İstanbul'un sonbahar serinliğinde, eski CHP İl Başkanlığı binasının önü bir anda kalabalık bir sahneye dönüştü. Hava, gerilim ve kararlılıkla ağırlaşmış, partililer ellerinde bayraklarla toplanmış, her an bir fırtına kopacakmış gibi bekliyordu. Bu bina, sadece taş ve beton değil; yılların mücadelelerinin simgesiydi – şimdi ise Özel'in çalışma ofisi olarak yeniden doğmuştu. Meclis'in açılış günü, ama CHP için bu, bir boykotun ötesinde bir manifesto günüydü. Kalabalık, sessiz bir öfkeyle doluydu; sanki tarih, yeni bir sayfa açmak üzereydi ve o sayfa, kanla değil iradeyle yazılacaktı.
Özgür Özel, binanın önünden kürsüye doğru yürürken, yüzündeki ifade hem hüzün hem meydan okumaydı. Meclis açılışına katılmama kararını burada, tam da bu sembolik yerde açıklamıştı; çünkü burası, partiye indirilen darbelere karşı bir kale gibiydi. Özel, CHP'ye yönelik operasyonların hepsinin tek elden yönetildiğini haykırdı: "Şimdi CHP ne yapsın? Erdoğan'a makamından dolayı saygı mı göstersin?" Bu sözler, kalabalığı ayağa kaldırdı; alkışlar, sloganlar havada uçuştu. Erdoğan'ın ABD ziyaretine de değinen Özel, sert bir uyarıyla devam etti: "Meclis'te gelip konuşmak meşruiyet gerektirir. Meşruiyet milletten alınır, Trump'tan alınmaz." Bu çıkış, sadece bir eleştiri değil; yılların birikmiş öfkesinin patlamasıydı – meşruiyet arayışının okyanus ötesine uzanması, CHP'yi daha da kenetliyordu.
Özel'in sözleri, geçmişin yaralarını deşerek başladı. Toplumun gerçek dertleriyle boğuşan, yerelde hizmet üreten, genelde Türkiye'nin ortak çıkarları için hareket eden CHP'yi anlatırken, sesi titremeden aktı: "Tüm toplum buna destek verirken, birileri Erdoğan'a 'Bu işler onlara yarıyor, bu süreci bitir' dedi ve bir siyasiyi anayasaya aykırı olarak İstanbul'a Cumhuriyet Savcısı olarak yolladı." Hatırlarsak, tam bir yıl önce, 1 Ekim 2024'te Meclis'e giren Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ayakta karşılamışlardı; ama Erdoğan, Anayasa'daki yeminine sadık kalmamış, tarafsızlığını yitirmişti. Ayakta uğurlamadılar – ve o günün ertesi, 2 Ekim'de Akın Gürlek İstanbul'a atanmıştı. 9 Ekim'de göreve başlayan savcı, 30 Ekim'de Esenyurt'a kayyum atamış, ardından Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması zincirini başlatmıştı. Beşiktaş ikinci hedef olmuştu; şimdi ise CHP'nin 18 belediye başkanı cezaevindeydi, kongrelere haciz memurları doluşuyor, iradeler haczediliyordu.
Bu operasyonlar, Özel'e göre tesadüf değil, sistematik bir planın parçasıydı. "16 milyon İstanbullunun yetki verdiği kişi Silivri zindanında tutuluyor. Erdoğan bu suçlardan yargılandı, evine polis gitmedi. Yargı kararı kesinleşince tutuklandı." İki yıl önceki kurultaya saldırı, binalara baskınlar – hepsi aynı merkezden yönetiliyordu. Özel, 26 yaşındaki gençleri babalarını iftiraya zorlamak için tutuklayan, 80 yaşındaki anneleri hastane önlerinde perişan eden bu zihniyeti lanetledi. Kalabalık, "Hak, hukuk, adalet!" diye haykırırken, Özel devam etti: "O kapıdan Cumhurbaşkanı olarak girip konuşmasını bilseydi, görevini anayasal sınırlar içinde yapsaydı, kendisini yine dinlerdik. AİHM kararlarına, AYM kararlarına uymuyor... Sonra ben gelip konuşma yapacağım. Sana bu yetkiyi kim veriyor? Anayasa veriyor. Sen başka sayfaları yırttın attın, kendi sayfanın durduğunu nereden biliyorsun? O sayfa da benim gözümde yok hükmünde."
