Türkiye ekonomisinin kronikleşmiş yarası olan enflasyon, sadece haneleri değil, ülkenin geleceğini de tehdit eden bir dev haline geldi. Yıllardır uygulanan sayısız politika denemesine rağmen kalıcı bir düşüşün sağlanamaması, sorunun temelde yapısal olduğunun en çarpıcı kanıtı. Uzmanlar, bu kısır döngüyü kırmanın yolunun, artık klişe görünse de, bazı köklü reformlardan geçtiğini yüksek sesle dile getiriyor. Ülkenin kaderini değiştirecek bu adımların hayata geçirilmesi, ekonomik refahın kapılarını aralamak için hayati önem taşıyor.
Enflasyonla mücadelenin ilk ve belki de en önemli adımı, toplumsal adalet temelinde yükseliyor. Analistler, güçlü bir ekonomik istikrar için öncelikle eğitim, şeffaflık, öngörülebilir bir gelecek sağlamanın yanı sıra “güçlü bir hukuk sistemi” ve “adaletli bir vergi sistemi” tesis edilmesinin şart olduğunu belirtiyor. Adaletli olmayan bir sistemin uzun vadede başarı getirmeyeceği aşikar. Bu durumun en somut göstergelerinden biri de vergi sistemindeki mevcut çarpıklık olarak karşımıza çıkıyor.
Mevcut vergi sistemi, toplam gelir vergisi içindeki dolaylı vergi gelirlerinin yaklaşık %70 oranında olmasıyla, adaletli bir dağılım sağlamaktan çok uzak. Ekonomistler, bu durumun gelir adaletsizliğini derinleştirdiğini vurguluyor. Kalıcı çözüm için “zenginden daha yüksek vergi” ve “ücretliden ve daha düşük gelirliden daha düşük vergi” alınmasını sağlayacak önemli reformların kaçınılmaz olduğu dile getiriliyor. Bu reformlar, sadece ekonomik bir düzenleme değil, aynı zamanda toplumsal bir dengeyi de hedefliyor.
Ekonomik kararlarda şeffaflık ve öngörülebilirlik, yatırım ve güven ortamının tesisinde kritik rol oynuyor. Son dönemde nispeten daha öngörülebilir bir yönetim anlayışına geçilse de, güvenin tam olarak sağlanamamasının temelinde hâlâ kurumların bağımsızlığına yönelik şüpheler yatıyor. Ekonomistlerin dikkat çektiği üzere, “Ekonomi yönetimi faiz arttırmaya veya faizi belli bir seviyede tutmaya karşı çıkarsa acaba görevden alınır mı?” tartışmaları bile bu güvensizliği tetikliyor. Bu belirsizlik, belli kuruluşların özerkliğini koruyabilmesi ve belli yetkilerin belki de daha kısıtlı olması gerekliliğini ortaya koyuyor. Doğru para ve maliye politikalarının uygulanması ancak bu bağımsız ve öngörülebilir zeminde mümkün olabilir.
Ülkenin karşı karşıya olduğu bir diğer büyük yapısal sorun ise tarım alanındaki derin sancılı durumdur. Gıda enflasyonunun temel kaynağı olan tarım, hızla daralan arazilerle ve alarm veren çiftçi yaş ortalamasıyla (58) boğuşuyor. Bu durum, yeni bir çiftçi neslinin yetişmediği anlamına geliyor. Çünkü çiftçiler kazanç sağlayamadıklarından dolayı tarlada kalmak yerine farklı yolları tercih ediyorlar. Maliyetlerin yüksekliği nedeniyle çiftçilerin ürünü toplamanın bile maliyetli olması yüzünden tarlada ürünlerini bırakması, hatta süt hayvanlarını kesime yollaması gibi trajik olaylar yaşanıyor. Tarımda çok ciddi bir reforma ihtiyaç duyulurken, kritik bir sorun olan “susuzluk konusunda ne gibi adımlar atıldığı hakkında bir bilgi” olmaması, bu alandaki çözülmeyi gözler önüne seriyor.
Yapısal dönüşümün bir diğer ayağı sanayi sektöründe yaşanıyor. Uzmanlar, Türkiye'nin yavaş yavaş “erken sanayisizleşmeye doğru gittiğini” düşünüyor. Gayri safi yurtiçi hasılada sanayinin payının hızla gerilemesi (yaklaşık %22-23'lerden %18.6'ya düşmesi) bu endişeyi doğruluyor. Olumlu gelişmeler arasında savunma sanayi ve yüksek teknolojiye verilen destekler sayılabilirken, bu durum yüksek teknoloji ihracatının payını da ufak ufak artırmaya başladı. Öte yandan lojistik altyapının, sanayinin her kesiminin lojistiği doğru kullanabilmesi adına (limanlara ulaşım, tren yolları vb.) atılan adımlar da umut veriyor.
Ancak yapılan bu dönüşümün büyük bir riski beraberinde getirdiği belirtiliyor. Tekstil ve dayanıklı tüketim gibi geleneksel ve “istihdam açısından çok kuvvetli sektörler” ciddi bir buhran yaşıyor ve verilerden de görüldüğü üzere hızla çöküşe geçiyor. Öte yandan yüksek katma değerli ürün üreten yüksek teknoloji ve ana metal gibi desteklenen sektörlerdeki istihdam olanakları ise bu geleneksel sektörlere kıyasla daha kısıtlı bir şekilde ilerliyor. Analistler, geleneksel sektörlerden dışarıda kalan işgücünün hızla gelişmeyen yüksek teknolojiye yönlendirilememesi durumunda, “çok ciddi bir istihdamda kayba neden olmasından ve hani gizli bir işsizliğe neden olmasından” endişe edildiğini aktarıyor. Görünüşe göre tekstil ve dayanıklı tüketimden destek çekilirken, ilerisi düşünülmeden yapılabilecek bu manevraların gelecek açısından risk oluşturduğu uyarısı yapılıyor.
Tüm bu zorluklara rağmen, Türkiye'nin sahip olduğu dinamizm, genç nüfus potansiyeli ve kritik jeopolitik konumu, büyük bir umut kaynağı olmaya devam ediyor. Uzmanlar, doğru zamanda, doğru kadrolarla ve bu sayılan yapısal adımların hepsiyle birlikte, ülkenin “çok önemli yerlere gelebilecek çok büyük başarılara imza atabilecek” bir ülke olduğunu ve enflasyonu kalıcı olarak yenebileceğini vurguluyor. Türkiye'nin ekonomik istikrarı ve refahı için bu köklü reformların ertelenemez bir gereklilik olduğu belirtiliyor.





