Türkiye’nin siyasi tarihinin en çalkantılı dönemlerinden biri, 2008 yılında Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) yönelik kapatma davasını reddetmesiyle yeniden gündeme geldi. Bu tarihi karar, sadece bir siyasi partinin kaderini değil, aynı zamanda Türkiye’nin demokratik yolculuğunu derinden etkiledi. O dönemde henüz başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın, mahkemenin kararına verdiği tepki, bugün bile tartışmaların odağında. Siyasi arenada yankılanan bu sözler, demokrasinin sınırları, yargının bağımsızlığı ve millet iradesi üzerine derin bir tartışmayı ateşledi. Peki, bu kararın perde arkasında neler yaşandı ve Erdoğan’ın o dönemde sarf ettiği sözler neden bugün yeniden konuşuluyor?

2008 yılı, Türkiye için siyasi gerilimlerin dorukta olduğu bir dönemdi. AKP, 2002’den beri sürdürdüğü iktidarını sağlamlaştırırken, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davasıyla karşı karşıya kaldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, partinin kapatılması ve 71 AKP’li isme siyasi yasak getirilmesi talebiyle dava açtı. Bu dava, sadece AKP’nin değil, Türkiye’nin demokratik sisteminin de bir sınavıydı. Sokaklarda protestolar, mecliste hararetli tartışmalar ve medyada bitmeyen analizler, ülkeyi adeta bir siyasi fırtınanın içine sürükledi. Herkesin gözü, Ankara’daki Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karardaydı.

Tandoğan Meydanı Tarihi Kalabalığa Ev Sahipliği Yaptı CHPnin Güçlü Mesajı ve Özgür Özelin Erdoğana Çarpıcı Tepkisi
Tandoğan Meydanı Tarihi Kalabalığa Ev Sahipliği Yaptı CHPnin Güçlü Mesajı ve Özgür Özelin Erdoğana Çarpıcı Tepkisi
İçeriği Görüntüle

Davanın açıldığı dönemde, AKP’nin kapatılması ihtimali, sadece Türkiye’de değil, uluslararası arenada da büyük yankı uyandırdı. Avrupa Birliği, ABD ve çeşitli insan hakları örgütleri, davanın demokrasiye zarar verebileceği uyarısında bulundu. AKP’liler, bu davayı “yargı darbesi” olarak nitelendirirken, muhalefet partileri ise laiklik ilkesinin korunması gerektiğini savunuyordu. Sosyal medyada o dönemde henüz bugünkü kadar yaygın olmayan tartışmalar, daha çok gazete manşetlerinde ve televizyon ekranlarında hayat buluyordu. Bir vatandaş, bir televizyon programında, “Bu dava, milletin iradesine zincir vurmak için açıldı!” diyerek tepkisini dile getirirken, bir diğeri, “Laiklik elden giderse Türkiye’nin temeli sarsılır” yorumunu yapmıştı. Bu kutuplaşma, toplumun her kesimini etkisi altına almıştı.

Anayasa Mahkemesi’nin 30 Temmuz 2008’deki kararı, adeta bir dönüm noktası oldu. Mahkeme, 11 üyesinden 6’sının kapatma yönünde oy kullanmasına rağmen, kapatılma için gerekli olan 7 oy sınırına ulaşılamadı. Böylece AKP, kapatma tehlikesini kıl payı atlattı. Ancak mahkeme, partinin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna hükmetti ve Hazine yardımının yarısının kesilmesine karar verdi. Bu karar, hem bir zafer hem de bir uyarı olarak görüldü. AKP’liler, kararı “millet iradesine saygı” olarak değerlendirirken, muhalefet, mahkemenin laiklik konusundaki hassasiyetini alkışladı. Ancak asıl dikkat çeken, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın bu karara verdiği tepkiydi.

