Soğuk bir aralık akşamında, İstanbul'un kalabalık semtlerinden birinde binlerce insan toplanmış, geleceğe dair umutlarını seslendiriyor. Bu görüntü, sadece bir miting alanı değil, yılların birikmiş öfkesinin ve beklentisinin yansıması gibi. Günlük hayatın zorlukları, faturaların ağırlığı ve yarın ne olacağının belirsizliği, herkesi aynı meydanda buluşturuyor. Peki, bu sesler ne kadar duyulacak ve hangi adımlar atılacak?
İşte tam bu noktada, ana muhalefet partisinin lideri sahneye çıkıyor ve yıllardır tartışılan bir konuya somut bir çizgi çekiyor. Konuşmasının ortalarında, asgari ücretin geleceğine dair net bir duruş sergiliyor. Geçen yıl 30 bin lira talebinin dikkate alınmadığını hatırlatarak başlıyor; TÜİK verilerine göre bile, sadece enflasyon yansıtmasıyla bu rakamın 39 bin liraya ulaşması gerektiğini vurguluyor. Mevcut 22 bin liralık ücretin üzerine geçen seneki enflasyon ve bu yıla dair beklentileri eklediğinizde, en az 35 bin lira seviyesine çıkması gerektiğini, hatta küçücük bir refah payıyla bile daha yukarısını hak ettiğini belirtiyor. Ve partisinin teklifini açıklıyor: Asgari ücret en az 39 bin lira olmalı. Bu rakamın, tekstil atölyelerinde gece gündüz çalışan bir emekçi için yetersiz kalacağını kabul ediyor; "Yetmez ama bir nefes aldırır" diyor. Ancak asıl mesele, bu ücretin işverenler tarafından ödenebilir hale getirilmesi. Küçük işletmelerin bu yükü taşıyamayacağını öngörerek, devletin devreye girmesi gerektiğini savunuyor.
Bu teklifin detayları, sosyal güvenlik destekleme primleriyle somutlaşıyor. Bir kanun teklifi hazırlanacağını ve yarın Meclis'e sunulacağını müjdeliyor. Buna göre, 1 ila 10 çalışanı olan iş yerlerine 10 bin 540 lira, 10 ila 49 arası işçi istihdam edenlere 8 bin 400 lira, 50 ve üzeri çalışanı olanlara ise 5 bin 100 lira destek verilecek. Bu mekanizma, "İflas ederim" diyen işverenin sırtındaki yükü alacak, "Bu maaşla geçinemem" diyen işçiye ise rahatlama sağlayacak. Tarih önünde bir kez daha tekrarlıyor: Hak edilen en az 39 bin lira, bunun altında yokuz. Bu çıkış, sadece bir rakam değil, milyonlarca ailenin geçim mücadelesine dair bir manifesto gibi yankılanıyor. Zengin-fakir uçurumunun derinleştiği bir dönemde, devletin araya girerek denge kurması önerisi, ekonomik politikaların yeniden düşünülmesini zorunlu kılıyor.
Konuşmanın bu kısmından önce, mitingin ev sahibi ilçenin hikayesi anlatılıyor. 1994'ten beri sekiz kez kaybedilen bir semt, yüzde 8'den yüzde 18'e oy oranlarının dalgalandığı bir yer. Ama küsülmemiş, sırt dönülmemiş; hata kendinde aranmış. Son seçimlerde ise yüzde 44'lük bir destek alınmış. Bu değişim, kale siyasetinin sonu olarak nitelendiriliyor; artık semtler kimsenin değil, milletin. Yeşil alanlara hasret bir ilçede, sosyal yardımların detayları paylaşılıyor. 9 binden fazla haneye destek, 6 bin 800 aileye düzenli yardım, 5 bin 500 çocuğa süt dağıtımı, bin 329 bebeğe doğum paketi ve 4 bin anneye Anne Kart. İki yeni kreşin açılması, belediye kreşlerinin yok denecek kadar az olduğu bir geçmişten bugüne uzanan bir zafer. Kreşlerin önemi vurgulanıyor: Çocuk için, anne için vazgeçilmez. İstanbul’da sıfırdan 127'ye, Türkiye genelinde 770'e ulaşan kreş sayısı, bin hedefiyle taçlanıyor. Engel girişimlerine rağmen durulmayacak, bininci kreş açılacak.
