Türkiye, son yıllarda ekonomik ve sosyal alanda büyük değişimlere sahne olurken, gözlerden uzak kalan ve derinden kanayan bir yara her geçen gün daha da büyüyor: Çocuk yoksulluğu ve gelir eşitsizliği. Ülkenin dört bir yanında, milyonlarca çocuğun geleceği, içinde bulundukları zorlu koşullar nedeniyle adeta bir bilinmeze sürükleniyor. Bu durum, sadece istatistiksel bir veri olmanın ötesinde, her bir çocuğun yaşamında derin izler bırakan, yürek burkan bir gerçekliği temsil ediyor.

Son dönemde kamuoyunda büyük yankı uyandıran bir olay, bu acı gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. Gazeteci Cüneyt Özdemir, ekranlardan yaptığı çarpıcı bir yayınla, Türkiye'deki çocuk yoksulluğunun ulaştığı vahim boyutlara dikkat çekti. Özdemir, yardım kuruluşundan yeni ayakkabı alan küçük bir kız çocuğunun, ayakkabı yerine kahvaltı yiyeceği isteğini dile getirdiği videoyu izleyicilerle paylaşarak, ülkenin vicdanını derinden sarstı. Bu masum istek, Türkiye'deki milyonlarca çocuğun her gün karşı karşıya kaldığı açlık ve yoksunlukla mücadelesinin sembolü haline geldi. Özdemir, bu olayın ardından, ülkedeki siyasi sınıfa yönelik sert eleştirilerde bulunarak, çocuk yoksulluğunun sorumlularını açıkça hedef gösterdi. Onun sözleri, sadece bir gazetecinin yorumu değil, aynı zamanda bu ülkenin kanayan yarasına parmak basan, cesur bir haykırıştı.

Özgür Çelik'ten Hasan Mutlu İçin İşkence İddiası
Özgür Çelik'ten Hasan Mutlu İçin İşkence İddiası
İçeriği Görüntüle

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) gibi saygın kurumların verileri, ülkedeki çocuk yoksulluğunun ve gelir eşitsizliğinin alarm verici boyutlara ulaştığını gösteriyor. Son yedi yılda çocuk yoksulluğunun yüzde kırk oranında arttığı belirtilirken, milyonlarca çocuğun en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığı ortaya konuluyor. Ülkede her dört çocuktan birinin okula aç gittiği, her beş çocuktan birinin ise yeterli beslenemediği raporlara yansıyor. Bu durum, sadece bugünün değil, yarının Türkiye'sinin de geleceğini tehdit eden ciddi bir sosyal sorun olarak karşımızda duruyor.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik de bu tablonun en çarpıcı yönlerinden biri. TÜİK verilerine göre, Türkiye'de en zengin yüzde yirmilik kesim, toplam gelirin neredeyse yarısını elde ederken, en yoksul yüzde yirmilik kesimin gelirden aldığı pay ise oldukça düşük seviyelerde seyrediyor. Gini katsayısı gibi uluslararası kabul görmüş ölçütler de Türkiye'nin gelir eşitsizliğinde Avrupa ülkeleri arasında ilk sıralarda yer aldığını gözler önüne seriyor. Bu eşitsizlik, sadece ekonomik bir sorun olmaktan öte, toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren ve sosyal adaleti zedeleyen bir etken olarak dikkat çekiyor. Yoksulluk ve zenginlik arasındaki uçurumun giderek açılması, toplumun farklı kesimleri arasında gerilimi artırıyor ve ortak bir gelecek inşa etme çabalarını sekteye uğratıyor.

Bu vahim tablo karşısında siyaset kurumunun tutumu ise kamuoyunda büyük tartışmalara yol açıyor. Cüneyt Özdemir'in dile getirdiği eleştirilerde olduğu gibi, siyasi partilerin çocuk yoksulluğu ve gelir eşitsizliği gibi temel sorunlara yeterince eğilmemesi, hatta bazı durumlarda bu sorunları görmezden gelmesi, toplumun geniş kesimlerinde hayal kırıklığı yaratıyor. Özellikle, öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek verilmesi yönündeki kanun tekliflerinin iktidar partisi ve ortağı tarafından reddedilmesi, bu duyarsızlığın en somut örneklerinden biri olarak hafızalara kazındı. Bu ret kararı, siyasetin önceliklerinin, halkın gerçek sorunlarından ne kadar uzaklaştığına dair ciddi soru işaretleri doğurdu. Oysa ki, ülkenin geleceği olan çocukların sağlıklı beslenme ve eğitim hakkı, her türlü siyasi çekişmenin üzerinde tutulması gereken temel bir insan hakkıdır.

Siyasi arenadaki bu duyarsızlık, sadece çocuk yoksulluğuyla sınırlı kalmıyor. Ülkenin dört bir yanında yankılanan ve kamuoyunda büyük infial yaratan bazı iddialar, siyasetin güvenilirliğini daha da sarsıyor. Özellikle, seçim süreçlerinde yaşanan ve Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararlarıyla gündeme gelen bazı tartışmalar, toplumun adalet ve şeffaflık beklentilerini derinden etkiliyor. Elektronik imza skandalları ve seçim sonuçlarına yönelik şüpheler, siyasi sistemin temel taşlarını oluşturan kurumlara olan güveni zedeliyor. Bu tür iddialar, sadece bir seçim sonucunu değil, aynı zamanda demokratik süreçlerin işleyişini ve halkın iradesinin tam olarak yansımasını da tartışmaya açıyor. Tüm bu gelişmeler, Türkiye'nin sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve sosyal anlamda da derin bir krizin eşiğinde olduğunu gösteriyor. Ancak, tüm bu olumsuzluklara rağmen, umut ışığı hala parlıyor. Tıpkı Cüneyt Özdemir'in videosunda ayakkabı yerine kahvaltı isteyen küçük kıza uzanan yardım eli gibi, toplumun vicdanı ve dayanışma ruhu, bu zorlu süreçte en büyük güvencemiz olmaya devam ediyor. Bu ülkenin geleceği, siyasetin değil, halkın elinde şekillenecek. Ve bu makalenin asıl amacı da, bu gerçeği bir kez daha hatırlatmak ve sessiz çığlıkları duyurmaktır. Çünkü Türkiye'nin gizli yarası, ancak tüm toplumun ortak çabasıyla sarılabilir ve iyileşebilir.