İstanbul'un taş döşeli sokaklarında, Boğaz'ın serin sularında yansıyan gün batımları, bazen en derin yaraları örten bir örtü gibi gelir. Şehir, milyonların hayallerini taşıyan bir dev; ama son aylarda, o hayallerin gölgesinde bir karanlık uzanıyor. Pandemi sonrası toparlanmanın yaraları sarılmaya çalışılırken, 2025'in ilk baharında esen rüzgarlar, beklenmedik bir fırtınaya dönüştü. 19 Mart 2025, Türkiye'nin siyasi takviminde bir kırılma noktası olarak kazındı hafızalara – sokaklardaki protestolar, özgürlük talepleri, ve ardından gelen tutuklamalar. O günün yankıları hâlâ taze; gençler, gazeteciler, aktivistler... Binlerce ses, bir anda susturuldu. Aileler, adliye koridorlarında nöbet tutuyor; çocuklar, babalarının boş sandalyesine bakıyor. Bu tablo, sadece bir hukuki süreç değil; bir milletin vicdanını sızlatan bir sınav. Uluslararası raporlar, BM'den Avrupa Parlamentosu'na kadar, bu tutukluluk hallerini sorguluyor – iddianamesiz günler, suçlamasız hücreler... Peki, bu sessizliğin ortasında, bir ses yükseliyor: Tutuklu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'ndan. O ses, sadece bir tweet değil; bir manifesto, bir çağrı, bir umut kıvılcımı. Ama bu kıvılcımın ateşi, ancak derinlere inince alevleniyor – zira İmamoğlu'nun sözleri, sadece kendi hücresinden değil, ailesinin ve binlerce ailenin acısından doğuyor.
Şimdi, o tweet'in doğduğu ana gidelim: Tutuklu İmamoğlu, uluslararası sosyal medya hesabı üzerinden İngilizce bir paylaşım yapıyor – dünya kamuoyuna, diplomatlara, insan hakları savunucularına bir mektup gibi. Saatler, belki bir gecenin karanlığında; parmaklıklar arasında, bir kalem ya da klavye, özgürlüğün son aracı. Paylaşım, eşi Dr. Dilek İmamoğlu'nun dokuz haftadır sürdürdüğü Aile Dayanışma Ağı toplantılarına odaklanıyor. Bu ağ, 19 Mart sürecinde sevdiklerini kaybeden ailelerin bir araya geldiği bir sığınak – Saraçhane'de, İstanbul'un o tarihi meydanında, her hafta bir araya gelinen bir meclis. Dilek İmamoğlu, doktor kimliğiyle değil, bir eş, bir anne olarak ön saflarda; ailelerin gözyaşlarını silerken, adalet taleplerini haykırıyor. İmamoğlu'nun sözleri, bu tabloyu resmediyor: "Dokuz haftadır eşim Dr. Dilek İmamoğlu, Saraçhane'de Aile Dayanışma Ağı'nın toplantılarını yönetiyor. Her hafta, 19 Mart sivil darbesinden sonra sevdikleri yasadışı olarak hapsedilen ailelerin yanında durarak, adalet taleplerine ve demokrasiye olan inançlarına ses veriyor." Bu cümleler, sadece bir rapor değil; bir tanıklık – Dilek Hanım'ın o toplantılardaki kararlı bakışını, ailelerin titreyen ellerini, meydandaki umut dolu sessizliği çağrıştırıyor. Dokuz hafta, her biri bir ömür gibi; her toplantı, bir dua gibi.
Ama asıl çarpıcı olan, o 200 günün ağırlığı: İmamoğlu, tweet'inde haykırıyor, "200 günden fazla zaman geçti ama hala bir iddianame yok. İnsanlar, aleyhlerine tek bir suçlama bile olmaksızın parmaklıklar ardında kalmaya devam ediyor." Bu rakamlar, soğuk bir istatistik değil; binlerce hayatın hikayesi. 19 Mart'tan bu yana, tutuklular hücrelerde bekliyor – iddianamesiz, savunmasız, unutulmuş gibi. Aileler, her sabah aynı soruyu soruyor: "Ne zaman bitecek?" İmamoğlu'nun çağrısı, bu soruyu dünyaya taşıyor; uluslararası kamuoyuna, "Bu adaletsizlik devam ettiği sürece, toplumumuzun vicdanı uyanmaya devam edecek" diyor. Ve devamı, bir kehanet gibi: "Ve bu ülkede adaletsizlik olduğu sürece, toplanmaya, direnmeye ve özgürlük ve demokrasinin hakim olduğu bir geleceğe inanmaya devam edeceğiz." Bu sözler, parmaklıklardan taşan bir irade – İmamoğlu, sadece kendi davasını değil, tüm tutukluların sesi oluyor. Tweet, anında yayılıyor; sosyal medya platformlarında binlerce paylaşım, Avrupa'dan ABD'ye diplomatik telefonlar... Bu, bir kişisel mektup değil; bir manifesto, bir direniş çağrısı.
