İstanbul Erkek Lisesi Taciz Listesi Skandalı: Okul Müdürü Yılmaz Arslan Görevden Alındı!
İstanbul Erkek Lisesi Taciz Listesi Skandalı: Okul Müdürü Yılmaz Arslan Görevden Alındı!
İçeriği Görüntüle

Türkiye’nin sanat tarihinde yer etmiş, isimleri altın harflerle yazılmış iki dev figürün hikayesi, sadece sahne ışıklarının parlaklığını değil, aynı zamanda insan ruhunun karanlık dehlizlerini de gözler önüne seriyor. Yıllar boyunca hayranlıkla izlenen ve dinlenen bu iki ismin yollarının kesiştiği o tarihi an, aslında trajik bir sonun ve vicdanları yaralayan bir hesaplaşmanın da başlangıcı oldu. Sanatın büyüsüne kapılan kitleler, perdenin arkasında yaşanan bu ibretlik olaydan habersizken, bugün anlatılanlar "Sanatçı olmakla insan olmak aynı şey mi?" sorusunu akıllara getiriyor.

Olayın kökleri 1953 yılına, Türk sinemasının en parlak dönemlerinden birine dayanıyor. O dönemde Türk sinemasının tartışmasız kraliçesi olan, sadece oyunculuğuyla değil, yönetmenliği ve yapımcılığıyla da "Ben de varım!" diye haykıran cesur bir kadın, Cahide Sonku; henüz yolun çok başında olan genç bir yeteneğe el uzatır. Bu genç yetenek, radyodaki sesiyle herkesi büyüleyen ancak henüz 20 yaşında olan Zeki Müren’dir. Sonku, Müren’e "Beklenen Şarkı" filminde oynaması için reddedilemeyecek kadar büyük bir teklif götürür ve bu teklif, genç sanatçının hayatını değiştirecek bir dönüm noktası olur.

Zeki Müren, başlangıçta bu teklife biraz nazlansa da, karşısındaki dev ismin ve projenin büyüklüğü karşısında "Hayır" diyemez. Çekilen "Beklenen Şarkı" filmi, vizyona girmesiyle birlikte yer yerinden oynar. Zeki Müren, bu film sayesinde sadece radyoların değil, sinema salonlarının da yıldızı olur ve adeta paraya boğulur. Ünü ve serveti hızla artarken, hayatın acımasız bir gerçeği olan "büyük parıltıların büyük yangınlara sebep olabileceği" sözü, ne yazık ki Cahide Sonku için acı bir tecrübe olarak gerçekleşmek üzeredir.

Kaderin trajik bir cilvesi olarak, Cahide Sonku’nun hem yapımcılığını üstlendiği hem de başrolünü oynadığı filmlerin makaralarının bulunduğu depo, şüpheli bir yangınla kül olur. Sonradan kundaklandığı anlaşılan bu yangında sadece film şeritleri değil, bir kadının tüm emeği, geleceği ve hayalleri de yanıp kül olur. Bu felaket, dönemin en güçlü kadını için sonun başlangıcıdır. Çevresindeki kalabalıklar dağılır, serveti erir ve Sonku, iflasın eşiğine gelerek derin bir yalnızlığa sürüklenir.

İşte tam bu noktada, vicdanları sızlatan o olay gerçekleşir. Herkes Zeki Müren’den, kendisine şöhretin kapılarını açan bu kadına destek olmasını beklerken, "Sanat Güneşi" beklenmedik bir hamle yapar. Yangından sonra "Cahide Sonku benim filmden almam gereken ücretimi ödemedi, film ruloları yandı, artık telifimi de alamayacağım" diyerek, zaten her şeyini kaybetmiş olan Sonku’ya karşı icra davası açar. Bu ticari hamle, sanat dünyasında eşine az rastlanır bir acımasızlık örneği olarak tarihe geçer.

Zeki Müren’in başlattığı bu hukuki süreç sonunda, bir zamanlar Türkiye’nin en zengin ve en güzel kadını olan Cahide Sonku’nun elinde kalan üç beş kuruş parası, evi ve eşyaları haczedilir. Evsiz ve barksız kalan efsane isim, bir arkadaşının evine sığınmak zorunda kalır ve yaşadığı bu ağır travmanın etkisiyle kendisini içkiye vererek sefalet içinde bir hayata sürüklenir.

Yıllar sonra bu hikaye tekrar anlatıldığında, ortaya çıkan tablo sanatın yüceliği ile insan vicdanı arasındaki derin uçurumu gözler önüne seriyor. Bir yanda ilahi bir sese sahip büyük bir sanatçı, diğer yanda ise ticari kaygılarını merhametinin önüne geçiren bir kişilik. Bu olay bize, sanatın ne kadar büyük olursa olsun, temiz bir ahlakın veya vicdanın kefareti olamayacağını; sanatçıyı sevsek bile, "insan" olan yanını her zaman sorgulamamız gerektiğini acı bir şekilde hatırlatıyor.