Financial Times'ın çarpıcı analizi, küresel merkez bankalarına yönelik en net uyarıyı Türkiye üzerinden veriyor: Ultra ortodoks ekonomi politikaları bile inatçı enflasyonu tam olarak dizginleyemeyebiliyor, bu yüzden parasal gevşeme hızını yavaşlatmak şart. İngiliz gazetesinin bu hafta yayımlanan köşe yazısında, Türkiye'nin ekonomik dönüşümü mercek altına alınıyor ve geleneksel faiz-enflasyon ilişkisinin bozulduğu vurgulanıyor.

Analiz, sadece Türkiye'nin iç dinamiklerini değil, ABD ve İngiltere gibi ülkelerin enflasyon tartışmalarına da yankı düşürüyor; zira Türkiye'nin gayrisafi yurtdışı hasılası (GSYH) satın alma gücü paritesine göre 2025'te İtalya'yı geride bırakacak kadar büyük bir ekonomi olması, onu G7 üyeleriyle kıyaslanabilir kılıyor. Ancak 85 milyon nüfusa rağmen yaşam standartlarının İtalya'nın yaklaşık yüzde 70'i seviyesinde kalması, bu büyümenin adaletsiz dağılımını gözler önüne seriyor. Gazetenin uyarısı net: İyi niyetli temennileri ekonomi politikasına dönüştürmenin bedeli genellikle ağır olur. Bu, merkez bankalarına, enflasyonla mücadelede aceleci faiz indirimlerinden kaçınmaları çağrısı olarak okunuyor. Türkiye örneği, pandemi sonrası dönemde beşinci kez merkez bankası başkanı değişikliği yaşayan bir ülkenin, nasıl "deneysel" politikalardan ortodoks çizgiye geçtiğini ve hala yüzde 31 enflasyonla boğuştuğunu detaylandırıyor.

Analiz, bu sürecin küresel derslerini sıralarken, Türkiye'nin ekonomik yolculuğunu bir uyarı öyküsü olarak konumlandırıyor; zira enflasyonun kalıcı düşüşü için uzun soluklu bir mücadele gerektiği, kısa vadeli iyimserliklerin yanıltıcı olabileceği açıkça belirtiliyor. Bu yazı, sadece finans çevrelerini değil, politika yapıcıları da alarma geçiriyor, çünkü Türkiye'nin başarısızlığı veya yarım kalmış başarısı, benzer riskleri taşıyan diğer ekonomilere domino etkisi yaratabilir.

1 Ocak 2026'dan İtibaren Emekli Maaşından Yüzde 25 Kesinti
1 Ocak 2026'dan İtibaren Emekli Maaşından Yüzde 25 Kesinti
İçeriği Görüntüle

Türkiye'nin ekonomik modelinin evrimi, Financial Times analizinin odak noktası. Yıllar önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın düşük faiz ısrarı, ülkeyi derin bir krize sürüklemişti. Erdoğan, yüksek faizleri "sömürü aracı" ve "en büyük düşman" olarak nitelendirerek, düşük faizlerin enflasyonu düşüreceği görüşünde ısrarcı olmuştu. Bu "deneysel" yaklaşım, resmi TÜFE enflasyonunun 2022'de yüzde 85'i aşmasına yol açtı – Avrupa ülkelerinde aynı dönemde enflasyon yüzde 10 civarındayken, Türkiye'de fiyatlar pandeminin hemen öncesine göre neredeyse sekiz katına fırladı. Bu vahim tablo, ithalatı pahalılaştıran kur dalgalanmalarını tetikledi, ithal girdilere bağımlı sanayiyi vurdu ve hanehalkı tasarruflarını eritti. Analiz, bu dönemi "acı tecrübe" olarak tanımlarken, Erdoğan'ın 2023'te tam bir politika dönüşü yapmasını dönüm noktası olarak öne çıkarıyor. Dönemin merkez bankası başkanını değiştiren Erdoğan, "Sıkı para politikasıyla enflasyonu tek haneye indireceğiz" açıklamasıyla ortodoks bir çizgiye yöneldi.

