Gerçek İman Yalnızken Ortaya Çıkar
Gerçek İman Yalnızken Ortaya Çıkar
İçeriği Görüntüle

Yüzyıllardır süregelen inançların ve kabullerin ötesine geçmeye hazır olun! Kur'an-ı Kerim'de yer alan ve genellikle cehennemin ürkütücü azap melekleri olarak bilinen "Zebani" kavramı üzerine yapılan eşsiz bir çalışma, bildiğimiz her şeyi baştan sona sorgulatacak bir sır perdesini aralıyor. Kutsal metinlerin derinliklerinden sızan bu yeni ve şaşırtıcı yorum, ilahi rahmetin ve öğüt sisteminin sanılandan çok daha farklı bir yüzünü gözler önüne seriyor. Bu çarpıcı hakikat, sadece bir kelimenin anlamını değil, inanç dünyamızdaki birçok temel taşı da yerinden oynatma potansiyeli taşıyor.

Değerli izleyicilere Allah'ın selamıyla seslenen Hakkı Yılmaz, kavramlar sohbetlerinin 170. durağında, alfabetik olarak ilerledikleri seride "yüzü Allah'a doğrultmak" ifadesiyle konuya giriş yapıyor. Yılmaz, "vecih" kelimesinin yalnızca "yüz" değil, aynı zamanda kişinin tüm benliğini ifade ettiğini vurguluyor. Kimlik kartlarında yüzün tüm kimliği temsil etmesi gibi, Kur'an'daki "yüzümü Allah'a döndürdüm" (Veccehtü vechiye) ifadesinin de aslında "tüm benliğimi Allah'a döndürdüm" anlamına geldiğini belirtiyor. Araf 29, Ali İmran 20, Enam 79 ve Bakara 112 gibi ayetler bu yoruma ışık tutarken, Ali İmran 20'de geçen "Ben tüm benliğimi Allah için İslamlaştırdım" ifadesi ve Enam 79'daki "Ben Hanif yani batıl inançlardan dönmüş biri olarak yüzümü gökleri ve yeri Yoktan var edene çevirdim" sözleri, bu geniş anlamı netleştiriyor.

Hakkı Yılmaz, bir diğer önemli kavram olan "zan" üzerinde de duruyor. Yılmaz'a göre "zan" kelimesi, Türkçede genellikle "şüphe" veya "sanı" olarak kabul edilse de, Arap dilinin orijinalinde hem "sanı" hem de "kesin bilgi" anlamlarını taşır. Kur'an metninde, cümlenin tekit edatları (Enne veya İnne) ile gelip gelmemesine göre bu ayrım yapılabilir. Eğer cümle vurgulu (tekitli) ise kesin bilgiyi, vurgusuz ise sanıyı ifade eder. Yılmaz, Yunus 22-24, Yusuf 42-110, Sad 24, Kıyamet 28, Ahkaf 20, Fussılet 32-50, Araf 171, Kehf 53, Kasas 38-39, İsra 102, Mümin 37, Araf 66, Mutaffifin 4, Bakara 46-249 gibi birçok ayette "zan"ın kesin bilgi anlamında kullanıldığını tespit ettiğini belirtiyor. Buna karşılık, Enbiya 87, Nisa 35-36, İsra 52-101, Sebe 20, Kıyamet 25, Ahzap 10, Casiye 24-32, Şuara 186, Hud 27, Hac 15, Nur 12, Ali İmran 154, Nisa 157, Enam 116-148, Yunus 36-60-66, Sad 27, Hucurat 12, Necm 23-28, Saffat 87 gibi ayetlerde ise sanı anlamında, vurgusuz olarak kullanıldığını açıklıyor. Hatta Haşır Suresi'nin ikinci ayetinde geçen iki "zan" kelimesinden birinin sanı, diğerinin ise kesin bilgi anlamına geldiğini ekleyerek, bu kelimenin çok yönlülüğünü gözler önüne seriyor.

Ardından "zaruret" sözcüğüne geçiliyor. Hakkı Yılmaz, Maide 3, Enam 119-145, Bakara 173 ve Nahıl 115 gibi ayetlerde geçen "zaruret" kavramının, yapılmadığı takdirde ölüm, sakat kalma veya telafisi zor bir zarar görme gibi ciddi sonuçları ifade ettiğini belirtiyor. Bu gibi çaresizlik durumlarında, normalde yasak olan şeylerden "zaruret miktarı" kadar yemenin mübah kılındığını, bunun zevk ve sefa için değil, mecburiyeti giderecek ölçüde olduğunu açıklıyor.

Ve şimdi gelelim asıl konuya, Zebani sözcüğüne! Bu kelime, Alak Suresi'nin 18. ayetinde geçiyor ve Hakkı Yılmaz, klasik anlayışın bu konuda insanları yanlışa düşürdüğünü savunuyor. Yılmaz, "Zebani" kelimesinin tekilinin "Zibniye" olduğunu ve "Dep ediciler" anlamına geldiğini belirtiyor. Arapların bu sözcüğü genellikle "polis" veya "bodyguard" anlamında kullandıklarını ekliyor. Ayette "Salatı engelleyen kişi engellemesine son vermeyecek olursa, biz onlara zebanileri Musallat edeceğiz" ifadesiyle, perçeminden tutup sürükleme gibi cezalandırılmalardan bahsedildiği biliniyor.

