Deniz kenarındaki o küçük liman kasabalarında, sabahın erken saatlerinde hava hep biraz tuzlu kokar; dalgaların fısıltısı, martıların çığlıklarıyla karışır ve tezgahlar birer hazine sandığına döner. İskenderun, o Akdeniz'in incisi gibi parıldayan yerlerde, balıkçı tekneleri ufuktan belirirken, herkesin nabzı hızlanır. Son haftalarda, o tanıdık telaş sokaklara yayılmış; kadınlar filelerini kapmış, erkekler bisikletlerine atlamış, çocuklar peşlerinden koşuyor. Neden mi? Suyun altından fışkıran bir bolluk, fiyat etiketlerini altüst etmiş. Eskiden hayallerde kalan o lezzetler, şimdi el uzatılacak kadar yakın; bir anda herkes tezgahlara akın etmiş, pazar yerleri festival yerine dönmüş. Bu hikaye, sadece bir fiyat etiketiyle sınırlı değil; bir kasabanın coşkusunu, sofraların şenliğini anlatıyor. Peki, bu bereketin kökeni nerede yatıyor? Dalgaların getirdiği sırlar, yavaş yavaş açığa çıkıyor.
Balık Satış Tesisleri Kooperatif Başkanı Mehmet Ali Aytekin, o sabah tezgahların başında durmuş, müşterilerin akınını izlerken gülümsüyordu. Yılların balıkçısı, elindeki teraziyle tartarken, bir yandan da hikayeyi anlatıyordu: Jumbo karides, o devasa, kırmızı kabuklu canavarlar, sezon başında 1500 lira gibi uçuk bir fiyata etiketlenmişti. Herkes uzak durmuş, vitrinde hayran hayran bakmakla yetinmişti. Ama şimdi? Bolluk diye bir şey varmış meğer; sular o kadar cömert ki, fiyatlar 400 liraya kadar gerilemiş. Aytekin, sesini yükselterek, "Karides fiyatları sezona açıldığında çok yüksekti ancak bolluk nedeniyle oldukça uygun fiyata satılıyor," diyordu. Bu karidesler, sıradan bir ürün değil; sadece İskenderun'un sularında çıkıyor, o özel coğrafyanın hediyesi. Başkan, etrafındaki kalabalığa dönüp, "Bunun kıymetini bilelim. Önce İskenderun halkı yesin, sonra dışarıya gönderelim," diye sesleniyordu. O an, tezgahın önünde duran bir kadın, torbasına doldururken başını sallıyor, yanındaki adam telefonuyla fotoğraf çekiyordu. Bolluk, sadece mideleri değil, kalpleri de doyuruyordu.
Bu düşüşün yankıları, sadece karidesle sınırlı kalmamış; barbunya, sardalya, uskumru gibi klasiklerin tezgahlara yığılmasıyla bütün pazar değişmiş. Aytekin, elini balıklara uzatıp, "Barbunya, sardalya, uskumru, levrek, çupra ve gümüş balığında da bolluk var," diye ekliyordu. Levrek, o etli, sulu fileyolarıyla 500 ila 550 lira arasında gidip geliyordu; çupra ise 350 liraya inmiş, somon 300 lira civarına yerleşmişti. Gümüş balığı ise bambaşka bir hikaye: Sezon başında 400 liraya satılırken, şimdi 200 liraya kadar düşmüş. O parlak pulları, eskiden nadir bir mücevher gibiydi; şimdi ise her sofraya konuk olabilecek kadar erişilebilir. Aytekin'in gözleri parlayarak, "Balığımız çok. 3 ay içerisinde güzel bir hızlanma, güzel bir artış var," demesiyle, dinleyenler başlarını sallıyordu. Bu artış, suların ısınmasıyla, göç yollarının değişmesiyle ilgiliydi belki; ama sonuçta, İskenderun'un balıkçıları teknelerini daha sık denize indiriyor, ağlar her seferinde daha dolu dönüyordu.
