gerçeklikten kopuk iddialarla dolu. Tutanaklara göre Öcalan, PKK'nın tüm bileşenlerinin çağrısına uyarak silahlarını bıraktığını ve bunun toplumda büyük bir memnuniyet yarattığını öne sürüyor. Ancak bu iddia, sahadaki gerçeklerle taban tabana zıt. YPG'nin Suriye'de hâlâ aktif olduğu, PKK'nın Irak'tan çektiği güçleri Suriye'ye kaydırdığı biliniyor. Bu çelişkiler, iktidarın bu tutanakları nasıl yorumladığı ve kullandığı sorusunu gündeme getiriyor. Uzmanlar, bu durumun sadece bir iç politika manevrası olmadığını, Suriye'deki güç dengelerini doğrudan etkilediğini belirtiyor. Özellikle ABD destekli SDF'nin (Suriye Demokratik Güçleri) 10 Mart 2025 anlaşmasına uymaması,

Türkiye'nin kuzey Suriye stratejisini kökten sarsıyor. Tutanakların sızması, muhalefet çevrelerinde büyük tepki çekerken, iktidar kanadından sessizlik hâkim. Bu sessizlik, belki de daha büyük bir planın parçası; zira Amerikan medyasında yer alan Erdoğan-Mazlum Abdi görüşme iddiaları, Şam rejiminin bu teması engellemesiyle karanlık bir tablo çiziyor.

Tutanakların detaylarına inelim: Öcalan, görüşmede "Şizofreni vakasıyla karşı karşıyayız, bir sanrı var" diyerek kendi algısını itiraf eder gibi. Ona göre, PKK ve bileşenleri –ki bunlar arasında YPG ve PYD de var– çağrısına kulak verip örgüt varlıklarını feshetmiş ve silahlarını bırakmış. Toplumun bu adımı coşkuyla karşıladığını söylüyor. Ama gerçekler bambaşka: YPG, Hasakah, İsa, Rakka ve Peyirzor gibi bölgelerin üçte birini hâlâ işgal altında tutuyor. ABD ve İsrail'in himayesinde 100 bin kişilik bir terör ordusu besleniyor. Öcalan'ın hücresinden 25 yıldır yalnızlık içinde verdiği bu mesajlar, ne yazık ki bir halüsinasyonun yansıması gibi duruyor. Tutanaklarda AKP ve MHP heyetinin sorduğu sorular da dikkat çekici. Heyet, SDF'nin 10 Mart anlaşmasına uyması gerektiğini vurguluyor; bu anlaşma, SDF'nin silahsızlanması ve Suriye merkezi yönetimine entegrasyonunu öngörüyordu. Ancak uyulmadı. Heyet devam ediyor: "Suriye'de kurallara uymazlarsa Öcalan yeni bir çağrı yapmalı." Üstelik PKK'nın Irak'tan çektiği güçleri Suriye'ye gönderdiği gözlemlenmiş. Bu, Öcalan'ın önceki açıklamalarıyla çelişiyor. Heyet itiraz ediyor: "Bu durum, örgütün Kandil'den Suriye sahasına kayması sorununu çözmüyor."

Öcalan'ın bu sorulara verdiği yanıtlar ise tam bir muamma. "PKK sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da silah bırakmalı" diyor. Bu, soruya hiç cevap vermemek gibi. Heyet ısrar ediyor, somut adımlar için direnç var diyor. Öcalan sinirleniyor: "Bu soruyu defalarca sordunuz." Heyet, cevap alamadığı için tekrarlıyor. Öcalan ise "Elimden gelenin fazlasını yapacağım, imkanlar dahilinde" diye geçiştiriyor. Peki, bu imkanlar neler? 25 yıldır tecritte olan birinin, ABD ve İsrail'in koruduğu bir terör yapısını ne şekilde yönlendirebileceği belirsiz. Tutanaklar, Öcalan'ın "PKK bileşenleri silah bıraktı" diye ısrarını sürdürürken, heyetin Suriye odaklı soruları, iktidarın bu görüşmeleri neden Suriye politikasıyla bağdaştırdığını ortaya koyuyor. Bu, Erdoğan'ın Suriye stratejisinde Öcalan'ı bir araç olarak kullanma çabasının kanıtı mı? Yoksa bir oyalama taktiği mi? Muhalif sesler, bu tutanakların Türk milletini aptal yerine koymak olduğunu söylüyor. Zira 50 bin Türk vatandaşının katiliyle, Türk parlamentosunu eşitlemek, milletin onuruna hakaret.