Erdoğan, kararın açıklanmasından kısa bir süre sonra kameraların karşısına geçti. Yüzünde hem bir rahatlama hem de kararlı bir ifade vardı. O anlarda söyledikleri, sadece o günü değil, Türkiye’nin siyasi geleceğini de şekillendirecek bir manifesto niteliğindeydi. Partisinin genel merkezinde toplanan kalabalığa hitap eden Erdoğan, kararın Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda bir dönüm noktası olduğunu vurguladı. Sözleri, hem destekçilerini coşturdu hem de muhaliflerini derin bir tartışmanın içine çekti. Sosyal medyada, özellikle X platformunda, bugün bile bu sözler alıntılanarak tartışılıyor. Bir kullanıcı, “Erdoğan o gün demokrasiyi savundu, ama şimdi ne değişti?” diye sorarken, bir diğeri, “O sözler sadece siyasi bir manevraydı” yorumunu yaptı.

Davanın perde arkasında, siyasi stratejiler ve güç mücadeleleri de dikkat çekiyordu. AKP, kapatılma davasına karşı savunmasını güçlendirmek için hem içeride hem de dışarıda yoğun bir diplomasi yürütüyordu. Avrupa Birliği’ne, “Bu dava, Türkiye’nin AB üyelik sürecini baltalar” mesajı verilirken, içerde ise halkın desteği için mitingler düzenleniyordu. Erdoğan’ın liderliğinde, parti tabanı adeta kenetlenmişti. Öte yandan, muhalefet partileri, özellikle CHP ve MHP, davayı laiklik ilkesinin korunması için bir fırsat olarak görüyordu. Ancak mahkemenin kararı, bu tartışmaları bir süreliğine dindirdi, ama tamamen bitirmedi.

Kararın ardından, Türkiye’de siyasi atmosfer bir süre sakinleşse de, bu dava uzun vadede derin izler bıraktı. AKP, kapatma davasını bir “mağduriyet kartı” olarak kullanarak, sonraki seçimlerde halk desteğini artırmayı başardı. Ancak bu süreç, yargının siyasallaşması ve demokrasinin sınırları üzerine tartışmaları da körükledi. Bugün, 2025 yılında, bu dava yeniden gündeme geldiğinde, toplumun farklı kesimleri farklı yorumlar yapıyor. X platformunda bir kullanıcı, “2008’de AYM, AKP’yi kurtardı, ama şimdi aynı AYM, iktidarın hedefinde” diyerek ironiye dikkat çekti. Bir başkası ise, “Erdoğan’ın o günkü sözleri, bugün başka bir bağlamda okunmalı” yorumunu yaptı.

Peki, Erdoğan o tarihi karar sonrası neler söylemişti? O dönemde yaptığı açıklamalar, hem demokrasi vurgusu hem de siyasi kararlılık mesajlarıyla doluydu. Erdoğan, mahkemenin kararını, “Milletin iradesine saygı” olarak nitelendirmiş, bu kararın Türkiye’yi “büyük bir haksızlıktan kurtardığını” belirtmişti. Ayrıca, “Demokrasimiz ve hukuk sistemimiz bu sınavdan güçlenerek çıktı” diyerek, kararın Türkiye’nin normalleşmesine katkı sağlayacağını vurgulamıştı. “Siyaset, sorunları çözme yeridir. Demokratik hukuk devleti içinde yolumuza devam edeceğiz” sözleriyle de partisinin kararlılığını ortaya koymuştu. Bu sözler, o dönemde hem destekçilerini umutlandırmış hem de muhalifleri şaşırtmıştı.

Bugün, bu sözler yeniden gündeme geldiğinde, Türkiye’nin siyasi manzarası çok farklı bir noktada. AYM’nin bağımsızlığı, yargının siyasallaşması ve demokrasinin durumu, hala tartışmaların merkezinde. Erdoğan’ın 2008’deki sözleri, o dönemin ruhunu yansıtırken, bugünün koşullarında farklı bir anlam kazanıyor. Acaba o dönemde söylenenler, sadece bir siyasi zaferin coşkusu mu, yoksa uzun vadeli bir vizyonun parçası mıydı? Bu soru, Türkiye’nin siyasi tarihini anlamak isteyen herkesin aklını kurcalıyor. Erdoğan’ın o günkü sözleri, sadece bir kapatma davasının değil, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin de bir aynası olarak tarihe kazındı.