Yurt meselesi de gündeme geliyor. Barınma sorununu görmezden gelerek öğrenci çağıran bir sisteme karşı, 17 yurt açılmış İstanbul’da, Türkiye genelinde hedef 100, şu ana kadar 77'si gerçekleşmiş. Silkelenmeler, içeriye atmalar, zulümler suskunluk getirmeyecek; mücadele ve hizmetten geri durulmayacak. Gönüllere girilen yerlerden düşülmeyecek, yüzde 44 tavan değil taban olacak, daha yukarılara çıkılacak. Bu sevgi, en güzel hizmetlerle pekiştirilecek.
Konuşmanın bir diğer önemli bölümü, son kurultaydan geliyor. Hafta sonu Ankara’da üç gün süren etkinlikte, program yenilenmiş, seçimli kurultay yapılmış. 81 ilden gelen delegeler, bin 333 oyla yeniden görev vermiş; parti tarihinin en yüksek oyu. Bu oylar, lidere değil, mücadeleye, birlikte olmaya, haysiyete ve iktidar yürüyüşüne destek. Çağrılınca koşanlara, darbeye direnenlere, seçtiğine sahip çıkanlara ait. Örgütle çalışılarak, parti okuluyla dertlere çözümler üretilecek; uzaktan eğitimlerle desteklenecek. Türkiye değil, dünya siyaset tarihinin en uzun, en kararlı ve en kalabalık propaganda kampanyası başlatılacak. Herkes birer cumhurbaşkanı adayı gibi sorumluluk alacak. Savcılar, mahkemeler, hapishaneler karşıda; ama inanç, kararlılık, ahlaki ve psikolojik üstünlük, çoğunluk enerjisi bizde. Kazanacağız, Türkiye kazanacak. AK Partili, MHP’li yoksul emekçiler, 22 bin liraya mahkum işçiler de dahil herkes kazanacak. İnsana, istihdama, barınmaya dair sorunlar halk için çözülecek; halkın düzeni kurulacak. Eşitlik ve adalet, semtlere, şehre, ülkeye taşınacak.
Siyasi sistem eleştirisi, cumhurbaşkanlığı modelinin vaatleriyle başlıyor. Hızlı yönetim, şirket gibi devlet idaresi sözü tutulmuş; kabine özel hastane sahibinden özel okulcuya, otel zinciri patronuna kadar şirket ortaklarından oluşmuş. Sonra bir şirket kurulmuş: Kara Düzen Anonim Şirketi, kısaca KADAŞ. Tayyip Erdoğan başında, yoksuldan alıp zengine veren bir yapı. Damatlar, evlatlar, enişteler, torpilliler yükseliyor; liyakat, eğitim, hakkaniyet, adalet yok. İstanbul’da kira ortalaması 25 binden 35 bine, Güngören’de 20 binden 30 bine fırlamış. Asgari ücretin en çok alındığı ilçelerden birinde, 22 bin 500 liraya 30 bin liralık evler. Devlet memuru emekli ikramiyesiyle ev alabiliyordu eskiden; şimdi 975 bin lira ikramiye, 5 milyonluk ev. Çalışmak, biriktirmek, başını sokmak hayal.
Bütçe eleştirisi sert: Adaletsiz sistemden geçen bütçede asgari ücretli, emekli, çiftçi, esnaf yok. Erdoğan’ın "Alan elden veren ele dönüştük" sözü sorgulanıyor. Çiftçi bir kilo buğdayla bir litre mazot alıyordu, şimdi beş kilo; pamuk üreticisi iki buçuk litreyi iki buçuk kiloyla zor alıyor. Vergi affı, kur korumalı mevduat, faiz ödemeleri: Zenginlerden vazgeçilen vergi 768 milyar, KKM 2,5 trilyon, faiz 1,5 trilyon; toplam 4,7 trilyon. Asgari ücret artışı için gerekenin 90 katı, emekli maaşı için 110 katı zengine gitmiş. Bu sene de aynı niyet var.
Son olarak, bütçede korumalara 30'ar bin lira zam; polise, infaz koruma memuruna, jandarmaya, öğretmene, memura, emekliye yok. Pandemi, maç, bayram, olaylarda çalışan polise kuruş yok. "Bu çocukların hakkı ne olacak?" sorusuyla bitiyor. Bu sözler, meydandan taşarak ülkeye yayılıyor; ekonomik adalet arayışı, sosyal hizmetlerin genişlemesi ve siyasi mücadele, önümüzdeki günlerin ana temaları haline geliyor. Milyonlarca insan, bu tekliflerin ve vaatlerin peşinde, yarınlara dair bir umut ışığı arıyor. Gelişmeleri izlemeye devam edeceğiz, çünkü bu sadece bir konuşma değil, değişimin başlangıcı olabilir.




