DÜNYANIN GÖZÜNDEN KAÇAN DEV: ÇİN’İN GEÇMİŞİ VE SARSILMAZ KÜLTÜRÜ
Son yıllarda küresel ekonominin ve siyasetin tartışmasız merkezi haline gelen Çin Halk Cumhuriyeti, hakkında çok konuşulan ancak detayları az bilinen bir dev olarak karşımızda duruyor. Batılı analistlerin anlamakta zorlandığı, 4000 yıllık benzersiz bir tarihe sahip bu ülkenin sadece ekonomik yükselişi değil, kendine özgü felsefi temelleri de bugünün küresel etkisinin anahtarlarını sunuyor. Bu kadim uygarlığın köklerine inen araştırmalar, Çin hakkında dünyada söylenen bilgilerin büyük bir çoğunluğunun yalan haberler olduğunu gösteriyor; öyle ki, Çin'de 30 yıl yaşamış bir Alman bile bu bilgilere şüpheyle yaklaştığını ifade etmiştir. Çin'in dünü, bugünü ve yarını üzerine yapılan detaylı bir inceleme, ülkenin kültürel ve siyasi DNA'sının ne denli farklı olduğunu gözler önüne seriyor.
Araştırmacı Yener Orkunoğlu’nun aktardığına göre, Çin’i Batı’dan ayıran en önemli özelliklerden biri, bireyin çıkarının toplumun çıkarının altında görülmesi prensibidir. Bu anlayış, Konfüçyüs'ten beri süregelen bir gelenektir ve devletin, ailenin ve toplumun yaşamını iyileştirmeyi merkeze alır. Orkunoğlu, Çin’in tarihinde köleliğin yaşanmadığı bilinen tek ülke olduğunu ve toprak ağalığı sistemine milattan önce 221 yılında son verildiğini belirtiyor. Çin’deki egemen düşünce, dine değil, felsefeye ve akla dayandırılmıştır. Ahlak, kutsal kitaplara veya peygamberlere değil, akla temellendirilir; bu, 18. yüzyılda Alman filozof Christian Wolff’un bile Çin felsefesini inceleyerek ahlakı Hristiyanlığa değil akla dayandırma teklifi yüzünden sürgüne gönderilmesine neden olacak kadar radikal bir farktır.
900 MİLYON İNSAN AÇLIKTAN KURTULDU: LİYAKAT VE DEVLETİN GÜCÜ
Çin’in modern yönetim anlayışının temelinde liyakat yatmaktadır. Orkunoğlu, Pakistan Başbakanı ile yapılan bir söyleşiye atıfta bulunarak, Çin Komünist Partisi’ne olan hayranlığın nedenini; üniversiteden mezun olan zeki ve dürüst insanların önemli yerlere getirilmesi ve liyakat ilkesinin bütünüyle işlemesi olduğunu belirtiyor. En dikkat çekici gerçeklerden biri ise, Çin’in son 30 yıl içerisinde 900 milyon insanı açlıktan kurtarmış olmasıdır.
Çin ekonomisinin mimarisi de Batı’dan tamamen farklıdır. İtalyan Komünist Partisi filozofu Domenico Losurdo’nun dikkat çektiği gibi, Çin’de topraklar, ağır sanayi ve bankalar devlete aittir. Ekonomiye yön veren, özel firmaların çıkarları değil, devletin politikalarıdır. Bu durum, Batılı sosyalistlerin ve solun bile, yerleşik sosyalizm algıları nedeniyle Çin’de olup bitenleri anlamakta zorlanmasına neden olmuştur.
SÖMÜRGE OLUŞ SÜRECİ VE AFYON SAVAŞLARI
19. yüzyıla kadar dünya ticaretinde baskın bir rol oynayan Çin, 1830’lara kadar dünya ticaretinin %30 ile %35'ini elinde tutuyordu. Ayrıca barut, pusula, kâğıt, mürekkep ve matbaayı Avrupalılardan asırlar önce bulan Çin, dünyanın en fazla buluş yapan ülkesiydi. Peki, bu egemen güç nasıl oldu da birdenbire Avrupa’nın sömürgesi haline geldi?
Araştırmacı, bu dramatik düşüşün iki ana nedenini sıralıyor: Kendilerini dünyanın merkezi olarak görmeleri ve dış dünyadaki gelişmeleri küçümsemeleri. Çin, içine kapanık yaşarken, İngiltere’de Sanayi Devrimi yaşandığını fark etmedi. Bu körlük, ateşli silahlarla donanmış Batı güçleri karşısında Çin’i çaresiz bıraktı. İngilizler, Çin’e karşı sürekli ticaret açığı veriyordu çünkü Çinlilerin satacak çok şeyi varken, İngilizlerin yoktu. Çözüm, Hindistan’da üretilen afyonun Çin’de satılmasıyla bulundu. Bu durum milyonlarca Çinliyi afyon bağımlısı haline getirdi. Çin hükümetinin afyonu yasaklayıp tüccar depolarına baskın yapması üzerine İngiliz hükümeti Çin’e savaş açtı. Askeri gücüne geçmişte önem vermemiş olan Çin, 1. Afyon Savaşı’nda (1839-43) ve 2. Afyon Savaşı’nda (1856-60) mağlup oldu. Bu yenilgiler sonucunda Hong Kong ve Şangay gibi önemli limanlar İngiliz denetimine geçti. Ayrıca Japonya da 1894-95 savaşında Tayvan’ı Çin’in elinden aldı.