Bu tutanak skandalı, Suriye'deki karmaşık dengeleri daha da derinleştiriyor. Hatırlanacağı üzere, 10 Mart 2025'te Suriye geçici hükümet başkanı Ahmed Şara ile SDF lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşma, bölgenin kaderini değiştirecekti. SDF'nin silahsızlanması, Kürt unsurların Suriye ordusuna entegrasyonu ve terör yapılarının feshi gibi maddeler vardı. Ama hiçbiri uygulanmadı. Tutanaklarda heyetin bu anlaşmaya vurgu yapması tesadüf değil. Öcalan'a "SDF uyarsa sorun yok, uymazsa yeni çağrı yap" deniyor. Ancak Öcalan'ın yanıtı yetersiz kalıyor. Dahası, Amerikan medyasında sızan haber: Erdoğan ile Mazlum Abdi arasında bir temas planlanmış, ama Şara bu görüşmeyi engellemiş. Bu, iki boyutlu bir oyun: İktidar, Şam'la ilişkileri bozmadan SDF'yle gizli diplomasi peşinde. Ama Şara'nın vetosu, Şam'ın Türkiye'ye karşı sert duruşunu gösteriyor. Bu engelleme, kamuoyuna "Biz istiyorduk ama olmadı" diye açıklanabilir mi? Muhalefet, bunu iktidarın çifte standartı olarak görüyor. Zira bir yandan Öcalan'la görüşmeler, diğer yandan Suriye'de YPG'ye göz yumma. Bu politika, Türkiye'nin sınır güvenliğini mi koruyor, yoksa PKK'ya alan mı açıyor?

Cenk Özatıcı'nın bu tutanaklara yönelik eleştirileri, tartışmayı alevlendiriyor. Özatıcı, "Bu özet tutanak, dünya tarihinde bir ilk. Maç özeti, film özeti olur ama tutanak özeti ilk kez" diyor ironik bir şekilde. Tutanakları satır aralarından okuduğunu belirterek, Suriye bağlantılarını vurguluyor: "Vatandaşlarımız bilsin, bu tutanaklarda Suriye verileri var." Öcalan'ın halüsinasyonuna sert çıkıyor: "Hücresinde halüsinasyon görüyor. YPG silah bırakmadı, aksine İsrail'in İran saldırısında 'İşbirliği yaparız' diye açıklama yaptı." Özatıcı, iktidara sesleniyor: "Toplumu aptal yerine koymayı bırakın. Ne imkanı? ABD 100 bin kişilik terör ordusunu beslerken, İsrail korurken, Öcalan'ın imkanı ne?" 50 bin şehidin katiliyle parlamento eşitlemenin utanç olduğunu söylüyor: "Türk milletini, tarihini aşağılıyorsunuz. Bu, teröristi cesaretlendirir." PKK'nın ANF haber ajansındaki açıklamalarını hatırlatıyor: HPG sözcüsü Ahmet Malazgirt, "Lider Apo'nun özgürlüğü önceliğimiz. Devlet liderliğin ayağına geldi" diyor. Özatıcı, bu cesareti iktidara bağlıyor: "32 evet oyu verenler, bu ihanetin parçası. Tarih ve millet hesap soracak."

Özatıcı'nın uyarısı ise tüyler ürpertici: "Kaçacak delik arayacaklar." İktidarın bu adımlarıyla PKK'ya güç verdiğini, geçmişteki hendek operasyonlarında 793 şehidin kanını akıttığını hatırlatıyor. "Güçleri, yetkileri var, yargıları ellerinde. Ama saat döndüğünde, 'Biz orda değildik, oy vermedik' diyecekler." Bu sözler, 2028 seçimleri öncesi iç politik gerilimi yansıtıyor. Özatıcı, "Millet bunu bilmeli. Olağanüstü şartlardayiz" diyerek, milletin uyanık kalmasını istiyor. Bu eleştiriler, sadece bir yorum değil; bir hesap sorma çağrısı. Zira tutanaklar, Öcalan'ın "PKK zihinsel silah bırakmalı" gibi absürt yanıtlarıyla dolu. Heyet "Kandil'den Suriye'ye kayma çözülmedi" derken, Öcalan "Defalarca sordunuz, elimden geleni yapacağım" diye öfkeleniyor. Bu diyalog, bir tiyatro sahnesini andırıyor: Soru soran heyet, cevap alamıyor; Öcalan sinirleniyor ama somut adım yok.