Bu çağrının arkasında, Aile Dayanışma Ağı'nın dokuz haftalık maratonu yatıyor. Saraçhane, İstanbul'un kalbi – tarihi belediye binasının gölgesinde, her perşembe ya da cuma, aileler toplanıyor. Dilek İmamoğlu, öncüsü; doktorluk mesleğinin verdiği sakinlikle, ailelerin hikayelerini dinliyor. Bir anne, oğlunun boş odasını anlatıyor; bir eş, kocasının son telefon konuşmasını yâd ediyor. Toplantılar, sadece gözyaşı değil; strateji masaları – avukatlarla görüşmeler, uluslararası STK'lara mektuplar, kamuoyu baskısı planları. Dokuz hafta, her biri bir zafer: İlk hafta şaşkınlık, ikincisi öfke, dokuzuncusu umut... İmamoğlu'nun tweet'i, bu ağı spotlara taşıyor; "Eşim ailelerin taleplerine ses veriyor" diyerek, Dilek Hanım'ı bir kahraman olarak resmediyor. Bu ağ, sadece ailelerin değil; sivil toplumun bir çığlığı – insan hakları örgütleri, sendikalar, hatta yurtdışındaki diaspora grupları devreye giriyor. 19 Mart'ın "sivil darbesi" ifadesi, İmamoğlu'nun dilinde bir itham – protestoların bastırılması, tutuklamaların dalga dalga yayılması... Ve hâlâ iddianame yok; savcılık dosyaları tozlanıyor, mahkemeler erteleniyor. Bu belirsizlik, en ağır ceza – çünkü umut, belirsizlikte solar.
İmamoğlu'nun tutukluluğu, bu hikayenin kalbi. CHP'nin cumhurbaşkanı adayı olarak, 19 Mart'ta gözaltına alınmıştı – sokaklardaki özgürlük talepleri, onu hedef tahtasına oturtmuştu. Hücresinden tweet atabilmesi bile, bir mucize gibi; avukatları aracılığıyla, uluslararası hesaptan dünyaya sesleniyor. Bu çağrı, sadece adalet değil; demokrasi dersi – "Toplumun vicdanı uyanıyor" derken, milyonları ayağa kaldırıyor. Ailelerin acısı, onun acısıyla iç içe; oğlunun doğum gününü kaçıran bir baba, kızının ilk adımlarını göremeyen bir anne... Her biri, İmamoğlu'nun tweet'inde yankılanıyor. Uluslararası boyut, kritik: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşınan davalar, Amnesty International'ın raporları... İmamoğlu'nun İngilizce paylaşımı, bu dalgayı büyütüyor; Brüksel'de protestolar, Washington'da oturumlar... "Özgürlük ve demokrasinin hâkim olduğu bir gelecek" vaadi, bir manifesto – CHP tabanını kenetliyor, muhalefeti birleştiriyor. Ama iktidar cephesi sessiz; belki bir yalanlama, belki bir baskı dalgası... Bu sessizlik, çağrının gücünü artırıyor.
Derine inelim: O tweet'in satır araları, bir şiir gibi katmanlı. "Yasadışı olarak hapsedilen" vurgusu, hukukun üstünlüğüne bir darbe – iddianamesiz tutukluluk, Anayasa'nın ruhuna aykırı. 200 gün, her günü bir ömür; hücrelerde geçen saatler, ailelerde biriken hasret... Dilek İmamoğlu'nun toplantıları, bir ritüel – Saraçhane'de, mumlar yakılıyor belki, dualar ediliyor. Aileler, fotoğraflarda donmuş gülümsemeleri paylaşıyor; bir babanın mektubu okunuyor, gözyaşları sel oluyor. Bu ağ, sadece dayanışma değil; bir lobi gücü – uluslararası medyaya röportajlar, BM'ye dilekçeler... İmamoğlu'nun "Direnmeye devam edeceğiz" demesi, bir yemin gibi; parmaklıklardan taşan bir ateş. CHP içinde, bu çağrı yankılanıyor – Özgür Özel gibi liderler, meydanlardan sesleniyor; gençler, sosyal medyada kampanya kuruyor. 19 Mart'ın yaraları, hâlâ kanıyor; ama bu tweet, bir pansuman gibi – iyileştirmese de, acıyı paylaşarak hafifletiyor.
Bu mücadele, Türkiye'nin siyasi anatomisini bir kez daha teşhir ediyor. Tutuklular, sadece bireyler değil; bir neslin temsilcileri – gazeteciler özgür basını, aktivistler sivil toplumu, gençler geleceği temsil ediyor. İmamoğlu'nun çağrısı, bu temsiliyeti güçlendiriyor; "Vicdan uyanıyor" derken, sessiz çoğunluğu ayağa kaldırıyor. Aile Dayanışma Ağı, dokuz haftada büyüdü – ilk toplantıda on aile, şimdi yüzlercesi. Dilek İmamoğlu, sessiz bir lider; eşi için değil, millet için ayakta. Uluslararası yankı, büyüyen bir dalga – Avrupa Konseyi'nden uyarılar, ABD Kongresi'nde oturumlar... Bu çağrı, belki bir zincir reaksiyonu tetikleyecek; belki iddianameler gelecek, belki tahliyeler... Ama kesin olan, direnişin durmayacağı – toplanmalar, haykırışlar, inanç...
Peki, bu çığlık nereye varacak? İmamoğlu'nun hücresinden çıkan ses, Saraçhane'den dünyaya yayılırken, adalet kapısı aralanacak mı? Ailelerin nöbeti, 200 günü aşarken, vicdanlar uyanmaya devam edecek mi? Dilek İmamoğlu'nun toplantıları, onuncu haftaya mı uzanacak? Bu sorular, havada asılı – ama umut, tweet'in son satırında: "Özgürlük ve demokrasinin hâkim olduğu bir geleceğe inanmaya devam edeceğiz." İstanbul'un rüzgarı, bu inancı taşıyor; belki yarın, bir meydanda yeni bir toplanma, belki bir mahkeme salonunda bir zafer. Ama bu direniş, bir maraton – ve İmamoğlu, koşucuların en önde olanı. Vatandaş, ekranlara kilitlenmiş; zira bu çağrı, hepimizin çağrısı – adalet için, özgürlük için, vicdan için. Belki bir gün, parmaklıklar açılır; o zamana dek, sesler yükselir, kalpler atar.