DEVRİM VE İÇ SAVAŞIN ACILARI
Çin, 1937’de Japonya’nın işgaliyle bir kez daha büyük bir sınav verdi. Komünist Parti (MAO önderliğinde) ve Milliyetçi Parti (Kominang) birlikte Japonya’yı kovdu. Ancak 1945-1949 yılları arasında iktidar mücadelesi şiddetli bir iç savaşa dönüştü ve bu savaşı komünistler kazandı. Çin Halk Cumhuriyeti 1949’da MAO tarafından kuruldu. Orkunoğlu’na göre, Konfüçyüs geleneği ile sosyalist düşüncelerin akraba olması, birey merkezli olmayan toplum anlayışı nedeniyle sosyalist hareketin Çin’de güçlü olmasına zemin hazırladı.
MAO dönemi, “Büyük Atılım” ve “Kültür Devrimi” gibi büyük çalkantıları beraberinde getirdi. Araştırmacı, Çinlilerin MAO'nun %70 haklı, %30 haksız olduğu görüşünde birleştiğini aktarıyor. Büyük Atılım döneminde çelik üretimine ağırlık verilmesi tarımı ihmal etti ve bu durum ciddi bir kıtlığa yol açtı. Kültür Devrimi ise parti içerisindeki yozlaşmayı engellemek amacıyla başlatıldı, ancak bir dönem zıvanadan çıktı. Buna rağmen, parti yöneticilerinin tarlalara gidip çalışması gibi olumlu sonuçları da oldu, ancak genel olarak kabul edilen, bu devrimin hem olumlu hem olumsuz yanlarının olduğudur.
DENG XIAOPING’DEN HİBRİT SİSTEME: SOSYALİZM VE KAPİTALİZMİN SENTEZİ
MAO’dan sonra iktidara gelen Deng Xiaoping, Çin’in ekonomik gelişimini dönüştüren felsefeyi basit bir sözle özetledi: “Kedinin siyah mı beyaz mı olması beni ilgilendirmiyor, önemli olan fare yakalamasıdır.”
Bu ilke, Çin’in dışa açılma sürecini başlattı. Kapitalist yatırımcılar, ekonomik ve teknolojik gelişime katkı sağlayacaksa ülkeye kabul edildi. Ancak Çin, Hindistan’dan farklı olarak, yatırımcılara katı bir koşul sundu: Teknolojinizi bize vermek zorundasınız. Bu strateji sayesinde Çinliler, Batı teknolojisini büyük ölçüde sosyalizmin hizmetine sokmaya çalıştılar.
Araştırmacı Yener Orkunoğlu, Çin’deki sistemi ne klasik sosyalizm ne de klasik kapitalizm olarak tanımlıyor; bunun ikisinin sentezi olan hibrit bir sistem olduğunu ifade ediyor. Devletin topraklar, bankalar ve büyük şirketler üzerindeki mülkiyeti korunarak, uzun vadeli planlar yapılmasının yolu açılmıştır. Singapurlu diplomat Mahbubani’nin gözlemlerine göre, Çinli diplomatlar 100 yıla yayılan uzun vadeli planlar yapmaktadırlar. Üretim, kar amaçlı değil, Komünist Partisi'nin planlamasına uygun bir şekilde yönetilmektedir.
GİZLİ SERVİSLERİN GİZLEDİĞİ GERÇEK: ÇİN’DEKİ YÖNETİM ANLAYIŞI
Batılı basının sürekli olarak gizlediği bir gerçek, Çin’in siyasal yapısıyla ilgilidir. Ülkede, her yıl 2000 ila 3000 delegenin katıldığı Siyasi Danışma Konferansı düzenlenir. Bu konferansa toplumun tüm katmanları (sendikalar, kadınlar, gençler, dini gruplar) delege gönderir. Araştırmalar, aşağıdan gelen konseptlerin %90-95’inin Komünist Parti ve hükümet tarafından kabul edilip uygulandığını gösteriyor.