Bu dönüşüm, Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan'ın atanmasıyla somutlaştı; New York Fed'de kariyer yapmış, doktora derecesine sahip Karahan, işgücü piyasasının resesyona girmeden soğuduğunu savunarak, sıkı para politikasının kademeli sonuçlarını vurguluyor. Karahan'ın son enflasyon raporunu sunarkenki ifadesi ise iyimserliği yansıtıyor: "Sıkı para politika kademeli olarak sonuç veriyor." Ancak Financial Times, bu iyimserliğin risklerini sorguluyor; zira Türkiye, ultra ortodoks politikaları benimsemiş olsa da, enflasyon hala inatçı bir şekilde yüksek seyrediyor. Bu model, sadece faiz artırımlarını değil, mali disiplini ve yapısal reformları da içeriyor; fakat analiz, bunların bile enflasyonu kalıcı olarak kontrol altına almadığını belirtiyor. Türkiye'nin ekonomik büyüklüğü –IMF tahminlerine göre 2025 GSYH'si İtalya'yı geçecek– bu başarısızlığın küresel piyasalara yansımasını kaçınılmaz kılıyor. Gazete, bu bağlamda, Türkiye'nin deneyiminin, gelişmekte olan ekonomiler için bir ayna olduğunu ima ediyor; zira benzer politik dönüşümler yaşayan ülkeler, aynı tuzağa düşebilir.

Kasım 2025 enflasyon verileri, Financial Times analizinin en somut dayanaklarından biri ve Türkiye'nin enflasyon mücadelesindeki yavaşlamayı gözler önüne seriyor. Yıllık TÜFE oranı, ekim ayındaki yüzde 32,9'dan yüzde 31'e geriledi; bu düşüşün ana nedeni gıdadaki yavaşlama olsa da, temel fiyat artışlarında belirgin bir yumuşama gözlenmedi. Dezenflasyon hızı belirgin şekilde azaldı ve Merkez Bankası'nın yıl sonu için koyduğu yüzde 24 hedefi aşılacak gibi duruyor. Çekirdek enflasyon ise hala yüksek seviyelerde ve beklentilerin üzerinde seyrediyor; bu, geçici faktörlerin değil, yapısal sorunların hakim olduğunu gösteriyor. Analiz, enflasyon beklentilerinin düşüş eğiliminde olduğunu kabul etse de, bu düşüşün yetersiz kaldığını vurguluyor: Piyasalar, şirketler ve hanehalkı gelecek yıl için daha düşük enflasyon öngörüyor, ancak tüm tahminler Merkez Bankası'nın yüzde 16'lık projeksiyonunun oldukça üzerinde. Hanehalkının medyan beklentisi yüzde 40'ın üzerinde kalırken, bu durum güven erozyonunu işaret ediyor.

TCMB'nin perşembe günkü toplantısında politika faizini en az bir puan daha indirmesi bekleniyor; ancak Financial Times, bu indirimin aceleci olabileceğini ima ederek, merkez bankalarına "temkinli olun" mesajı veriyor. Bu veriler, Türkiye'nin enflasyonla mücadelesinin hala kırılgan olduğunu ortaya koyuyor; zira gıda enflasyonundaki yavaşlama mevsimsel bir rahatlama olabilir, hizmetler ve çekirdek mallardaki yükseliş ise yapısal baskıları yansıtıyor. Gazete, bu tabloyu, Erdoğan'ın düşük faiz ısrarının yarattığı kalıcı hasarın bir yansıması olarak yorumluyor: Fiyatlar sekiz kat artmışken, hanehalkı gelirleri bu hızı yakalayamadı, tasarruf oranları düştü ve dış borç yükü arttı. Analiz, bu verilerin sadece istatistik olmadığını, milyonlarca vatandaşın günlük hayatını etkilediğini belirtiyor; pazar sepetinden kiraya, eğitim masraflarından sağlık harcamalarına kadar her alanda enflasyonun pençesinde kıvranan bir toplumun resmini çiziyor. Bu bağlamda, Türkiye'nin hikayesi, küresel enflasyon tartışmalarında bir referans noktası haline geliyor; zira Avrupa'daki yüzde 10'luk oranlar karşısında yüzde 85'lik zirve, politikanın ne kadar kritik olduğunu gösteriyor.