Suriye bağlamında derinleşelim: Tutanaklar, PKK'nın Irak'tan Suriye'ye güç kaydırmasını eleştiriyor. Heyet, "Bu, önceki çağrılarla çelişiyor" diyor. Öcalan ise konuyu geçiştiriyor. Bu, SDF'nin 10 Mart anlaşmasını ihlalinin bir uzantısı. Anlaşma, SDF'nin Suriye ordusuna katılmasını, petrol sahalarının Şam'a devredilmesini içeriyordu. Ama YPG, ABD desteğiyle direniyor. Tutanaklardaki "SDF uymazsa yeni çağrı" maddesi, Öcalan'ı bir kaldıraç gibi kullanıyor. Ancak Öcalan'ın gücü ne kadar? 25 yıllık tecrit, onu sahadan koparmış. Özatıcı haklı: "Kim kimi kandırıyor?" Bu süreç, Erdoğan'ın "Büyük Türkiye" vizyonuyla çelişiyor. Bir yandan Şam'la normalleşme, diğer yandan Öcalan üzerinden SDF'ye mesaj. Ama Şara'nın Erdoğan-Abdi görüşmesini engellemesi, Şam'ın kırmızı çizgilerini gösteriyor. Amerikan medyası bu haberi "İki boyutlu diplomasi" diye nitelendiriyor: Türkiye hem Şam'ı hem SDF'yi idare etmeye çalışıyor. Bu, başarısız olursa büyük bir diplomatik kriz doğurur.

İç siyasetteki yansımalar da cabası. Tutanakların sızması, AKP-MHP ittifakını zorluyor. Heyetin sorularını sorarken "Haklarını yemeyelim" demesi, MHP'nin barış odaklı duruşunu hatırlatıyor. Ama Öcalan'ın yanıtları tatmin etmiyor. Özatıcı, "Milleti katil'le eşitlemek, devleti haydut'la yan yana getirmek utanç" diyor. Bu, 50 bin şehidin ailesini yaralıyor. PKK'nın HPG'si üzerinden gelen "Devlet Apo'nun ayağına geldi" açıklaması, cesareti nereden aldığını gösteriyor. Özatıcı, "Bu cesareti verenler hesap verecek. Hendeklerde 793 şehit verdik, unutmayacağız." Bu sözler, muhalefetin sesini yükseltiyor. İktidarın sessizliği, belki de tutanakları kontrol altında tutma çabası. Ama sızıntı, her şeyi değiştirdi. Millet, "Neden Öcalan'la görüşme? Neden Suriye'de YPG serbest?" diye soruyor. Bu sorular, 2025 sonu itibarıyla zirvede.

Uluslararası boyut ise daha karmaşık. ABD'nin Suriye'den çekilme planları, SDF'yi yalnız bırakıyor. Trump'ın 2026 hedefi, Türkiye'ye alan açıyor ama riskli. Tutanaklar, Öcalan'ı bu boşlukta bir figüran yapıyor. İsrail'in YPG desteği, İran saldırılarında belirginleşti. Öcalan'ın "Silah bırakıldı" iddiası, bu ittifakları görmezden geliyor. Özatıcı, "ABD 100 bin terör mensubunu beslerken, Öcalan'ın imkanı ne?" diye soruyor. Bu, Türkiye'nin yalnızlığını artırıyor. Şam'ın görüşme engeli, Arap dünyasının PKK'ya mesafesini gösteriyor. Tutanaklar, bu jeopolitik satrançta bir hamle mi? Yoksa blöf mü? Uzmanlar, "Öcalan üzerinden Kürtleri bölme planı" diyor. Ama sahadaki direniş, planı bozuyor.

Sonuçta, bu tutanak skandalı Türkiye'nin geleceğini sorgulatıyor. Öcalan'ın halüsinasyonları, iktidarın Suriye oyunu ve Özatıcı'nın "Kaçacak delik arayacaklar" uyarısı, bir uyarı levhası gibi. Millet, 50 bin şehidin hatırasını korumalı. Bu süreç, sadece siyasi değil; ahlaki bir sınav. Tarih, ihanetleri affetmez. Özatıcı'nın dediği gibi, "Saat döndüğünde hesap sorulacak." Türkiye, bu karmaşadan güçlü çıkmalı; zira vatanın bekası, hepimizin sorumluluğu. Gelişmeleri izleyin, sesinizi yükseltin – çünkü sessizlik, yeni facialara kapı aralar.