Bir Amerikan kuruluşu olan Kingdon’ın dünya çapında yaptığı bir araştırma, demokrasi algısının en yüksek olduğu iki ülkenin Çin ve İsviçre olduğunu ortaya çıkardı. Çin halkının %90’ı, ülkesinin demokratik olduğuna inanıyor. Ancak Birleşmiş Milletler’de danışmanlık yapmış bir ismin iddiasına göre, Amerika, İngiltere, Avustralya ve Kanada gibi beş gizli servis, vakıflar üzerinden gazete ve haber ajanslarına Çin hakkındaki yalan haberleri sürekli olarak pompalamaktadır.
KUŞAK VE YOL PROJESİ: KÜRESEL UYGARLIK HEDEFİ
Çin’in bugünün ve yarının en büyük projesi, 140 ülkenin katıldığı Kuşak ve Yol Projesi’dir. Bu, insanlık tarihinin şimdiye kadarki en büyük yatırım hamlesidir. Projenin amacı, tek bir ülkenin değil, küresel kalkınmayı ve barışı mümkün kılmaktır. Çin, Batılıların tek taraflı kazanmak istediği ticaret ilişkilerinin aksine, ‘kazan-kazan’ ilkesine dayalı ticareti yaygınlaştırmayı hedeflemektedir.
Afrika ülkeleri başta olmak üzere, Çinliler limanlar, okullar, hastaneler ve yollar gibi altyapılar kurmaktadır. Hatta Afrika’daki yoksul ülkelere gümrük vergisi uygulanmayacağı açıklanmıştır. Bu projenin nihai hedefi, ortak refahı ve küresel adil bir sistemi mümkün kılmaktır. Çin, Rusya, Hindistan ve Afrika ülkeleri, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi Batı merkezli kurumların değişmesini ve Birleşmiş Milletler'in yeni güç dengelerine göre düzenlenmesini savunuyorlar.
HASSAS NOKTALAR: TAYVAN, TİBET VE UYGURLAR
Çin’in küresel yükselişi, Tayvan, Tibet, Hong Kong ve Uygurlar gibi tarihi ve jeopolitik sorun alanlarını da beraberinde getirmektedir.
Tibet meselesinde, Tibet’in 13. yüzyıldan beri Çin’e ait olduğu, Moğol istilası sırasında Yuan İmparatorluğu’na katıldığı ve otonomi tanındığı belirtiliyor. 1959 yılında Dalay Lama’nın bağımsızlık girişimi başarısız olmuş ve ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Çinliler, ABD’nin bu konudaki tutumunu, Meksika’dan alınan Teksas veya Kaliforniya’nın ABD’den bağımsızlaşmasını istemek gibi kendi çıkarlarına ters bir durum olarak yorumluyorlar.
Tayvan ise 1894-95 savaşında Japonya tarafından Çin’in elinden alınmıştır. En kritik nokta ise, 1971 yılında MAO ve ABD Başkanı Nixon’ın yazılı olarak Tayvan’ın Çin’e ait olduğu konusunda anlaştığı gerçeğidir. Ancak son yıllarda, Amerika, Çin’in yükselişini durdurmak amacıyla Tayvan meselesini kaşımaya devam etmektedir.
Hong Kong, Afyon Savaşı sırasında İngilizlerin eline geçmiş ve 1997 yılına kadar İngiliz egemenliğinde kalmıştır. Rüşen Çakır’ın aktardığına göre, 1960’lı yıllardan sonra Çinli çoğunluğun lokantalara asılan "Çinliler ve köpekler giremez" gibi yazılara tepki göstermesiyle durum gerilmiştir. Hong Kong, "Tek ülke, iki sistem" ilkesiyle Çin’e devredildi, bu da Hong Kong’un ekonomik ve politik sistemine 50 yıl boyunca dokunulamayacağı anlamına geliyordu.
Uygur meselesinde ise iki farklı görüş bulunmaktadır. Sürgündeki Uygurların anlattıkları ile Çin’in son yıllarda bölgeye davet ettiği gazetecilerin izlenimleri arasında 180 derecelik bir fark vardır. Bu durum, farklı dönemlere tekabül eden izlenimlerle açıklanabilir. Geçmişte yoksulluğun olduğu dönemde halk tepki göstermiş ve Çin Komünist Partisi sert tedbirler almıştır. Ancak araştırmacı Orkunoğlu’nun kaynaklarından edindiği bilgiye göre, Çin son 10-15 yıl içerisinde Uygur bölgesine çok büyük yatırımlar yapmış, halkın yaşam seviyesini yükseltmiştir; yollar, internet ve okullar inşa edilmiştir.
Sonuç olarak, Çin Halk Cumhuriyeti, ne klasik bir sosyalizm ne de klasik bir kapitalizmdir; o, sosyalist hedefleri canlı tutmaya çalışan, ekonomik büyüme ile planlamayı sentezlemiş hibrit bir güçtür. Komünist Partisi’nin en büyük hedeflerinden biri, 2049 yılına kadar ortak refaha ulaşmış sosyalist bir ülke yaratmaktır ve bu uzun soluklu vizyon, küresel dengeleri hızla yeniden şekillendirmektedir.