Türkiye'nin yakın tarihine damga vuran 27 Mayıs darbesinin en ağır bedelini ödeyenlerden biri, kuşkusuz Başbakan Adnan Menderes'ti. Ancak onun trajedisi, idam sehpasıyla bitmedi; ardında bıraktığı aile bireylerinin hayatına da derin bir gölge düşürdü. Bu gölge, en çok da büyük oğlu Yüksel Menderes’in üzerinde gezindi ve onu adım adım hazin bir sona yaklaştırdı. Bu karanlık hikayenin ortasında ise, tüm fırtınalara rağmen filizlenen, masalsı başlayan ama acıyla sonlanan büyük bir aşk yatıyordu.

Rasim Ozan Kütahyalı'dan Kurultay Bombası: Erteleme Kararı CHP'yi Yeni Kaosa mı Sürükleyecek?
Rasim Ozan Kütahyalı'dan Kurultay Bombası: Erteleme Kararı CHP'yi Yeni Kaosa mı Sürükleyecek?
İçeriği Görüntüle

İzmir’in köklü ailelerinden Evliyazadelerin torunu olan İpek Kumbaracıbaşı, henüz 17 yaşındayken, babasının idamından sonra hayata küsmüş Yüksel Menderes’le tanışır. İpek, Yüksel’i son derece kültürlü, Avrupai ve çarpıcı birisi olarak tanımlar ve onun içindeki hüznü silecek tek kişi olabileceğine inanır. Bu genç kız, Menderes ailesinin üzerindeki kara bulutları dağıtacak bir umut ışığı gibi belirmiştir. Yüksel Menderes, İpek’e evlenme teklif ettiğinde, “Sen benim için son trensin” diyerek bu ilişkinin kendisi için ne denli hayati olduğunu ifade eder. İpek'in ailesi bu evliliğe karşı çıksa da, genç kızın kararlılığı galip gelir ve iki yıl süren bir nişanlılık döneminden sonra dünya evine girerler.

Dönemin gazeteleri, 4 Ocak 1963’teki nikahı manşetlere taşır. Yüksel'in yakasına taktığı, babasının İstiklal Madalyası olduğu belirtilen madalyon, bu evliliğin sadece iki gencin aşkı olmadığını, aynı zamanda bir dönemin acı ve onur mücadelesinin sembolü olduğunu gösterir. İpek, o günleri “Masalsı bir andı. Bir anda kendimi, hayalini kaybetmiş bir ülkenin tek gelecek hayali gibi hissettim” sözleriyle anlatır. Evliliklerinin ilk yıllarında her şey yolunda gider. Yüksel, eşine yazdığı mektuplarda, onu ne kadar çok sevdiğini ve hayata İpek sayesinde tutunduğunu dile getirir. Evliliklerinin birinci yılında kızları Işık doğar ve bu, Menderes ailesine yeni bir umut verir.

Ancak Yassıada'nın gölgesi, bir türlü Yüksel’in yakasından düşmez. Siyaset umuduyla çıktığı 1965 seçim kampanyası, beklentilerini karşılamaz ve derin bir hayal kırıklığı yaşar. Eşi İpek Menderes, Yüksel’in babasının mirasının altında ezildiğini ve bu yükü kaldırmasının mümkün olmadığını söyleyecektir. Yaşadığı ruhsal baskı ve maddi sıkıntılar, Yüksel’i alkole iter. Bu durum, bir zamanlar masal gibi başlayan evliliğin kabusa dönüşmesine neden olur. Bir balo gecesi yaşanan şiddet olayı bardağı taşırır ve İpek burnu kırılmış bir halde evden ayrılır, boşanma kararı alır.

Yüksel Menderes, boşanma kararından sonra yazdığı mektuplarda eşine olan aşkının ve içinde bulunduğu ümitsizliğin bu davranışlara neden olduğunu ifade eder. İpek'in ikinci çocuğuna hamile olduğu süreçte yaşanan ilgisizlik ve ardından gelen boşanma, bu trajik hikayenin en acımasız sayfalarından birini yazar. Yüksel'in ailesi bu ayrılığa çok üzülürken, İpek kendi ifadesiyle “Yalnız ve güçsüz” kalmıştır.

Olay, tüm Türkiye’yi şoke eden bir haberle son bulacaktır. Tarih 8 Mart 1972’yi gösterdiğinde, Ankara’daki evinde tek başına kalan Yüksel Menderes, 41 yaşında hayata veda eder. Son anlarında, tıpkı babası Adnan Menderes gibi bir mektup yazar. Bu mektuplarda, kaderin bütün cilvelerinin kendisini bulduğunu ve artık yaşama gücünü kaybettiğini dile getirir. Eski eşine yazdığı mektupta ise "Ne olur eşsiz sevgilim, aşkımızın eseri olan çocuklarımızı sen kabullen" diyerek, son arzusunu dile getirir.

Yüksel Menderes, babasının darağacına gitmeden önce kendisine yazdığı "Cesaretini hiçbir surette kaybetme" vasiyetini yerine getirememiştir. Ancak Türkiye, bu hazin sonla birlikte bir kez daha anlar ki, 27 Mayıs'ın gölgesi, sadece idam sehpalarıyla sınırlı kalmamış, bir ailenin ve bir büyük aşkın hayatına da derin bir trajedi olarak kazınmıştır.