Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uluslararası diplomasi sahnesindeki son adımı olan Birleşmiş Milletler’deki konuşması, ne yazık ki uluslararası camiada beklenen etkiyi yaratmadı. Uzmanlar, konuşmanın içeriğinin bilindik söylemlerin tekrarı olduğunu ve neredeyse hiçbir önemli yankı uyandırmadığını belirtiyor. Erdoğan’ın Filistin meselesine yaptığı vurgu, uzmanlara göre, esasen Hamas üzerinden politika yapma çabasından ibaretti. Eğer bu durum Filistin Kurtuluş Örgütü üzerinden ilerleseydi, Erdoğan’ın bu kadar yüksek ses çıkaramayacağı ve Arap ülkelerinden farksız kalacağı düşünülüyor. Zira 138 civarında ülkenin Filistin'i devlet olarak tanıdığı bir ortamda, Erdoğan'ın sadece Amerika’ya karşı net bir tavır alamaması, amacın sadece Hamas üzerinden siyaset yürütmek olduğu tezini güçlendiriyor. Ancak Türkiye’nin asıl meselesi, dış politikadaki bu duruş değil, ülkenin ekonomik çöküşü ve iktidarın içeriden puan kaybetmesiyle birlikte ortaya çıkan korkunç iktidar devri planıdır.

Seçimle İktidarda Kalma Olasılığı Sıfıra Yakın: 2026 Erken Seçim Alarmı

Arkadaş Sohbeti Kanlı Cinayete: İki Can Kaybetti!
Arkadaş Sohbeti Kanlı Cinayete: İki Can Kaybetti!
İçeriği Görüntüle

Uzman Ahmet Nesin’in derinlemesine analizlerine göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülke içinde oylarını çok ciddi bir şekilde kaybetmiş durumda. Mevcut siyasi koşullar altında, Erdoğan’ın seçimle iktidarda kalabilme olasılığı sıfıra yakın görünüyor. Uzman, bu durumun MHP lideri Devlet Bahçeli'ye, Büyük Birlik Partisi’ne ve hatta Demokratik Sol Parti'nin (DSP) olası desteğine rağmen değişmeyeceğini belirtiyor. Özellikle son dönemde Ankara’da yaşanan siyasi olaylar ve baskınlarla beraber, uzmanlar Erdoğan’ın kafasında 2026 yılını bir erken seçim yılı olarak görmeye başladığını düşünüyor. Zira 2028 tarihini ne kadar dile getirse de, o tarihte bugünkü oyu dahi alamayacağını biliyor; hatta 2027’nin bile Erdoğan için çok zor bir yıl olacağı öngörülüyor.

Erdoğan’ın erken seçimi düşünmesinin temel nedeni, Türkiye’yi ekonomik olarak toparlayabileceğine olan inancının tamamen tükenmiş olmasıdır. Emeklilerle, çiftçilerle, Kürt meselesiyle ilgili ya da başka hiçbir konuda Türkiye’yi refaha ulaştırma olasılığının sıfır olduğu belirtiliyor. Bu başarısızlıklar zinciri devam ettikçe oy oranının da düşeceğini gören Erdoğan'ın, şu an yaptığı tek somut şeyin, bir yargı toplantısı için Amerikan birasını ucuzlatmak gibi sembolik tavizler olduğu ironik bir detay olarak sunuluyor. Ancak bunlar Türkiye’yi toparlamaya yetmiyor.

Korkunç Planın Merkezi: Bilal Erdoğan Parti Başkanlığına Hazırlanıyor

Bu siyasi ve ekonomik çaresizlik ortamında, Erdoğan'ın en önemli stratejik çalışması, oğlu Bilal Erdoğan'ı geleceğe hazırlamak oldu. Uzman Ahmet Nesin, bu hazırlığın oğlunu hemen Cumhurbaşkanı olarak konumlandırmak anlamına gelmediğini; zira Erdoğan’ın da Bilal’in becerikli olup olmadığını herkes kadar bildiğini söylüyor. Buradaki esas neden, uzman tarafından daha önce anlatılan bir hastalık olayı ve ani bir durumla karşılaşma ihtimalidir. Erdoğan’ın megalomanisi nedeniyle kaybetme hissiyatının olamayacağını, "Ben Erdoğan’ım, Recep Tayyip’im" diye düşündüğünü, ancak ani bir sağlık sorunu olursa diye parti başkanlığına Bilal Erdoğan'ı hazırladığı öne sürülüyor.

