Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel kurumlarını ve büyük bir mali gücü kontrolü altına almış durumda. Elde edilen bu muazzam güç, siyasi rekabetin ve demokratik sürecin işleyişini derinden etkiliyor. Bu gücün en belirgin ayakları arasında ciddi bir para gücü ve medya gücü bulunuyor. Medyanın yüzde 90 ila yüzde 95’lik devasa bir kısmı, ya AKP’nin hegemonisi altında ya da doğrudan kontrolü altında faaliyet gösteren bir "havuz medyası" tarafından yönetilmektedir. Bu tabloya ek olarak, devletin kanalı olan ve vatandaşların vergileriyle ayakta duran Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), tamamen AKP’nin bir borazanı haline gelmiştir. Geçtiğimiz dönemde, sadece TRT'yi ayakta tutabilmek için vatandaşlar olarak tam 11,5 milyar dolar vergi ödenmiştir.
TRT’nin bu denli partizan bir yayın organına dönüşmesi, millet adına hesap sorulması gereken bir durum olarak ele alınıyor. Öte yandan, sadece medya değil, devletin tüm kritik kademeleri de bir parti devletine dönüşmüş durumdadu. Üniversiteler, sivil toplum örgütleri, devlet bürokrasisi, yargı bürokrasisi, askeri bürokrasi, emniyet bürokrasisi ve istihbarat bürokrasisi tamamen AKP’nin denetimi ve ağzına bakar hale gelmiştir. Bu durum, Türkiye’de artık demokrasinin kurum ve kurallarının işlemediği, devletin bir parti devleti tarafından yönetildiği anlamına gelmektedir.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, tüm bu güce rağmen, halkın nabzını doğru okuyamadığının farkına varmıştır. Türkiye’nin bir Ortadoğu devleti olmadığı, Türk milletinin Arap kültüründen gelmediği, aksine binlerce yıllık kadim kültürü, güçlü devlet geleneği ve Atatürk'ün armağan ettiği laik, demokratik, sosyal hukuk devletini benimsemiş asil bir millet olduğu gerçeği göz ardı edilmiştir. Bu miras ve cumhuriyet deneyimi, Erdoğan’ın "neden anketlerin istediği gibi gelmediği" sorusuyla masasının başına dönmesine neden olmuştur.
💸 Halkın Feryadı ve Konsolidasyon Çıkmazı
Erdoğan, muhalefetin büyük bir hata yapmadığı takdirde AKP’nin tekrar iktidara gelme şansının kalmadığını fark ederek, kendi tabanını konsolide etmeye çalışmaktadır. Ancak bu konsolidasyon çabası, sahada karşılaşılan acı gerçeklikler yüzünden başarısız olmaktadır.
Toplumun en geniş kesimleri derin bir ekonomik buhranla boğuşmaktadır:
- Kadınlar: Erdoğan’a oy vermiş olmalarına rağmen, “Bir dakika tamam sana oy verdik benim tencerem boş benim buzdolabım boş benim çoluğum çocuğum akşam yatağa aç giriyor Sayın Erdoğan” diyerek hesap sormaya hazırlanmaktadır. Çocuklarına beslenme çantası koyamayanlar ve iş bulamayan "ev genci" evlatları olanlar feryat etmektedir.
- Emekliler: Ülkede açlık sınırının 26.000 lirayı aştığı bir ortamda, emekliler 14.000 lira veya 15.000 lira gibi düşük maaşlarla geçinmeye çalışmakta ve çoğu çalışmak zorunda kalmaktadır. Bu durum, "Türkiye Yüzyılı" övgüleriyle tezat oluşturmaktadır. Bir örnek olarak, 71 yaşındaki bir emeklinin, geçinemediği için sigortasız girdiği bir belediye şirketi inşaatında 6. kattan düşerek hayatını kaybetmesi, ülkedeki dramı gözler önüne sermektedir. Aynı ilde, ertesi gün, siyasetçilerle ilişkilendirilen ve rant tahsisine konu olan bir otelde 7 yaşında bir çocuğun boğularak hayatını kaybetmesi ise güvenliğin ve liyakatin nasıl yok sayıldığını göstermektedir.
- Gençler: Ülkede 13,5 milyon işsiz genç bulunmakta, bunun 5,5 milyonu "ev genci" olarak umutsuzlukla yaşamaktadır. Ailelerinden aldıkları 100-200 lira harçlıkla sosyalleşemeyen, bir kahve içemeyen bu gençler, yurt dışı hayallerinden de vazgeçmiş durumdadır.
- Asgari Ücretliler: Asgari ücretin 22.000 lira olduğu bir dönemde, açlık sınırı 26.000 lira, yoksulluk sınırı ise 78.000 lira seviyesindedir.
