Haftanın ilk günü, maalesef yürekleri ağza getiren gelişmeler, sokaktaki gerilim ve yaklaşan yeni yıl öncesi yapılan çok kritik uyarılarla başladı. Gündemdeki başlıklar sadece asayiş olaylarından ibaret değil; toplumsal çöküşün fotoğrafını çeken cinayetler, sınır ötesinden gelen tehlike sinyalleri ve başkente sunulan, gerçeklerden kopuk olduğu iddia edilen raporlar da masada. Özellikle emniyet birimlerinin kendi iç ağlarında paylaştığı ve sızan bilgiler, önümüzdeki birkaç günün ne kadar hassas olduğunu gözler önüne seriyor. Bu süreçte vatandaşların kalabalık ortamlarda çok daha dikkatli olması gerektiği vurgulanırken, siyasetin ve bürokrasinin içinde bulunduğu durum ise "bu kadar da olmaz" dedirtecek cinsten. (Video görüntüsü makalenin aşağısında verilmiştir.)

Yeni yargı düzenlemeleriyle cezaevlerinden tahliye edilen binlerce kişinin toplum içine karışmasının ilk acı faturası ne yazık ki çok ağır oldu. Tahliye olur olmaz, daha dışarıdaki ilk günlerinde dini nikahlı eşini arayıp tehdit eden ve ardından yanına giderek onu katleden bir şahsın işlediği cinayet, "Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir" sözünü akıllara getirdi. Yaklaşık 50 bin hükümlünün sokağa salındığı bir ortamda, bu kişilerin rehabilitasyonu ve takibi konusundaki endişeler, işlenen bu vahşi cinayetle birlikte korkunç bir gerçeğe dönüştü. Sokaktaki herhangi bir tartışmanın bile ölümcül sonuçlar doğurabileceği bu yeni dönemde, güvenlik endişesi en üst seviyeye tırmanmış durumda.

Asıl büyük tehlike sinyali ise yaklaşan yılbaşı kutlamaları öncesinde terör örgütlerine yönelik operasyonlarla geldi. Emniyet teşkilatının kendi iç haberleşme sistemi üzerinden personeline "canlı bomba protokolü" içeren eğitim videoları yüklemesi, istihbarat birimlerinin ciddi bir saldırı hazırlığını tespit ettiği şeklinde yorumlanıyor. Geçmiş yıllarda eğlence mekanlarına, turistik meydanlara ve havalimanlarına yapılan kanlı saldırıların hafızalarda taze olduğu bu günlerde, IŞİD (DEAŞ) hücrelerine yönelik 125 adrese yapılan eş zamanlı baskınlar ve Yalova'da yaşanan silahlı çatışma, tehdidin boyutunu gözler önüne seriyor. Saldırganların artık klasik profillerin dışında, modern giyimli ve dikkat çekmeyen tipler olabileceği uyarısı, tehlikenin sinsi yüzünü gösteriyor.

Sınır ötesindeki gelişmeler de en az içerisi kadar karışık. Komşu coğrafyada etnik ve mezhepsel temelli çatışmaların körüklendiği, toplumsal fay hatlarının gerildiği bir süreç yaşanıyor. Ancak yönetime sunulan raporlarda, halkın tepkisinin ve yaşanan huzursuzluğun sebebinin sadece "yeterli bilgilendirme yapılmaması" ve "dezenformasyon" olarak gösterildiği iddia ediliyor. Sahadaki gerçeklikten, sokaktaki vatandaşın öfkesinden ve sosyolojik patlamalardan bihaber hazırlanan bu raporlar, yönetimin sokağın nabzını tutmaktan ne kadar uzaklaştığını kanıtlar nitelikte. Özellikle stadyumlardan yükselen protestolar ve tribünlerdeki gerilim, toplumdaki birikmiş öfkenin öncü sarsıntıları olarak değerlendiriliyor.

Muharrem İnce Yalova'dan Şok İddialar: Tarikatlar ve Güvenlik Tehlikesi!
Muharrem İnce Yalova'dan Şok İddialar: Tarikatlar ve Güvenlik Tehlikesi!
İçeriği Görüntüle

Ekonomik krizin vurduğu vatandaşın hali ise içler acısı. Pazarda poşet parasına bile isyan eden, evini ısıtamadığı için battaniye altında oturan emeklilerin feryadı gökyüzüne ulaşırken, milletin vekillerinin lüks yaşamı vicdanları yaralıyor. Binlerce liralık marka ayakkabılarla gezen ve ihtiyaç sahipleri için yapılan deprem konutlarından hak sahibi olduğu ortaya çıkan siyasi isimlerin pişkin savunmaları, halkla aralarındaki uçurumu derinleştiriyor. "Utanmıyoruz" tavrıyla sergilenen bu nobranlık, nepotizm (akraba kayırmacılığı) örnekleriyle birleşince toplumdaki adalet duygusunu tamamen yok ediyor.

Liyakatin rafa kalktığı bu düzende, KPSS'de derece yapmasına rağmen atanamayan öğretmenlerin isyanı ise sistemin iflasını belgeliyor. Kendi emeğiyle, hakkıyla bir yere gelmek isteyen, torpil aramayan pırıl pırıl gençlerin, mülakatlarda elenip yerlerine başkalarının getirilmesi, sadece muhalif kesimin değil, muhafazakar tabanın da vicdanını kanatıyor. Başörtülü bir öğretmenin "Biz devletimize güveniyoruz ama hakkımızı istiyoruz" şeklindeki haykırışı, haksızlığa uğrayan her kesimin ortak sesi haline gelmiş durumda. Bu "yeter artık" çığlığı, siyasi görüşü ne olursa olsun tüm toplumun ortak bir itirazı olarak yükseliyor.