Ancak Yılmaz, burada Kur'an'daki "sin" edatına dikkat çekiyor. Arapçada "sin" ve "sevfe" edatlarının fiili muzarinin önüne gelerek eylemin yakın zamanda, yani dünya yaşamı içinde gerçekleşeceğini ifade ettiğini belirtiyor. Bu durumda, zebanilere verilecek görevin ahiret hayatında değil, dünya hayatında olacağı anlaşılıyor. Bu noktada Hakkı Yılmaz, kendisini bu hatadan kurtardığını belirterek, tüm Müslümanları bu önemli durumu anlamaya davet ediyor. Yılmaz, Kur'an'ın bütününe bakıldığında, müşriklere hemen ceza yağdırmak yerine, onlara fırsatlar ve opsiyonlar tanıyan ilahi rahmetin öne çıktığını söylüyor. İlk Kur'an ayetlerinin indiği, Peygamber Efendimiz'in tebliğe yeni başladığı bir dönemde, hemen eli sopayla tehdit etmek, asmak, kesmek veya cehenneme atmakla korkutmanın Kur'an'ın ilkelerine aykırı olduğunu savunuyor.

İşte tam bu noktada, Yılmaz, ilk mushafların noktasız yazıldığı gerçeğinin kritik bir önem taşıdığına dikkat çekiyor. B, T, N, Y, Ş gibi harflerin noktaları sonradan konulduğu için, bir kelimenin farklı şekillerde okunabileceğini belirtiyor. "L nesfe anne" (sürükleyeceğiz) ifadesindeki "sin" harfinin "şın" olarak okunması durumunda, yani "L neşfa anne" denildiğinde, anlamın tamamen değişeceğini iddia ediyor. Eğer bu şekilde okunursa, kelime "şefaat" kökünden gelerek, sürüklemek yerine "uyarı üstüne sürekli olarak uyarı yapılacağı" anlamına geliyor.

Yani Hakkı Yılmaz'a göre, Kur'an'da geçen Zebaniler, bildiğimiz cehennemdeki azap melekleri değil, bizzat Kur'an ayetlerinin kendisidir! Allah, Peygamber Efendimiz'i teselli ederek, inanmayanları asıp kesmek yerine, onlara sürekli ayetler yollayacağını bildiriyor. Zuhruf 5'teki "Peki biz siz kulluğunu gereği gibi yapmayan bir toplum oldunuz diye o Öğüdü Kur'an'ı size göndermekten vaz mı geçelim? Hayır otomatik tüfek gibi tak tak tak tak tak tak ayetleri size indireceğiz" ifadesi, bu iddiayı güçlendiriyor. Yine Saffat 1-5'te "haykırıp sürükleyen, öğüt okuyan Kur'an ayetleri kanıttır ki..." denilerek, Kur'an ayetlerinin işlevi açıkça ortaya konuyor. İsra 41'de "Biz bu Kur'an'da onların akıllarını başlarına almaları için her türlü şekillerde evirip çevirdik" ifadesi, Allah'ın insanları ikna etme çabasını vurguluyor.

Yılmaz, Allah'ın rahmetinin gereği olarak, insanlar nankörlük etse dahi ayetlerin yollanmaya devam ettiğini belirtiyor. Furkan 50, Kasas 51, Ahkaf 27-28 ve Kehf 54 gibi ayetler de bu anlayışı destekliyor; Allah'ın öğüt almaları için her şeyi çeşit çeşit şekillerde anlattığı, birbiri ardınca ayetler yolladığı ve insanlara sürekli olarak geniş açıklamalar yaptığı vurgulanıyor. Bu bağlamda, Alak Suresi'nin 15-19. ayetleri şu şekilde yeniden anlam kazanıyor: "Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil. Eğer Salat edene (mali ve zihinsel açıdan destek olan, toplumu aydınlatmaya çalışan kimseye) engeli olan o kişi, Salatı (mali ve zihinsel açıdan destek olmayı, toplumu aydınlatmaya çalışmayı) engellemesine son vermeyecek olursa, And Olsun Gözünün önündeki yalancı hatalı batıl inançlarına karşı yeni yeni uyarılarımıza (yani zebanilere) devam edeceğiz." Ayetlerin sonunda ise "Sen Salat eden (Mali yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı toplumu aydınlatmaya çalışmayı) engelleyen o kişiye itaat etme, sen Rabbine boyun eğip teslim ol ve yaklaştırılan Rabbin seni kendine yaklaştırsın" şeklinde bir çağrı yer alıyor.

Hakkı Yılmaz, bu yeni okumanın, Allah'ın rahmetine ve Kur'an'ın genel anlatım tarzına daha uygun olduğunu, klasik öğretilerin zihinleri virüslerle doldurduğunu ve "müşakele sanatı" ile harflerin orijinal noktasız hallerini dikkate alarak yapılan bu çözümlemenin, Zebanilerin "Kur'an ayetleri" olduğunu açıkça gösterdiğini ifade ediyor. Ebu Cehil örneği gibi Bedir Savaşı'nda yaşanan olayların, "sin" ve "sevfe" edatlarının dünya hayatında yakınlık bildiren anlamlarıyla çeliştiğini ve bu nedenle dünya hayatındaki ani bir cezalandırma olarak yorumlanmaması gerektiğini de ekliyor.

Bu sarsıcı yeniden yorum, inanç dünyasında köklü bir dönüşüme yol açabilir. Zebani kavramının, ürkütücü cehennem muhafızları yerine, ilahi öğütler ve kesintisiz uyarılar bütünü olarak anlaşılması, Kur'an'a bakış açımızı zenginleştirecek, Allah'ın merhametini ve insanlara sunduğu bitmeyen rehberliği daha derinlemesine kavramamızı sağlayacaktır. Bu derinlemesine analiz, geçmişten günümüze gelen bazı inanç kalıplarını sorgulamaya davet ederken, gelecekteki tefsir çalışmalarına da yepyeni bir ufuk açıyor.