Türkiye’nin basın özgürlüğü tartışmaları yeni bir fırtınayla sarsılıyor. Halk TV’nin cesur kalemleri Timur Soykan ve Barış Pehlivan, yargının hedef tahtasında; suçlamalar ağır, iddianame çarpıcı. “Halkı yanıltıcı bilgi yayma” gerekçesiyle hapis isteniyor, ama asıl soru şu: Bu dava, gazeteciliği susturma operasyonu mu, yoksa adaletin son çırpınışı mı? Milyonlar endişeyle izliyor, çünkü bu sadece iki ismin davası değil, gerçeğin sesinin boğulup boğulmayacağının sınavı. Hazır olun, çünkü sırlar bir bir dökülüyor ve Türkiye’nin demokrasi sınavı bir kez daha masada.
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, 15 Ekim 2024’te Halk TV’de yayınlanan “Şule Aydın ile Kayda Geçsin” programında, Timur Soykan ve Barış Pehlivan’ın söylediklerinin “toplumun adalet duygusunu zedelediği” gerekçesiyle soruşturma başlattı. İddianameye göre, iki gazeteci, yargıyı ve devletin kurumlarını aşağılayıcı ifadelerle “toptan töhmet altında bırakmış”. Programda, Soykan’a “cumhurbaşkanına hakaret” ve “devlet kurumlarını aşağılama” suçlamaları yöneltilirken, Pehlivan’a sadece “devlet kurumlarını aşağılama” suçlaması atfedildi. Aynı programda yer alan Murat Ağırel hakkında ise ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi; suçlamaların usul farklılığı nedeniyle dosya ayrıldı. İddianame, RTÜK’ten alınan yayın kaydının incelendiğini belirtiyor, ancak programdaki hangi ifadelerin suç oluşturduğuna dair spesifik detaylar kamuoyuyla paylaşılmadı.
Timur Soykan, savunmasında net bir duruş sergiledi: “Beyanlarım, resmi makamların açıklamalarına, açık kaynak araştırmalarına, siyasi kulislerden elde edilen duyumlara ve mesleki deneyimlerime dayanıyor. Gazetecilik mesleğinin temel gereği olarak, edindiğim bilgileri kamuoyuyla gerçeğe uygun şekilde paylaştım. Suçlamaları kabul etmiyorum.” Soykan’ın bu sözleri, yıllardır sürdürdüğü araştırmacı gazetecilik çizgisini yansıtıyordu. Hatırlarsak, Soykan, Yenidoğan Çetesi skandalını ortaya çıkaran isimlerden biriydi; 2023’te, Dr. Fırat Sarı ve İlker Gönen’in liderlik ettiği çetenin bebek ölümlerine yol açan sahteciliklerini ifşa etmiş, bu da iktidarı rahatsız etmişti. Barış Pehlivan ise savunmasında, 20 yılı aşkın gazetecilik kariyerine vurgu yaptı: “Sözlerim, resmi açıklamalara, açık kaynaklara ve mesleki deneyimlerime dayanıyor. Eylemlerim ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeli. Atılı suçların maddi ve manevi unsurları oluşmamıştır.” Pehlivan, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesini talep etti; zira o da daha önce “MİT Mensuplarını İfşa” davasında hapis yatmış, 2022’de tahliye edilmişti.
İddianame, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarına atıf yaparak, basın özgürlüğünün sınırlarını çizdi: “Haberde gerçeklik olmalı, gerçeğe aykırı bilgi içermemeli, amacı kamuoyunu doğru bilgilendirmek olmalı, halk arasında endişe, korku ve paniğe sebep olmamalı, kamu düzenini veya kurumların saygınlığını zedeleme kastı taşımamalı, görünür gerçekle örtüşmeli ve teyit edilmiş olmalı.” Ancak, Soykan ve Pehlivan’ın programdaki sözlerinin bu sınırları aştığı iddia edildi: “Eleştiri ve düşünce özgürlüğünün ötesine geçen, suç teşkil eden ifadeler kullanıldı.” Bu nedenle, her iki gazeteci için “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçundan 1 yıl 6 aydan 4 yıl 6 aya kadar hapis cezası talep edildi. İddianame, Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi; yargılama, önümüzdeki günlerde başlayacak.
Bu dava, Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesinde yeni bir leke. 2023’te, Soykan’ın Yenidoğan Çetesi haberi, 10 bebeğin ölümünü ortaya çıkarmış, kamuoyunda infial yaratmıştı. Ancak, çetenin liderlerinin 2025’te tahliye itirazlarıyla serbest kalma ihtimali, Soykan’ın “Adalet nerede?” sorusunu gündeme taşıdı. Pehlivan da, 2020’de “Menzil tarikatı” yazıları nedeniyle hapse atılmış, 2022 tahliyesinden sonra Halk TV’de sert eleştirilerine devam etmişti. X platformunda, dava haberi sonrası #TimurSoykan ve #BarışPehlivan etiketleri trend oldu; kullanıcılar, “Gazetecilik suç değil, asıl suç çeteleri koruyanlar” ve “Adalet susturulamaz” diye paylaşımlar yaptı. Gazeteci Kazım Kızıl, “Bu dava, gerçeği yazanları cezalandırma operasyonudur” yorumunu yaptı; Merdan Yanardağ, Tele1’de “Yargı, iktidarın sopası oldu” dedi.
Geçmişte, Türkiye’de basın özgürlüğü hep tartışmalıydı. 2016’dan beri 100’den fazla gazeteci hapse atıldı; 2023’te Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) endeksinde Türkiye, 180 ülke arasında 149. sıradaydı. 2024’te, Aydın, Soykan ve Pehlivan’ın programında, “yargının siyasallaşması” ve “bebek ölümleri skandalı” gibi konular ele alınmıştı; bu, iktidara yakın medyanın tepkisini çekmiş, Yeni Şafak “Halk TV iftira atıyor” manşeti atmıştı. 2025 anketleri, halkın %60’ının yargıya güvenmediğini gösteriyor; bu dava, o güvensizliği derinleştiriyor. Özgür Özel, Tandoğan Mitingi’nde, “Yargı, sarayın gölgesinde. Gazeteciler hapse atılıyor, ama bebek katilleri serbest!” diye haykırmıştı.
Yorumuma gelince, bu dava bir tesadüf değil; CHP’li belediyelerin AKP’ye geçiş dalgasıyla, kurultay davasıyla aynı çizgide. İktidar, muhalefeti ve basını susturarak 2026 seçimlerine hazırlanıyor. Soykan ve Pehlivan, Yenidoğan skandalı gibi gerçekleri ortaya çıkararak halkın öfkesini ateşledi; şimdi cezalandırılıyorlar. Gelecekte, dava mahkumiyetle biterse, basın özgürlüğü bir darbe daha alır; AİHM’e taşınması kaçınılmaz. Ama beraat? O zaman Halk TV’nin sesi daha gür çıkar, muhalefet güçlenir. Bu, sadece iki gazetecinin davası değil; gerçeğin, adaletin ve demokrasinin sınavı. Soykan ve Pehlivan’ın kalemi susmazsa, halkın umudu da sönmez. Peki ya siz, bu savaşta kimin yanında olacaksınız?