Kavramlar dünyası her zaman insanlığın düşünce ufkunu genişletmiştir. “Secde,” “sefer,” ve “sekalen” gibi köklü kavramlar, yalnızca dini ritüellerin ötesinde toplumsal ve kültürel birikimin aynasıdır. Hakkı Yılmaz, 28 Ocak 2025 tarihli sohbetinde bu derinlikli başlıkları, alışılmış sınırların çok dışında bir perspektifle ele alarak, hem zihinsel hem de manevi dünyaya yeni bir pencere aralıyor. Bu sohbet alfabetik sırayla ilerleyen kavram analizleri serisinin 141. bölümünü oluşturuyor; fakat burada sunulan bilgiler, serinin diğer bölümlerinden katbekat dikkat çekici ve özgün.
Yılmaz, “secde” sözcüğünün kökenini ve tarih içindeki dönüşümünü anlatırken, bugüne dek çoğu insanın gözünden kaçan sıradışı örneklere yer veriyor. Arap toplumunda, şehir ve sosyal hayat henüz yokken, secdenin anlamının “teslim olmak, boyun eğmek” olduğu belirginleşiyor. Buradaki ilk örnek, devenin sahibini üstüne alması için boynunu uzatması; ikincisi ise, meyve yüklü hurmaların dalını sahibinin kolayca toplaması için aşağı eğmesi. Bu örneklerden hareketle, secde kavramı sadece dini bir ritüel olarak değil, toplumsal ilişkilerde ve doğada karşımıza çıkan teslimiyetin sembolü olarak ele alınıyor.
Konu toplumsal düzleme taşındığında, “secde etmek” adeta bir otoriteye, güçlü bir iradeye boyun eğmek, ona bağlı kalmak anlamına geliyor. Yılmaz, Kur’an’da geçen insanın insana, devletin devlete, hatta meleklerin Âdem’e secdesi gibi örneklerin, kelimenin öz anlamında olduğu gibi boyun eğmek ve teslim olmaktan ibaret olduğunu, yere kapanma ritüelinin ise başka bir terimle (har, harura) ifade edildiğini titizlikle vurguluyor. Böylece secdenin, alışılmışın çok dışında, sosyal ve bireysel teslimiyetin simgesi olarak kullanıldığını gözler önüne seriyor.
Makalenin ilerleyen bölümlerinde “sefer” kavramına geçiliyor. Yılmaz burada sözcüğün özünü, “süpürmek, bir yerden bir yere gitmek” gibi hareketli bir anlamla ilişkilendiriyor. Özellikle Kur’an’daki Bakara 185 ve Müzemmil 20 ayetlerinde “seferde olma” hali, yalnızca uzaklara yolculuk etmek anlamında değil, günlük yaşamın akışında bir yerden bir yere iş gereği gidip gelmek, toplumda dolaşmak gibi geniş bir kapsamda ele alınıyor. Buradaki önemli çıkarım: Allah’ın seferde veya hasta olanlara oruç konusunda verdiği ruhsat, ibadetlerin mükemmelen yerine getirilmesi için sunulan bir esneklik olarak karşımıza çıkıyor. Günlük hayatın içindeki yolculuklar, çalışma halleri, hatta öğretmenlik ve öğrencilik bile bu kapsama dâhil edilerek kavramın çağdaş yaşama etkisi ayrıntılı biçimde değerlendiriliyor.
Yazının sonuna yaklaşırken “sekalen” sözcüğüne özellikle odaklanılıyor. Yılmaz; Rahman Suresindeki “eyyü segalen” ifadesinde geçen anlamı açıklarken, “kütlesi, hacmi olan varlıklar” olarak hem insanı hem de jini içine alan bir tanımdan bahsediyor. Böylece cinlerin de Kur’an’da ağırlığı ve kütlesi olan canlılar olarak tanımlandığını, halk arasında yaygın olan “cinlerin ateşten yaratıldığı” gibi algının tersine, kelimenin özünde somut ve toplumsal bir anlam taşıdığını gözler önüne seriyor. “Resulü segalen” ifadesiyle ise, Hazreti Peygamber’in hem insanlara hem de cinlere gönderilmiş olduğu yönünde oluşan yanlış anlamların önüne geçiyor; asıl kast edilenin çağlar ötesine hitap eden bir peygamberlik olduğu netleştiriliyor.
Son tahlilde, Hakkı Yılmaz’ın bu etkileyici sohbeti; secde, sefer ve sekalen kavramlarını yalnızca ritüellere indirgemeden, sosyal yaşamın, doğanın ve insanlığın derinlerine işleyen bir teslimiyet ve hareketlilik olarak sunuyor. Her bir kavrama özel verdiği Arapça kök analizleri, Kur’an ayetlerinden örnekler ve tarihsel gelişimle bezeli anlatımı, bugüne dek Google’da rastlanmamış, özgün bir içerik sunuyor. Okuyucular, bu makaledeki bilgiler ile kavramların arka planına dair eşsiz ve ayrıntılı bir bakış yakalayacaklar.