Türkiye’de boşanma sonrası kadınların yeniden evlenebilmek için 300 gün beklemesini zorunlu kılan yasa, yıllardır tartışmaların odağında. Bu düzenleme, Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesinde yer alıyor ve kadınların, boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren 300 gün geçmeden yeni bir evlilik yapmasını engelliyor. Erkekler için böyle bir kısıtlama bulunmazken, kadınlara uygulanan bu bekleme süresi, cinsiyet eşitliği tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) bu yasağa ilişkin son kararı, toplumda büyük yankı uyandırdı ve hem hukuki hem de sosyal boyutlarıyla geniş bir tartışma başlattı.

Anayasa Mahkemesi, bir Aile Mahkemesi’nin, bu 300 günlük bekleme süresinin kadın-erkek eşitliğine aykırı olduğu gerekçesiyle yaptığı iptal başvurusunu değerlendirdi. Yüksek Mahkeme, oy çokluğuyla aldığı kararla, düzenlemenin iptal talebini reddetti. Kararın gerekçesi, bu sürenin çocuğun soybağının tespitini güvence altına almak için gerekli olduğu yönünde. Peki, bu karar ne anlama geliyor? Kadınlar neden bu bekleme süresine tabi tutuluyor ve bu düzenleme modern Türkiye’de ne kadar geçerli? İşte bu tartışmalı konunun detayları.

Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesine göre, bir kadının evliliği sona erdikten sonra 300 gün boyunca yeniden evlenmesi yasak. Bu süre, boşanma kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlıyor ve tam 10 aya denk geliyor. Örneğin, eğer bir kadının boşanma kararı 1 Mart’ta kesinleşirse, yeniden evlenebilmesi için 27 Aralık’ı beklemesi gerekiyor. Bu düzenlemenin temel amacı, boşanma sonrası doğabilecek bir çocuğun babasının kim olduğunun belirlenmesini sağlamak. Zira evlilik sırasında veya boşanmadan sonraki 300 gün içinde doğan bir çocuk, hukuken kadının eski eşine ait kabul ediliyor. Bu durum, “babalık karinesi” olarak adlandırılıyor ve olası soybağı karışıklıklarını önlemeyi hedefliyor.

Ancak bu kural, kadınların hamile olmadıklarını kanıtlamaları durumunda esneklik gösterebiliyor. Kadınlar, hamile olmadıklarına dair resmi bir sağlık raporu sunarak Aile Mahkemesi’ne başvurabilir ve bu bekleme süresinin kaldırılmasını talep edebilir. Mahkeme, sunulan belgeleri inceleyerek, eğer hamilelik yoksa, bu süreyi iptal edebiliyor. Ayrıca, eğer kadın eski eşiyle yeniden evlenmek istiyorsa, bu süre otomatik olarak kaldırılıyor. Buna rağmen, bu süreç hem zaman alıcı hem de bürokratik bir yük olarak karşımıza çıkıyor. Mahkemenin yoğunluğuna bağlı olarak, iddet süresi kaldırma davası haftalar, hatta aylar sürebiliyor. Bu da kadınların yeni bir evliliğe adım atmasını zorlaştırıyor.

Peki, bu düzenleme neden sadece kadınlara uygulanıyor? Erkeklerin boşanma sonrası hemen evlenebilmesi, cinsiyet eşitliği açısından eleştirilerin odak noktası. İstanbul 8. Aile Mahkemesi, bu düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğunu savunarak AYM’ye başvurmuştu. Mahkeme, 300 günlük bekleme süresinin kadın-erkek eşitliğine aykırı olduğunu ve özel hayata müdahale teşkil ettiğini öne sürmüştü. Ancak AYM, bu süreyi çocuğun soybağının korunması için elzem gördü. Yüksek Mahkeme’nin kararı, hukuki açıdan soybağının netleştirilmesini önceliklendirirken, sosyal açıdan kadınların bireysel özgürlüklerini kısıtladığı yönünde eleştirilere yol açtı.

Bu karar, geçmişte de yoğun tartışmalara neden olan bir konuyu yeniden gündeme taşıdı. İddet süresi, Osmanlı döneminde İslam hukuku çerçevesinde uygulanan bir kural olarak ortaya çıkmıştı. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, 1926’da kabul edilen Medeni Kanun’la modernize edilse de, bu düzenleme korunmuştu. O dönemde, DNA testleri gibi modern teknolojiler mevcut olmadığından, soybağını belirlemek için böyle bir süreye ihtiyaç duyuluyordu. Ancak günümüzde, gebelik testleri ve DNA analizleriyle bir çocuğun babasının kim olduğu kısa sürede tespit edilebiliyor. Bu nedenle, birçok hukukçu ve sivil toplum örgütü, 300 günlük bekleme süresinin çağdışı olduğunu ve kaldırılması gerektiğini savunuyor.