Pazarın o canlı ritmi, sabahın erken saatlerinden öğlene kadar sürüyor; tezgahlar arasında koşuşturma, fiyat pazarlıkları, tazelik testleri. Bir balıkçı, elindeki levreği kaldırıp, "Bakın, bu sabah yakalandı, gözleri hala capcanlı," diye bağırıyor; yan tezgahın sahibi, çuprasını tartarken müşteriye somonun faydalarını anlatıyor. Karides bolluğu, diğer türleri de tetiklemiş; sardalya ve uskumru, ucuz fiyatlarıyla ızgaraların vazgeçilmezi olmuş. Aytekin, kooperatifin kapısında durmuş, dışarıdan gelen soruları yanıtlarken, "İskenderun halkı bundan faydalansın," diye tekrarlıyordu. O çağrı, sosyal medyada dolaşıp, komşu illerden bile akınlara yol açmış; Hatay'ın iç kesimlerinden, Adana'dan arabalar dolusu insan inmiş. Bir aile, tezgahın önünde durmuş, çocuklarına gümüş balığını gösteriyor; "Bak, eskiden alamazdık, şimdi ziyafet çekeceğiz," diyor anne. Bu bolluk, sadece ekonomik bir rahatlama değil; bir kutlama havası yaratmış, sokaklar balık kokusuyla dolmuş.
Ama her bereketin bir sonu var, değil mi? Aytekin, o gülümsemesinin ardında bir uyarıyı saklıyordu: "3 ay sonra hem fiyatlar artar hem de mal azalır." Bu sözler, dinleyenleri biraz hüzünlendirmiş; çünkü o 3 aylık dönem, yazın son demlerinden kışa geçişe denk geliyordu. Sular soğudukça, karidesler derinlere çekilecek, diğer balıklar göç yoluna dönecekti. Şimdilik, bu fırsat penceresi sonuna kadar açık; İskenderun'un balıkçıları, stoklarını akıllıca yönetiyor, taze taze sunuyor. Bir balıkçı ustası, çırağına, "Ağları erken çek, yoksa bozulur," diye tembihliyor; diğer yandan, restoran sahipleri menülerini güncelliyor, karides güveçleri, ızgara levrekleri öne çıkarıyor. Pazarın etrafındaki kafeler, dolup taşmış; insanlar kahvelerini yudumlarken, yarınki alışveriş planlarını yapıyor. Bu düşüş, yerel ekonomiyi canlandırmış; balıkçılar daha fazla satış yaparken, esnaf da payını alıyor.
İskenderun'un bu balık cenneti, yıllardır Akdeniz'in gizli hazinelerinden biri; dar sokaklarında, liman rıhtımında, her köşe bir hikaye barındırıyor. Karideslerin o kıvrımlı yolları, İskenderun Körfezi'nin derinliklerinden başlıyor; avcılar, gece tekneleriyle açılıyor, şafak sökerken dönüyor. Bolluğun sırrı, belki iklimin cilvesi, belki akıntıların hediyesi; ama sonuçta, tezgahlar renk cümbüşüne dönmüş. Gümüş balığının o ince filetosu, tava yapıldığında çıtır çıtır; çupranın derisi, fırında kızardığında altın sarısı oluyor. Aytekin'in sözleri, bu lezzetleri koruma çağrısıyla bitiyor; yerel halkın önceliği, o kıymetli ürünün değerini bilmek. Dışarıya gönderim, sadece artandan olmalı; yoksa o bolluk, çabuk unutulur.
Bu sezonun heyecanı, sadece İskenderun'la sınırlı kalmayacak; haberler yayıldıkça, turizm patlaması bekleniyor. Hafta sonu kaçamakları için ideal; limanda bir yürüyüş, taze balık ziyafeti, dalga sesleri eşliğinde sohbet. Balıkçılar, kooperatif toplantılarında haritalar açmış, gelecek avları planlıyor; Aytekin, masanın başında, "Bu bereketi sürdürelim," diyor. Müşteriler, torbalarını sallayarak evlerine dönerken, arkalarında bir iz bırakıyor: Sofralarda karides kokusu, kahkahalar, paylaşılan hikayeler. Fiyatların bu ani dansı, hayatın küçük mucizelerini hatırlatıyor; deniz, her zaman cömert, ama kaprisli. 3 ay sonrası için şimdiden stok mu yapsak diye düşünenler var; derin dondurucular dolacak, kış akşamları için.
Sonuçta, bu balık bolluğu bir festival gibi; İskenderun'un sokakları, lezzet avcılarıyla dolu. Jumbo karidesin o 400 liralık cazibesi, levreğin tuzlu ızgarası, gümüşün ucuz neşesi – hepsi bir araya gelince, bir kasaba şenleniyor. Aytekin'in çağrısı kulaklarda yankılanıyor: Faydalanın, tadını çıkarın, kıymetini bilin. Deniz, bu hediyesini uzun süre sunmayabilir; ama şimdilik, tezgahlara koşmak, o en tatlı koşu. Akdeniz'in rüzgarı, bu hikayeyi daha da taşıyacak; belki yarın başka bir sürprizle dönecek. Sofralar hazır, mideler aç – bereketin tadı, damağımızda kalacak.
            
            
                            
                            
                            



