Türkiye siyasetinin nabzı, son haftalarda yaşanan beklenmedik gelişmelerle adeta zirveye çıktı. Ülkenin kaderini belirleyecek kritik dönemeçte, bir yandan ana muhalefet partisinde beklenen değişim rüzgarları eserken, diğer yandan iktidar bloğunda derin bir endişe hâkim durumda. Siyaset sahnesindeki bu hareketlilik, ülkenin yönetiminde ve ekonomik geleceğinde köklü bir dönüşümün habercisi olarak yorumlanıyor. Bu gelişmeler ışığında, gözlemciler, olaylara halkın ve milletin geleceği penceresinden baktıklarını, ne iktidar ne de muhalefet cephesine karşı siyasi bir saplantıları olmadığını, yalnızca atılan adımların ülkeye yarar sağlayıp sağlamayacağını değerlendirdiklerini belirtiyorlar.

Muhalif seçmenler için uzun süredir beklenen ve hayal kırıklığına uğrayan çevrelerin umudunu tazeleyen haber, Yüksek Seçim Kurulu’ndan (YSK) geldi. YSK, ana muhalefetin kayyum ihtimaline karşı 21 Eylül’de düzenlemeye karar verdiği olağanüstü kurultayın iptali istemiyle yapılan başvuruyu değerlendirerek, kurultayın yapılmasını kararlaştırdı. Bu karar, Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanlığına kayyum olarak atanmayı bekleyen çevrelerde büyük bir hayal kırıklığı yaratırken, partiye gönül vermiş seçmenler arasında sevinçle karşılandı. Analistler, daha önce Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki görüşmede, mahkemenin ilk aşamada erteleyerek, ancak günü geldiğinde Cumhuriyet Halk Partisi lehine karar vereceği yönündeki ısrarlı öngörülerinin haklı çıktığını vurguluyor. Hatta kötümsellerin, mahkeme kararının siyasi irade tarafından alınacağını ve kurultayın iptal edileceğini düşündükleri dile getiriliyordu. Ancak gelişmeler, 24 Ekim’de Ankara 43. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin de, YSK’nın bu kararının aksine bir karar alsa bile, Yüksek Seçim Kurulu'nun izni ve denetimiyle yapılan yeni olağanüstü kurultayda hiçbir sorun olmadığına hükmedeceğine işaret ediyor.

Bu kritik siyasi temizlenme süreci, gözlemciler tarafından "Cumhuriyet Halk Partisi bağırsaklarını temizliyor" metaforuyla tanımlanıyor. Bu temizlenme sürecine ironik bir şekilde en büyük yardımın iktidar partisi tarafından yapıldığı belirtiliyor. Partiden ayrılan ve eski Türkçe tabirle "bağıraktan dökülen" ne kadar pislik, kötü niyetli, hırsız, hain ve seçmenini satan varsa, hepsinin AKP'ye geçtiği görülüyor. Bu durum, her şerde bir hayır olduğu inancını güçlendirerek, ana muhalefetin pırıl pırıl, tertemiz bir yapıya kavuşmasının yolunu açıyor. Bu sayede iktidar partisi, kendi elleriyle, gelecekte kendilerini yenecek olan temizlenmiş bir muhalefet partisi yaratmış oluyor.

Mansur Yavaş'ı Hedef Alan Konser Operasyonunun Karanlık Yüzü Ortaya Çıkıyor
Mansur Yavaş'ı Hedef Alan Konser Operasyonunun Karanlık Yüzü Ortaya Çıkıyor
İçeriği Görüntüle

Siyasetin perde arkasında ise iktidar ortaklarının büyük bir panik yaşadığı iddia ediliyor. Analistlere göre, Cumhurbaşkanı ve iktidar partisinin asıl korkusu, önümüzdeki ilk seçimde ana muhalefetten çıkacak ve defosuz olacak herhangi bir adayın (Ekrem, Mansur, Özgür veya bir başkası) cumhurbaşkanlığı seçimini kesinlikle kazanacak olması. Ancak daha büyük bir panik sebebi var: Ana muhalefetin önümüzdeki dönemde milliyetçi kanatları (MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi) bir çatı altında toplama ihtimali. Eğer bu partiler, ilkeleri, felsefeleri ve hedefleri aynı olduğu halde ayrılık yapma geri zekalılığından vazgeçip, dürüst, şerefli, haysiyetli ve onurlu bir genel başkan etrafında birleşirlerse, yüzde 18 ile yüzde 20 arasında bir oy potansiyeli yaratacaklar. Bu durumda ana muhalefet partisinin kendi oyuyla birleşince, iktidar balonu gibi sönecek ve bu durum siyasal İslam'ın sonu anlamına gelecektir.