Bu sözler, sadece bir konuşma değil; CHP'nin direniş manifestosuydu. Erdoğan'ın meşruiyet dilenciliğine karşı, Özel'in Trump vurgusu zirveye ulaştı: "Büyükelçi hâlâ görevde... Trump'tan meşruiyet dilenenlere, bizim Meclis'te meşruiyet kazandırmamızı kimse beklemesin." Hatırlayalım ki, İmamoğlu'nun tutuklanması Mart 2025'te başlamış, haftalık mitinglerle yanıt verilmişti; Beşiktaş'tan Küçükçekmece'ye uzanan bu zincir, muhalefeti birleştirmişti. Ama içerdeki yaralar da derinleşiyordu: İstanbul İl Kongresi usulsüzlükleri, Gürsel Tekin'in kayyum atanması – hepsi, aynı elin izini taşıyordu. Özel, binayı işaret ederek ekledi: "İnsanların evine birileri zorla girmeye çalışırsa, herkes evini korur. Bizim burada namusumuza saldırdılar. Üyelerimiz namusunu korudu. Bu bina, meşruiyetin timsalidir."
Özel, demokrasinin temelini hatırlatarak devam etti: "Mahalleye sandık kurarak başlıyoruz. Mahalle, ilçe, ilde sandık, en son Ankara'da sandık. O yüzden Asliye Hukuk Mahkemesi'nin hukuk tanımaz sürecine teslim olmadık. Olmayacağız." Bu kararlılık, partiyi ayağa kaldırmıştı; yarından itibaren yeni adımlar atılacaktı – belki olağanüstü kongreler, belki ittifak genişletmeleri. Geçmişte, 2023 kongre kaosu Kılıçdaroğlu'nu devirmiş, Özel'i getirmişti; şimdi de bu kriz, muhalefeti güçlendirebilirdi. Erdoğan'ın ABD gezileri – Trump'la görüşmeler – içerdeki meşruiyet kaybını örtbas etmek içindi; ama Fidan'ın itirafları gibi sızıntılar, sarayın yalnızlığını gösteriyordu.
Bu açıklama, CHP'nin stratejik bir hamlesiydi. Boykot kararı, sadece sembolik değil; 2026 yerel seçimleri öncesi mesajdı. İmamoğlu'nun zindandaki 192'nci günü, 18 belediye başkanının durumu – hepsi, halkı mobilize ediyordu. Özel'in "Meşruiyet milletten alınır" sözü, sosyal medyada viral oldu; #MeşruiyetMilletten etiketi trendleri salladı. Partililer, binayı terk ederken daha da kenetlenmişti; yarınki eylemler, Ankara'ya sıçrayabilirdi. Gelecekte, bu operasyonlar ters tepecek mi? Temyiz süreçleri, AYM kararları – CHP, hukuku silah olarak kullanacaktı. Erdoğan'ın selamları, jestleri boş kalacaktı; çünkü meşruiyet, Trump'tan değil, 16 milyon İstanbullu'dan geliyordu.
Tarih, böyle anlarla değişir: Özel'in haykırışı, İmamoğlu'nun mektubuyla birleşince, umut yeşerdi. Saldırılar tek elden gelse de, direniş milyon ellerden yükselecekti. İstanbul'un sokakları, Ankara'nın koridorları – hepsi, bu fırtınanın parçası. CHP, teslim olmayacaktı; yarından itibaren, sandıklar yeniden kurulacaktı. Ve o sandıklar, karanlığı aydınlatacaktı. Kazanacağız!