Ekonomideki son gelişmeler ve açıklanan veriler, önümüzdeki yılların dar gelirli vatandaşlar ve emekliler için hiç de kolay geçmeyeceğini ortaya koyuyor. Özellikle asgari ücretin belirlenmesiyle birlikte, milyonlarca çalışanın alım gücünde yaşayacağı kayıplar ve yüksek enflasyon karşısında eriyen maaşlar, gündemin en sıcak başlığı haline gelmiş durumda. Uzmanlar, mevcut ekonomik tabloda iyileşmenin kısa vadede mümkün görünmediğini, aksine kemer sıkma politikalarının ve hayat pahalılığının etkilerinin uzun süre daha hissedileceğini vurguluyor. (Video görüntüsü makalenin aşağısında verilmiştir.)
Ekonomistlere göre, asgari ücretin açlık sınırının altında kalması bir tesadüf değil, son 3-4 yıldır uygulanan politikaların bir sonucu. 2018 yılından itibaren başlayan ve "faiz sebep, enflasyon sonuç" teziyle derinleşen ekonomik model, bugün gelinen noktada sabit gelirli vatandaşın boynuna bir pranga gibi asılmış durumda. 1 Ocak itibarıyla geçerli olacak yeni ücretler bile, daha cebe girmeden açlık sınırının altında kalarak çalışanların yıla büyük bir kayıpla başlamasına neden oluyor. Tahminlere göre, 2025 yılı sonunda açlık sınırı 30 bin liranın üzerine çıkacak ve bu durum, çalışan kesimin alım gücünde yaklaşık yüzde 35'lik bir erime anlamına gelecek. Yani kağıt üzerinde yapılan zamlar, market ve pazar enflasyonu karşısında anlamsız kalacak.
Merkez Bankası'nın 2026 yılı için öngördüğü yüzde 16'lık enflasyon hedefinin ise gerçekçi bulunmadığı belirtiliyor. Uzmanlar, bu oranın yıl başında yüzde 19'a revize edileceğini, ancak yıl sonunda gerçekleşecek rakamın yüzde 24-25 bandında olacağını öngörüyor. Şu an yüzde 30'lar seviyesinde patinaj çeken enflasyonun, önümüzdeki yıllarda da yüksek seyrini koruması bekleniyor. Bu tablo, sadece asgari ücretliyi değil, ücreti asgari ücretin biraz üzerinde olan ve toplam çalışanların yüzde 87'sini oluşturan geniş bir kesimi doğrudan etkiliyor. Büyükşehirlerdeki kira ve yaşam maliyetleri de eklendiğinde, barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçların karşılanması giderek imkansız hale geliyor.
Siyaset kulislerinde ise bu ekonomik darboğazın sandığa nasıl yansıyacağı ve iktidarın seçim planları konuşuluyor. Analizlere göre, 2028 yılında yapılması planlanan genel seçimler öncesinde, iktidarın yeniden "seçim ekonomisine" geçiş yapacağı tarih olarak 2027 yılının ortaları işaret ediliyor. Bu tarihe kadar sıkı para politikalarının, yüksek faiz ve baskılanmış döviz kuru uygulamalarının devam edeceği, ancak seçime 6 ila 9 ay kala muslukların açılabileceği öngörülüyor. Eğer bir erken seçim kararı alınırsa, bu takvimin bir yıl geriye çekilebileceği de masadaki senaryolar arasında.
Mevcut faiz ve kur politikalarının 2026 yılında da aynen devam edeceği tahmin ediliyor. Dolar kurundaki artışın, aylık enflasyonun altında tutulmaya çalışılacağı, gösterge faizinin ise 2026 sonunda yüzde 28-30 bandında kapatılacağı belirtiliyor. Bu durum, kredi faizlerinin yüksek kalmaya devam edeceği ve vatandaşın banka kredilerine ulaşımının zor olacağı anlamına geliyor. Özellikle 2023 seçimleri öncesinde uygulanan düşük faiz politikalarının yarattığı hasarın telafisi için, dar gelirli kesimin uzun yıllar sürecek bir "dezenflasyon programı" adı altında bedel ödemeye devam edeceği ifade ediliyor.
Emekliler cephesinde ise durum çok daha vahim. Milyonlarca emekli, asgari ücretin bile çok altında kalan maaşlarla hayatta kalma mücadelesi veriyor. Uzmanlar, en düşük emekli maaşının derhal asgari ücret seviyesine çekilmesi gerektiğini belirtse de, mevcut bütçe disiplini ve ekonomik programın buna izin verip vermeyeceği belirsiz. "Patates var, yağ yok; yağ var, ekmek yok" diyen emeklilerin feryadı, krizin toplumsal boyutunu gözler önüne seriyor. Özetle, önümüzdeki süreçte "ödenmesi gereken bir borç" ve "hiç bitmeyen bir kriz" sarmalı, toplumun geniş kesimlerinin omuzlarında ağır bir yük olmaya devam edecek gibi görünüyor. Küresel piyasalarda ise ABD'deki olası faiz indirimlerinin gelişmekte olan piyasalara sınırlı da olsa bir nefes aldırabileceği, ancak bunun içerideki yapısal sorunları çözmeye yetmeyeceği vurgulanıyor.