Merkez bankalarına yönelik uyarılar, Financial Times analizinin en çarpıcı bölümü ve Türkiye'nin deneyiminden çıkarılan dersleri somutlaştırıyor. Gazete, geleneksel faiz-enflasyon dengesinin bozulduğunu belirterek, iyi niyetli politikaların bile uzun vadeli taahhüt gerektirdiğini vurguluyor. Ana mesaj şu: Diğer ülkeler için, iyi niyetli temennileri ekonomi politikasına dönüştürmenin bedeli genellikle ağır olur. Bu, özellikle ABD ve İngiltere'deki merkez bankalarına hitap ediyor; zira bu ülkelerde de enflasyon tartışmaları hararetliyken, Türkiye'nin G7 büyüklüğündeki ekonomisi bir uyarı levhası gibi duruyor. Analiz, Türkiye'nin 2026'da parasal gevşeme hızını azaltması gerektiğini öngörüyor; çünkü kalıcı enflasyonla mücadele, kısa vadeli zaferlerden ziyade sabırlı bir yol gerektiriyor. TCMB eski başekonomisti Hakan Kara'nın görüşleri burada kilit rol oynuyor: "Ekonominin daha öngörülebilir hale geldiğini ancak Merkez Bankası’nın 'fazla iyimser şekilde' hızlı faiz indirdiğini düşünüyor. Kasımda çekirdek mal enflasyonu ve hizmet enflasyonu yine yükseldi."

Kara'nın bu eleştirisi, iyimser projeksiyonların gerçek verilerle çeliştiğini gösteriyor; Merkez Bankası'nın yüzde 16'lık enflasyon tahmini, hanehalkı beklentilerinin yüzde 40'ını aşarken, güveni sarsıyor. Financial Times, bu uyarıyı genişleterek, ortodoks politikalardan uzaklaşmanın sonuçlarının acı tecrübe edildiğini hatırlatıyor: Erdoğan'ın düşük faiz ısrarı, sadece enflasyonu patlattı değil, aynı zamanda kur volatilitesini artırdı ve yabancı yatırımı kaçırdı. Merkez bankalarına düşen, bu tür sapmalardan ders çıkarmak; zira Türkiye'nin beşinci başkanı Karahan döneminde bile enflasyon yüzde 40'ın altına ancak bu yıl indi. Analiz, bu sürecin küresel yankılarını da ele alıyor: Gelişmekte olan piyasalarda benzer dönüşümler yaşayan ülkeler –örneğin Arjantin veya Brezilya– Türkiye'yi model alırken, aynı hatalara düşmemeli. Uyarı, şeffaflık ve iletişim stratejilerine de uzanıyor; Karahan'ın "kademeli sonuçlar" vurgusu gibi, merkez bankalarının halkı gerçekçi beklentilere yönlendirmesi şart. Bu dersler, sadece teorik değil; pratikte, 2026 faiz indirimlerinin yavaşlatılmasıyla somutlaşacak ve küresel finansal istikrarı etkileyecek.

Türkiye'nin enflasyonla mücadelesi, Financial Times analizinde uluslararası karşılaştırmalarla zenginleştiriliyor ve bu, uyarının evrensel niteliğini pekiştiriyor. 2022'de Türkiye'nin yüzde 85'i aşan enflasyonu, Avrupa'daki yüzde 10'luk ortalamayla kıyaslandığında adeta bir uçurum yaratıyor; bu fark, Erdoğan'ın heteredoks politikalarının yıkıcı etkisini somutlaştırıyor. IMF verilerine göre, Türkiye'nin satın alma gücü paritesine göre GSYH'si 2025'te İtalya'yı geçecek olsa da, 85 milyonluk nüfusun yaşam standartları İtalya'nın yüzde 70'iyle sınırlı kalıyor – bu, büyümenin kapsayıcı olmadığını gösteriyor. Analiz, bu karşılaştırmayı G7 ekonomileriyle genişleterek, Türkiye'nin yönetiminin neden geniş çapta mercek altında olduğunu açıklıyor: Bir G7 üyesinin büyüklüğünde bir ekonomi, enflasyon sapmalarıyla küresel tedarik zincirlerini etkileyebilir. ABD'de Fed'in faiz indirim tartışmaları veya İngiltere Merkez Bankası'nın enflasyon hedeflemesi, Türkiye'nin yarım kalmış dezenflasyon sürecinden ders çıkarabilir; zira Karahan'ın iyimserliği gibi, erken gevşeme riskli. Gazete, bu bağlamda, pandemi sonrası dönemde yaşanan başkan değişikliklerini –beşinci isim Karahan– bir istikrarsızlık göstergesi olarak yorumluyor.