İktidarın küçük ortağının panik kaynağı ise daha kişisel ve politik olmayan bir boyutta ele alınıyor. İddialara göre, bu lider, MHP, İYİ Parti ve Zafer Partisi'nin birleşmesine sıcak bakmakla birlikte, partiyi emanet ettiği bazı yardımcılarının kendisine bir terslik yapıp, bazı ifşaatlarda (revelations) bulunmaları ihtimalinin yarattığı endişeyi yaşıyor.

Tüm bu siyasi çalkantılar yaşanırken, ekonomideki veriler de alarm veriyor. Ekonomi uzmanları, "ekonomi tıkırında" diyenlere karşı, ülkenin içinde bulunduğu zorlu durumu gözler önüne seriyor. 2025 yılının Ocak-Ağustos döneminde kapanan şirket sayısının %11,1 oranında artarak 18.482 adede yükseldiği, kurulan şirket sayısının ise gerilediği bildiriliyor. Sanayi kapasite kullanım oranının ise %70-71 seviyesine kadar gerilemesi, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir durum olarak nitelendiriliyor. Bu durum, insanların iş yerlerini kapatıp gitmek zorunda kaldığını ve ekonominin yerlerde süründüğünü gösteriyor.

Tarım ve hayvancılık sektörü de ciddi bir krizle boğuşuyor. Tanınmış bir çiftçi ve tarım aktivisti, sosyal medya üzerinden yaptığı çarpıcı bir videoyla, "Tarım sistematik bir şekilde çökertiliyor" uyarısında bulundu. Bu aktivist, sürecin sivil toplum kuruluşlarının (STK) kontrol altına alınmasıyla başladığını, yöneticilerinin baskı veya ödüllerle kontrol altına alındığını ve koltuklarından güç alan uygunsuz kişilerin bu pozisyonlara getirildiğini belirtti. Bu durum, erken uyarı mekanizmalarının devre dışı bırakılmasına neden olarak, ülkedeki demokrasiyi de bitme noktasına getiriyor.

Öte yandan, siyasi transferler de tartışılmaya devam ediyor. İktidar partisine katılan muhalif siyasetçiler, sevgi veya saygıdan değil, adeta bir "ısırgadaki koyunlar gibi sağılmak" üzere zorla yönlendiriliyor. Bu benzetme, gidenlerin baskı altında olduğunu ve yalnızca iktidarın çıkarlarına hizmet etmek için kullanıldığını ima ediyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki görev devir teslim töreninde yaşananlar da etik tartışmaları alevlendirdi. Diyanet İşleri Başkanlığı görevini devralan yeni başkanın, cübbesini giydiren giden bürokratın elini öpmesi, bilim ve ahlak açısından büyük bir tepki çekti. Mevlevi olduğu belirtilen bir akademisyen ve profesörün, bir devlet bürokratının elini öpmesi, akademisyen kimliğiyle, sağlam karakter ve ahlakın temsilcisi olması gereken bir kişinin, çıkar ve siyasete yer olmayan bilim yuvasının değerlerini ayaklar altına alması olarak yorumlandı. Bu tür bir davranışın, bayram dahi olmayan bir zamanda, görevi teslim etme sırasında gerçekleşmesinin, normal demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesine göre hiçbir kuvvetin (ne yürütme, ne yasama, ne de yargı) birbirinin elini öpmeyeceği gerçeğiyle çeliştiği ve bir rezillik olduğu açıkça ifade edildi.

Uluslararası alanda ise hükümetin dış politika yaklaşımında iki yüzlülük eleştirisi yapılıyor. İngiltere, Fransa ve Kanada gibi bazı ülkelerin Filistin devletini tanıma planlarının ardından, Japonya'nın Filistin devletini tanımayacağını açıklaması dikkat çekti. Analistler, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Filistin'i devlet olarak tanıma isteğini desteklemekle birlikte, 23 yıldır Kıbrıs Cumhuriyeti'nin devlet olarak tanınması için aynı çabayı göstermemesini sert bir şekilde eleştiriyor ve bunu uluslararası ilişkilerde dostluğun değil, yalnızca çıkarın esas alındığının bir kanıtı olarak görüyor.

Sonuç olarak, ülkenin geleceği için endişelenen kesimler, yaşanan bu zorlukların ve ahlaki çöküşlerin geçeceğine inanıyor. İktidarın içine düştüğü panik ve ana muhalefetteki temizlenme sürecinin, Türkiye'yi çok daha güzel yerlere taşıyacağı, çünkü dünyanın da demokrasi ve ulus devlet ilkeleri çerçevesinde daha iyi bir geleceğe doğru yol aldığı düşünülüyor. Türkiye'nin aklı başında, dürüst, şerefli ve onurlu insanlar tarafından yönetileceği günlerin yakında olduğu öngörülüyor.