Bu stratejinin asıl gizli amacı, Bilal Erdoğan’ı parti başkanı yaparak, olası bir iktidar kaybı durumunda dahi bir sonraki cumhurbaşkanı adayının Bilal Erdoğan olmasını sağlamak ve en azından ailecek tutuklanmaktan kurtulmak ve herhangi bir yaptırımın altına girmemek olarak yorumlanıyor. Bu durum, Türkiye’nin siyasi sisteminin, iktidarı koruma güdüsüyle geldiği son noktayı gözler önüne seriyor.

Türkiye’yi Bu Noktaya Taşıyan Aydınların ve Siyasetçilerin Büyük Yanılgısı

Uzman Ahmet Nesin, Türkiye’nin neden Bilal Erdoğan’a kadar düştüğünü sorguluyor ve bu çöküşten sadece Erdoğan’a oy verenlerin değil, onu yenmek için siyaset yapanlar dahil herkesin sorumlu olduğunu belirtiyor. Sosyalistler, Kürtler, liberaller dahil tüm kesimlerin, "Biz böyle bir ekibe nasıl yenildik?" diye oturup düşünmesi gerektiğini vurguluyor. Özellikle liberallerin, grev haklarını engelleyen ve işverene lokavt hakkını veren anayasayı hangi mantıkla desteklediklerini sorgulamaları gerektiği söyleniyor.

Erdoğan’ı geçmişte destekleyen kesimlere yönelik eleştiri, siyasi değişimin doğasını anlamamaktan kaynaklandığını gösteriyor. Uzman Nesin, Erdoğan’ın belediye başkanıyken dahi açıkça şeriatçı olduğunu söylediğini hatırlatarak, bugünkü Hamas’ı savunan ve silah gönderen Erdoğan’la o dönemki Erdoğan arasında ne fark görüldüğünü soruyor. Geçmişte Erdoğan’ı Erbakan’dan daha ilerici ve zeki zannederek desteklemenin, ülkeyi bu denli çaresizliğe sürükleyen en büyük aydın hatası olduğu ifade ediliyor.

Medyadaki Çarpıklık ve Örgütlenme Hastalığı

Siyasetin bu kadar ayrıştığı bir ortamda, medyanın da durumu çarpık bir tablo çiziyor. Uzman, televizyon kanallarının sanki toplantı yapıp haber alanlarını bölüştüklerini düşünüyor: CNN Türk’ün Amerika’yı, Habertürk’ün Suriye/Filistin’i, Halk TV’nin CHP’yi, Sözcü TV’nin Kemalistleri ve TGRT’nin ise AKP ve İstanbul Savcılığı’nın yapacağı soruşturmaları takip ettiği izlenimi veriliyor. Bu durum, gazeteciliğin alanlarını bölüşmüş ve bir araya gelemeyen siyasi zeminler gibi parçalanmış olduğunu gösteriyor.

Ayrıca Türkiye’nin en büyük sorununun örgütlenme hastalığı olduğu dile getiriliyor. Çok fazla örgüt olmasına rağmen, örgütlenmeyi bilmediğimiz, bir sayıya ulaşıldığında onu ikiye, üçe bölme eğiliminde olduğumuz belirtiliyor. Herkesin "bu devrimi ben yapacağım" diye bir hastalığa sahip olduğu vurgulanıyor. Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) gençlik kollarından Marksist gençleri dışlayarak ne kaybettiğini düşünmesi gerektiği, geçmişteki hataların bugün Bilal Erdoğan’ı konuşmak zorunda bıraktığı bir kez daha altı çizilerek belirtiliyor. Bu hatalar devam ettikçe, Türkiye, demokrasinin herkesle barışmak demek olmadığını ve yanlış tarafta durmanın bedelini ödediğini anlamak zorunda kalacak.