Milyonlarca çalışanın gözü kulağı, çalışma hayatında köklü değişiklikler yaratacak yeni düzenlemelerde. Türkiye’nin iş gücü piyasası, yıllardır kıdem tazminatı gibi temel bir hak üzerinden şekillenirken, son dönemde ortaya çıkan yeni planlar, çalışanların geleceğine dair soru işaretlerini artırıyor. Hükümetin uzun süredir gündeminde olan Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) ve buna bağlı olarak Kıdem Tazminatı Fonu (KTF), bir kez daha ertelenerek 2026’nın ikinci yarısına ötelenmiş durumda. Ancak bu erteleme, çalışanların haklarına yönelik endişeleri dindirmek yerine, daha da büyütüyor. Peki, bu yeni sistem neler getirecek, çalışanların kıdem tazminatı hakkı nasıl etkilenecek ve bu değişiklikler iş dünyasını nasıl yeniden şekillendirecek?

Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi, uzun süredir sürdürülebilirlik sorunlarıyla karşı karşıya. Emekli maaşlarının açlık sınırının altına düşmesi, sosyal güvenlik açıklarının Hazine tarafından finanse edilmesi ve Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) aktüeryal dengesindeki bozulmalar, sistemin alarm verdiğini gösteriyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kriterlerine göre, sağlıklı bir sosyal güvenlik sistemi için 4 çalışanın 1 emekliyi finanse etmesi gerekiyor. Ancak Türkiye’de bu oran dramatik bir şekilde 1,6 çalışana 1 emekli seviyesine gerilemiş durumda. Bu tablo, sistemin tıkanma noktasına geldiğini ve köklü bir reforma ihtiyaç duyulduğunu açıkça ortaya koyuyor. Hükümetin bu soruna çözüm olarak sunduğu TES ve KTF, çalışanlardan yapılacak kesintilerle devasa bir kaynak yaratmayı hedefliyor. Ancak bu kaynakların nasıl kullanılacağı, çalışanlar için bir güvence mi yoksa yeni bir yük mü olacağı tartışma konusu.

TES’in temel mantığı, çalışanların maaşlarından belirli bir oranda kesinti yapılarak bir emeklilik fonu oluşturulması. Bu sistem, mevcut kıdem tazminatı uygulamasını kökten değiştirmeyi amaçlıyor. Şu anda kıdem tazminatı, bir çalışanın işten çıkarılması durumunda, her çalışma yılı için bir brüt maaş tutarında ödeniyor. Ancak TES ile birlikte bu hak, bireysel fon hesaplarına devredilecek ve çalışanlar, birikimlerinin yalnızca küçük bir kısmını belirli koşullarda kullanabilecek. Toplu ödemeler ise sadece emeklilik durumunda mümkün olacak. Bu durum, çalışanların yıllarca biriktirdiği kıdem tazminatına erişimlerini zorlaştırabilir. Daha da önemlisi, bu fonların yönetimi ve kullanımı konusunda şeffaflık eksikliği, çalışanlar arasında ciddi bir güvensizlik yaratıyor.

Kıdem Tazminatı Fonu’nun (KTF) kurulmasıyla birlikte, çalışanlardan yapılacak kesintilerin yüz milyarlarca liralık bir kaynağa dönüşmesi bekleniyor. Ancak bu devasa kaynakların nasıl kullanılacağına dair endişeler büyük. Mevcut ekonomik tabloda, Hazine’nin taze kaynak ve borç ihtiyacı had safhada. Bu durum, KTF’de birikecek paraların, çalışanların geleceği için bir güvence olmaktan ziyade, iktidar, Hazine, kamu bankaları ya da Türkiye Varlık Fonu tarafından ucuz finansman kaynağı olarak kullanılabileceği şüphelerini doğuruyor. Özellikle, fonların işverenlere düşük maliyetli kredi olarak sunulması ihtimali, çalışanların haklarının işveren lehine yeniden dağıtılacağı korkusunu güçlendiriyor. Bu, milyonlarca çalışanın yıllarca emek vererek kazandığı kıdem tazminatı hakkının, bir anlamda ellerinden alınması anlamına gelebilir.