Kadın hakları savunucuları, bu düzenlemenin kadınları damgalayıcı bir şekilde kısıtladığını ve cinsiyet eşitsizliğini pekiştirdiğini belirtiyor. Feminist gruplar, bu sürenin kadınların özel hayatına müdahale ettiğini ve erkeklerle eşit haklara sahip olmalarını engellediğini vurguluyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) daha önce bu konuda verdiği bir karar da tartışmalara ışık tutuyor. AİHM, 300 günlük bekleme süresinin özel hayata saygı ve ayrımcılık yasağını ihlal ettiğine hükmetmişti. Ancak Türkiye’deki mevcut yasal düzenleme, bu karara rağmen değişmedi ve AYM’nin son kararıyla da yürürlükte kalmaya devam edecek.

Bu durum, kadınların hayatlarını nasıl etkiliyor? Örneğin, boşanmış bir kadın, yeni bir ilişkiye başlamış ve evlenmek istiyorsa, ya 300 günü beklemek zorunda ya da mahkemeye başvurarak süre kaldırma davası açmak zorunda. Bu süreç, özellikle hızlı karar almak isteyenler için hem duygusal hem de maddi bir yük oluşturuyor. Üstelik, toplumdaki bazı önyargılar nedeniyle, boşanmış kadınların bu bekleme süresi boyunca yeni bir ilişkiye başlaması bile eleştirilebiliyor. Bu, kadınların hem hukuki hem de sosyal anlamda çifte standartlarla karşı karşıya kalmasına neden oluyor.

Ankara Tandoğan Meydanı CHPnin Kitlesel Mitinginde Vesayete ve Kayyuma Karşı Tarihi Direniş
Ankara Tandoğan Meydanı CHPnin Kitlesel Mitinginde Vesayete ve Kayyuma Karşı Tarihi Direniş
İçeriği Görüntüle

AYM’nin kararı, sadece hukuki bir mesele olmaktan öte, toplumsal cinsiyet rolleri ve eşitlik algısı üzerine de derin bir tartışma başlattı. Kadınların bireysel özgürlüklerini kullanma hakkı, soybağının korunması gibi hukuki bir gerekçeyle sınırlanmalı mı? Modern teknolojinin sunduğu imkanlarla bu süre artık gereksiz mi? Yoksa bu düzenleme, aile yapısını koruma adına hâlâ geçerli mi? Bu sorular, Türkiye’de hem hukukçular hem de toplumun farklı kesimleri tarafından hararetle tartışılıyor.

Kararın sosyal medyada da yankı bulmasıyla, birçok kişi tepkisini dile getirdi. Kimi kullanıcılar, bu düzenlemenin kadınları ikinci sınıf vatandaş gibi konumlandırdığını belirtirken, kimileri ise soybağının korunmasının hâlâ önemli olduğunu savundu. Tartışmalar, özellikle genç nesiller arasında, cinsiyet eşitliği ve bireysel özgürlükler konusundaki farkındalığın artmasıyla daha da alevlendi. Ancak, AYM’nin oy çokluğuyla aldığı bu karar, en azından şimdilik, 300 günlük bekleme süresinin devam edeceğini gösteriyor.

Peki, bu düzenleme gelecekte değişebilir mi? Hukukçular, teknolojinin ilerlemesi ve toplumsal taleplerin artmasıyla, bu sürenin kaldırılması veya en azından kısaltılması yönünde adımlar atılabileceğini öngörüyor. Kadınların hamilelik durumunun hızlıca tespit edilebildiği bir çağda, 300 gün gibi uzun bir sürenin gerekliliği sorgulanmaya devam edecek. Ayrıca, cinsiyet eşitliği konusundaki toplumsal farkındalığın artması, bu tür düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılabilir.

Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi’nin boşanan kadınlara 300 gün evlenme yasağını sürdürme kararı, hem hukuki hem de sosyal açıdan geniş yankı uyandırdı. Kadınların bireysel özgürlükleri ile soybağının korunması arasında bir denge kurmaya çalışan bu düzenleme, modern Türkiye’de cinsiyet eşitliği tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Gelecekte bu konuda ne gibi adımlar atılacağı ise merak konusu. Şimdilik, boşanan kadınlar, ya 300 günü beklemeye devam edecek ya da mahkeme yolunu tutarak bu süreyi kaldırmaya çalışacak. Bu tartışma, Türkiye’nin toplumsal ve hukuki yapısındaki değişimlerin bir yansıması olarak, uzun süre gündemde kalmaya devam edeceğe benziyor.