Karşılaştırmalar, sadece sayısal verilerle sınırlı kalmıyor; Erdoğan'ın "sıkı para politikası" vaadinin, Avrupa'daki ECB'nin benzer adımlarıyla paralelliğini kurarken, Türkiye'nin yapısal sorunlarının –gıda bağımlılığı, ithalat baskısı– farkını vurguluyor. Bu analiz, Türkiye'yi bir "kötü örnek" değil, "temkinli yaklaşım" dersi olarak konumlandırıyor; zira enflasyonun yüzde 40'ın altına inmesi bile, çekirdek göstergelerdeki yükselişle gölgeleniyor. Küresel merkez bankaları için, bu karşılaştırma, yerel dinamiklerin ihmal edilmemesi gerektiğini hatırlatıyor: Türkiye'nin sekiz kat fiyat artışı, Avrupa'daki ılımlı yükselişten farklı olarak, sosyal huzursuzluğu tetikleyebilir.

Financial Times'ın bu analizi, Türkiye'nin ekonomik politikasının küresel etkilerini derinlemesine irdeleyerek, merkez bankalarının stratejik hatalarını önleme potansiyeli taşıyor. Gazete, Erdoğan'ın dönüşümünü alkışlasa da, inatçı enflasyonun kalıcı hasarlarını –tasarruf kaybı, borç artışı, güven erozyonu– detaylandırıyor. Hakan Kara'nın "fazla iyimser" eleştirisi, Merkez Bankası'nın projeksiyonlarının gerçeklikten koptuğunu gösterirken, hanehalkı beklentilerinin yüzde 40'ı aşması, politikanın halk nezdinde inandırıcılığını yitirdiğini işaret ediyor. Analiz, 2026 için parasal gevşeme yavaşlatma çağrısını, yıl sonu hedefinin aşılacağı öngörüsüyle destekliyor; politika faizi indiriminin bir puanla sınırlı kalması bile, dezenflasyon hızındaki yavaşlamayı telafi edemeyebilir.

ajı, iyi niyetin yetersiz kaldığı bir dünyada, veri odaklı ve sabırlı politikaların zorunlu olduğu: Türkiye'nin hikayesi, bu dengenin bozulmasının bedelini ödemenin en canlı örneği. Küresel bağlamda, bu analiz, IMF gibi kurumların raporlarıyla örtüşüyor; gelişmekte olan ekonomilerin enflasyon tuzaklarından kaçınması için, Türkiye'nin sekiz kat fiyat artışı bir kırmızı bayrak. Merkez bankaları, Karahan'ın kademeli yaklaşımını örnek almalı; ancak Kara'nın uyardığı gibi, iyimserlik tuzağına düşmemeli. Bu yazı, finans dünyasında yankı bulurken, Türkiye için de bir iç muhasebe fırsatı sunuyor: Enflasyonun kalıcı düşüşü, sadece faizle değil, mali reformlar ve yapısal değişimlerle mümkün.

Sonuç olarak, Financial Times'ın Türkiye üzerinden merkez bankalarına verdiği uyarı, ekonomik politikanın kırılganlığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Ultra ortodoks dönüşüme rağmen yüzde 31 enflasyonla boğuşan Türkiye, küresel derslerin en somut hali: Parasal gevşemeyi yavaşlatmak, beklentileri yönetmek ve yapısal riskleri ihmal etmemek şart. Erdoğan'ın vaadlerinden Karahan'ın çabalarına, bu yolculuk hala devam ederken, analiz "ağır bedel" uyarısını haykırıyor. Diğer ülkeler, bu tuzağa düşmemek için Türkiye'yi izlemeli; zira G7 büyüklüğündeki bir ekonominin sarsıntısı, herkesi etkileyecek. Bu analiz, sadece bir köşe yazısı değil; merkez bankalarının yol haritası ve enflasyonla mücadelenin manifestosu.