Geçmişte kıdem tazminatı reformu girişimleri, çalışanlar ve sendikalar tarafından yoğun bir şekilde eleştirilmişti. 2023 ve 2024 yıllarında açıklanan Orta Vadeli Programlar (OVP) kapsamında TES’in önce 2024’ün, ardından 2025’in ikinci yarısında hayata geçirileceği duyurulmuştu. Ancak her iki dönemde de bu planlar hayata geçirilemedi ve şimdi 2026’ya ertelendi. Bu ertelemeler, hükümetin bu konuda henüz net bir yol haritası çizemediğini ve iş dünyası ile çalışanlar arasında uzlaşma sağlayamadığını gösteriyor. Çalışanlar, kıdem tazminatının mevcut haliyle bir iş güvencesi sağladığını düşünüyor. Yeni sistemde ise bu güvencenin ortadan kalkması ve fonların kötü yönetilmesi riski, çalışanların en büyük korkusu.

Ekonomik açıdan bakıldığında, Türkiye’nin içinde bulunduğu yüksek enflasyon ve borç yükü, bu tür reformların zamanlamasını daha da kritik hale getiriyor. Emekli maaşlarının erimesi, sağlık harcamalarındaki katılım paylarının artması ve SGK’nın özel hastanelerle iş birliğine yönlendirilmesi, sosyal güvenlik sisteminin yükünü çalışanların omuzlarına daha fazla yüklüyor. KTF’nin yaratacağı kaynakların, bu yükü hafifletmek yerine, başka alanlarda kullanılması ihtimali, çalışanlar arasında adaletsizlik algısını güçlendiriyor. Özellikle, fonların işverenlere ucuz finansman sağlamak için kullanılması durumunda, çalışanların haklarının gasp edileceği yönündeki endişeler artıyor.

Çalışanlar için kıdem tazminatı, yalnızca maddi bir güvence değil, aynı zamanda yıllarca verdikleri emeğin bir karşılığı. Bu hakkın, yeni bir sistemle fonlara devredilmesi ve erişiminin kısıtlanması, milyonlarca çalışanın geleceğe dair umutlarını zedeliyor. TES ve KTF’nin hayata geçirilmesi, iş gücü piyasasında köklü bir dönüşüm yaratabilir, ancak bu dönüşümün çalışanlar lehine mi yoksa aleyhine mi olacağı henüz belirsiz. Hükümetin, bu süreci şeffaf bir şekilde yönetmesi ve çalışanların haklarını koruyan bir sistem kurması, bu reformun başarısı için kritik önem taşıyor. Aksi takdirde, milyonlarca çalışanın güvenini kaybetmek, sadece ekonomik değil, toplumsal bir krize de yol açabilir.

Altın Fırtınası Çarşamba'ya Odaklandı
Altın Fırtınası Çarşamba'ya Odaklandı
İçeriği Görüntüle

Sonuç olarak, TES ve KTF, Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemini yeniden şekillendirme potansiyeline sahip. Ancak bu değişim, çalışanların haklarını koruyan bir çerçevede mi ilerleyecek, yoksa yeni bir yük mü getirecek? Bu sorunun cevabı, 2026’ya kadar netleşecek gibi görünüyor. Çalışanlar, bu süreçte haklarını savunmak için sendikalar ve hukuk uzmanlarıyla daha yakın iş birliği içinde olmalı. Çünkü kıdem tazminatı, sadece bir maaş ödemesi değil, yıllarca verilen emeğin ve geleceğe dair umudun bir sembolü. Bu sembolün kaybolması, milyonlarca çalışanın hayatını derinden etkileyebilir.