Cumhur İttifakı’nda yaşanan ve kulislere yansıyan son gerilimin perde arkası netleşiyor: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2028 sonrası için hazırladığı iddia edilen siyasi miras planı, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin radikal hamleleriyle karşı karşıya. Tartışmanın merkezinde, Erdoğan ailesinin siyasi geleceğini güvence altına almayı hedefleyen anayasa değişiklikleri ve Bahçeli’nin ittifak içindeki "dengeleyici güç" rolü yatıyor.

Bilal Erdoğan Detayı ve Seçilmiş Yardımcılık Oyunu

İktidar çevrelerinde konuşulanlara göre, Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ı siyasetin merkezine yerleştirme süreci hız kazandı. Bilal Erdoğan’ın son dönemde resmi heyetlerde ve yurt dışı temaslarında bulunması, bu hazırlığın "staj süreci" olarak yorumlanıyor. Bu planın kilit noktası ise, MHP lideri Bahçeli'nin 2021 yılında teklif ettiği, seçimle gelecek Cumhurbaşkanı Yardımcılığı makamıdır.

Analistler, Erdoğan’ın bu makamı kullanarak oğlunu sandıktan çıkarmayı ve bu sayede sadakate dayalı rejimde kendisinden sonraki dönemi garanti altına almayı hedeflediğini öne sürüyor. Böyle bir adımın atılması, İttifak’taki gerilimin asıl kırılma noktası olarak görülüyor ve Cumhur İttifakı’nın dağılmasının tek nedeni olabileceği iddia ediliyor.

İstanbul Başsavcısına Yönelik Eti Maden İddiaları
İstanbul Başsavcısına Yönelik Eti Maden İddiaları
İçeriği Görüntüle

Bahçeli'den Sisteme Karşı 'Sivil MGK' Hamlesi

Devlet Bahçeli'nin son dönemde İmralı ve Selahattin Demirtaş konularında attığı kimsenin beklemediği adımlar, siyasi kaygıdan çok daha derin bir amaca hizmet ediyor. Bahçeli'nin hedefi, 2017’de desteklediği Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde “kaçan kantarın topuzunu” düzeltmek.

Bahçeli, ülkeyi normalleştirerek ve Kürt meselesini çözüme yaklaştırarak, siyaseti kimlik ve kutuplaşma ekseninden rasyonel talepler (ekonomi, refah, hukuk) eksenine taşımayı amaçlıyor. Bu, aynı zamanda Erdoğan’ın kimlik siyasetine dayalı siyaset mühendisliğine ve kendisinden sonraki dönemi dizayn etme arzusuna karşı bir "fren" mekanizması kurma çabasıdır. Analizlere göre Bahçeli, 50+1 şartını koruyarak ve radikal çıkışlar yaparak, hükümet üzerindeki "sivil MGK" rolünü pekiştiriyor ve Erdoğan’ın 40+1 ile bu vesayetten kurtulma arayışını engelliyor.

Hukukun Dış Baskıya Teslimi

Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davaları üzerinden yapılan tartışmalar ise, Türkiye’deki hukuk sisteminin derin sorunlarını gözler önüne seriyor. Türkiye'nin yıllardır AİHM kararlarını tanıma taahhüdüne rağmen bu kararları uygulamakta zorlanması, hukukun siyasete teslim olduğunun en büyük kanıtı.

Siyasilerin, kendi siyasi pozisyonlarına göre hukuk bilinci yerine konjonktürel çıkarları esas alması eleştiriliyor. Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle hukuki sorunları çözememesi ve reformları hep dış dinamiklerin (AİHM) dayatmasıyla yapmak zorunda kalması, ülkenin 200 yıllık modernleşme tarihinde bir travma olarak nitelendiriliyor. Bu durum, hukuk devleti bilincinin zayıflığını gösterirken, siyasi iktidarın hukuku bir "sopa" olarak kullanmasının acı sonuçları olarak değerlendiriliyor.