Türkiye'de asgari ücret zammı tartışmaları zirve yaparken, milyonlarca çalışan ve emekli açlık sınırında debeleniyor. Üst düzey bürokratlara tanınan devasa maaş artışı ise adaletsizliğin zirvesini gösteriyor; Erdoğan'ın gurur duyduğu asgari ücret gerçekte ne kadar yetersiz? Bu skandalın perde arkasını keşfedin ve öfkenizi paylaşın.

Türkiye ekonomisi, her geçen gün daha derin bir uçurumun kenarında sallanırken, iktidarın son hamlesi adeta bir tokat gibi patladı. Aralık 2025'in soğuk rüzgarlarında, milyonlarca asgari ücretli ve emekli, yılbaşıkaynaklı maaş artışı umuduyla beklerken, Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edilen bir teklif, üst düzey kamu görevlilerine aylık 30 bin TL'lik dev bir zam müjdesi verdi. Bu teklif, ilçe valilerinden orgenerallere, AFAD yetkililerinden müsteşarlara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor ve önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kurulu'nda oylanacak. Sendikalar ayağa kalktı, muhalefet bile kısmen destek verse de, toplumun nabzı öfkeyle atıyor. Peki, bu zamlar gerçekten "nitelikli personeli tutma" stratejisi mi, yoksa elit bir azınlığın cebini doldurma oyunu mu? Asgari ücretin açlık sınırını zorladığı bir ülkede, bu tür ayrıcalıklar nasıl meşrulaştırılıyor?

Hadi en baştan alalım. Ülkemiz, 23 yıllık bir iktidar döneminde enflasyon canavarının pençesinde kıvranıyor. Dünya sıralamasında enflasyon oranında dördüncü, faiz yükünde üçüncü, çocuk işçilik oranında ise maalesef üst sıralarda yer alan bir ekonomiyle karşı karşıyayız. TÜİK verilerine göre asgari ücret 22 bin TL civarında seyrederken, açlık sınırı bu rakamı aşmış durumda. Etin kilosu 1.000 TL'ye dayandı, ki bu da yaklaşık 23 dolar ediyor. Düşünün bir: Bir asgari ücretli, maaşının tamamını ete yatırsa, ayda sadece 22 kilo alabilir – o da başka hiçbir şeye dokunmadan. Peynir, ekmek, çay gibi temel ihtiyaçlar devreye girince, tablo iyice karanlıklaşıyor. Günlük bir kilogram et, yarım kilo peynir, bir ekmek ve bir paket çay almak bile imkansız hale geliyor. Üstelik bu, savaş ekonomilerinden bile daha vahim bir tablo; yüzde 202'lik enflasyon oranı, aileleri yoksulluk sınırının altına itiyor. Toplumun yüzde 40-50'si açlık, yüzde 20'si ise yoksulluk çekiyor. Böylesi bir ortamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın asgari ücretle ilgili son açıklaması kulakları tırmaladı: "Asgari ücretle vatandaş ayda 10 kez arabasına yakıt doldurabiliyor." Bu sözler, gerçek hayattan o kadar kopuk ki, insanı hayrete düşürüyor. Zira yakıt fiyatları da uçmuşken, çoğu aile arabalarını garajda çürütmek zorunda kalıyor.

Bu ekonomik çöküşün ortasında, iktidarın kendi "mutlu azınlığına" sunduğu jest ise tam bir skandal. AK Parti'nin önerdiği 30 bin TL'lik zam, ortalama memur maaşlarını 40-50 bin TL'den 80-100 bin TL'ye fırlatacak. İlçe valisi, vali, departman başı, genel müdür, orgeneral gibi pozisyonlar bu pastadan pay alacak. Savunulan gerekçe, "nitelikli personelin özel sektöre kaçmasını önlemek". Haklı bir kaygı olabilir mi? Elbette, Türk Hava Yolları gibi stratejik kurumlarda genel müdürler için anlaşılır bir argüman. Ama ilçe valisi veya kaymakam için? Bu, bürokrasideki piramit yapısını iyice bozuyor: Üst kısım incelip zenginleşirken, alt tabaka genişleyip eziliyor. Ortalama bir memur, bu zamlara erişemeyecek; sadece elitler bayram edecek. Muhalefet, Bütçe Komisyonu'nda bu artışı desteklemiş olsa da, eleştiri dozu yetersiz kalıyor. Asıl sorun, bu tür ayrıcalıkların tüm memurlara yayılmaması. Eleştiri, sanki bir "sultana" dönük alışkanlık gibi; Türkiye, dünyada resmi araç sayısında zirvelerde gezen bir ülke. Binlerce lüks araç, devletin kasasından akıyor, ama asgari ücretliye simitlik para yok.