Bu şartlar altında, Erdoğan'ın teşkilatları bile sahaya çıkamaz duruma gelmiş, teşkilatlar öfkeli halkla karşılaşmaktan çekinmekte, ayrıca kendi içlerinde ve genel merkezle, genel merkez de saray ile kavgalıdır. Saray içerisinde ise Erdoğan sonrası döneme hazırlık yapan güç odakları oluşmuştur.
AKP’nin denediği “iç cepheyi tahkim etme” (iç cepheyi güçlendirme) stratejisi de yalnızca “yaşa var ol reis” demekle sınırlı kalmakta ve başarısız olmaktadır. Gerçek tahkimat, hukuk mekanizmasını güçlendirmek, yargıyı bağımsız kılmak, toplumu kucaklamak ve insanları "benden ve ötekiler" diye dışlamamaktan geçer. Alevisiyle Sünnisi, Kürdüyle Türkmeni, sağcısıyla solcusu, laik olanıyla muhafazakâr olan herkesin Türk bayrağı altında birleşmesi gerekir; aksi takdirde bu strateji işlemez.
⚔️ Muhalefet ve Medya Üzerindeki Operasyonlar
Kendi tabanını konsolide edemeyen Erdoğan, rotayı muhalefet ve medya üzerine operasyon yapmaya çevirmiştir. Aylardır bu tür operasyonların geldiği, hatta ana muhalefet partisini bölmek, kamplara ayırmak ve parçalamak için çalışmalar yapıldığı iddia edilmektedir.
Muhalefete karşı yapılan operasyonlarda, düşkün siyasetçiler partilere transfer edilmiş, muhtemel adaylar cezaevine konmuştur. Ancak millet, değişime kararlı olduğu için muhalefetin oy oranları ciddi anketlerde artmaya devam etmektedir.
Bu durumun farkında olan iktidar, yargıyı maalesef siyasete alet ederek operasyonlar düzenlemekte, bunu yaparken de Ergenekon kumpaslarından öğrendiği FETÖ taktiklerini kullanmaktadır. İronik bir şekilde, Erdoğan’ın yüzde 95 kontrolündeki havuz medyasının itibarı ve izlenme oranı, birkaç bağımsız ve demokrat medyanın gerisinde kalmıştır. Bu durum, devasa mali kaynakların etkinliğini sorgulatmaktadır; örneğin, çiftçi zor durumdayken Ziraat Bankası’ndan bir "tüpçüye" (kanal alması için) verilen 800 milyon doların geri ödenmediği ve buna rağmen o kanalların itibarının düşük kaldığı belirtilmiştir.
🎙️ Fatih Altaylı Olayı: İtibarın Cezalandırılması
Son dönemde Fatih Altaylı gibi popüler, itimat kazanmış ve eleştiri dozunu giderek yükselten gazetecilerin hedef alınması, bu medya operasyonlarının somut bir örneğidir. Halk TV’ye, Sözcü TV’ye ve bu kanallara çıkan muhaliflere dünyanın cezası kesilmekte, amaç insanları korkutarak korkularını yönetmektir.
Fatih Altaylı’nın hedef alınmasının nedeni, popülaritesi ve güvenilirliği sayesinde insanların konuşmalarını dikkate almasıdır. Tartışılan programda Altaylı'nın yaptığı eleştirinin özü, Türk milletinin sosyolojik karakteristiğine dayanmaktadır. Altaylı, “Türk milleti sandığını sever, sandığına sadıktır, sandığa bağlıdır” diyerek, milletin demokrasiyi özümsediğini, iradesine sahip çıktığını vurgulamıştır. Bu milletin demokrasi yanlısı olduğu, iradesini kimseye vermeyeceği ve sandığına sahip çıkacağı belirtilmiştir. Konuşmanın daha ileri bir noktasında ise “bu millet seni sandığın dibine gömecek” ifadesi kullanılmıştır.
Bu sözlerin tehdit ya da hakaret içermediği açıkça belirtilmesine rağmen, operasyonun arkasında farklı bir süreç yaşanmıştır. Sabah saatlerinde bir saray danışmanı, söz konusu videoyu kesip biçmiş, parçalarını alarak “suyun ısındı senin” gibi devlet kültürüne ve edebe uymayan bir üslupla tehditvari bir talimat vermiştir. Ardından bir "troll ordusu" veya "sosyal medyadaki infaz mangaları" bu paylaşımların peşine takılmıştır.
Bu vahim tablo karşısında, Adalet Bakanı’nın her Allah’ın günü “Türkiye’de yargı bağımsızdır” demesi, bu durumun bir paradoksu olarak öne çıkmaktadır. Bu sözlerin söylenmesinin nedeni, bizzat söyleyenin yargının bağımsız olduğuna inanmamasıdır; zira bu kadar açık bir parmak sallama ve tehdit karşısında yargının bağımsız çalıştığı iddia edilemez.