Ekonomik adaletsizliğin ötesine geçelim; siyaset sahnesinde de çelişkiler diz boyu. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin son röportajı, Türk'ün gazetesinde yayınlandı ve CHP'yi hedef aldı. Özgür Özel'in kongrede "Atatürk'ün askeri" demesini bahane ederek, partiyi Atatürk'e ihanetle suçladı: "Atatürk'ün bıraktığı cumhuriyetin tek yetkilisine saygı göstermediniz, anayasayı kapattınız, mahkeme kararlarını uygulamadınız, kayyum atadınız." Bahçeli'ye göre, CHP'nin İmralı'ya gitmemesi bile büyük bir günah. Bu suçlamalar o kadar absürt ki, gülünç bulunuyor. Zira Bahçeli'nin kendisi, yıllarca Öcalan'a "kravat takma" misyonuyla anılmış biri. Zihinsel bir kandırmaca söz konusu: Fakirlikte hırsızlığı meşrulaştırmak gibi, ayrılıkçı politikaları içselleştirmiş. 40 yıllık MHP tarihi, Türkiye'ye fayda sağlayan tek adım bile içermiyor. PKK üzerinden ayrılıkçılık, şiddet teşviki, "seviyorsan kal, yoksa git" sloganı – hepsi bölücülük kokuyor. 2014 ve 2015 seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu'nu düşürme, 2017'de tek adam rejimine geçiş, 2023'te Anayasa Mahkemesi'ni kapatma önerisi, DEM Partililerin vekilliklerini düşürme girişimleri... Ve birden, barış sürecine 180 derece dönmek. Bu, insan doğasına aykırı; 40 yıl komünist olup 41. yılda kapitalisti savunmak gibi değil. Bahçeli, kendi aklıyla mı hareket ediyor? Hayır, birilerinin okuduğu kağıdı uyguluyor. Establishment Osman ve Müge Anlı izleyerek kişisel hayatını renklendirirken, politikada katı bir figür.

Bu çelişkilerin zirvesi, İmamoğlu davaları etrafında dönen oyunlar. Bahçeli, davaların TRT'de yayınlanması için 34 kez çağrı yapmış, ama MHP ve AK Parti oylarıyla reddedilmiş. Şimdi ise "yüzyılın yolsuzluğu" diyor, iddianameyi ciddiye alıp hızlı yargılama istiyor. Reddetme nedeni neydi peki? İddianame zayıfmış, diyor MHP kaynakları. CHP'nin teklifi reddedildiğinde, Bahçeli balık avındaymış; CHP "ısırdı" ve İmamoğlu Silivri'den mektup yazdı. Ama asıl mesele, MHP'nin "terörsüz Türkiye" sürecine çekme çabası. "MHP'nin ipiyle kuyuya inilmez" sözü, tam da buraya cuk oturuyor.

Terörsüz Türkiye komisyonu ise umut vaad eden, ama çelişkilerle dolu bir arena. Numan Kurtulmuş'un açıkladığı üzere, dinleme aşaması bitti, raporlama başladı. AK Parti'den Mustafa Şen'in raporu çarpıcı: PKK kendini feshetmeli, terör suçları affedilmeli, kan davaları bitmeli. İçişleri Bakanlığı'na kayyumları kaldırma çağrısı var. PKK'nın feshi MGK tarafından onaylanırsa, örgüt yok sayılacak; yeni yasal düzenlemelerle hapishanedekiler için af yolları açılacak. Kanıt mı? Mağaralardan silah toplama gibi somut adımlar. CHP'nin raporu ise bambaşka: Demokratikleşme, AİHM kararlarının uygulanması, bağımsız yargı, kayyumların kaldırılması, tutuklu olmayan belediye başkanlarının göreve dönmesi, cemevlerinin ibadethane statüsü, anayasa değişikliği. DEM Parti de demokrasi, özgürlükler ve kimlik hakları diyor. AKP-MHP ikilisi, süreci Öcalan'a indirgemeye çalışıyor; CHP-DEM ise demokratik zemine çekiyor. İmralı tutanakları ise kilit nokta: CHP tam yayın istiyor, AKP sadece MİT özetiyle yetiniyor. Raporlar 6 ay sürecek, ama bu süreç, Türkiye'nin yaralarını sarabilir mi? Yoksa yine bir oyalama mı?

Ekonomik ve siyasi kaosun gölgesinde, toplumsal yaralar da kanıyor. Kasım 2025'te 216 iş cinayetiyle 216 can yitirildi; bunlardan 13'ü çocuk, MESEM'de çalışan minikler. Eğitim Bakanlığı'nın bir programı protesto edildiğinde, 16 genç tutuklandı, 4 öğretmen ters kelepçeyle gözaltına alınıp seyahat yasağıyla serbest bırakıldı. Bu, vatanseverlik değil mi? Çocuğun acısını hissedip sokağa çıkmak, asıl erdem. Ama hükümet, sanki işgal kuvveti gibi davranıyor: Hindistan'daki İngilizler misali, halkı ezercesine. "Hükümet işgalci değil, hükümdar" diyor eleştirmenler, ama bu baskı, demokrasiyi boğuyor.

Altın Fiyatları Aralık 2025'te Dalgalı Seyir Sürdürüyor!
Altın Fiyatları Aralık 2025'te Dalgalı Seyir Sürdürüyor!
İçeriği Görüntüle

Son darbe ise ahlaki çöküşten geliyor. Büyükçekmece Adliyesi'nde Erdal Timur adlı şüpheli, 147 milyon TL nakit, 100 kg altın ve 50 kg gümüş çalarak İngiltere'ye kaçtı. Timur'un profili mide bulandırıcı: Başörtülü eşiyle boy boy fotoğraflar, Atatürk'ü aşağılayan paylaşımlar, Kadir Mısıroğlu hayranlığı, şeriat yanlısı fundamentalizm. Tekbirle soygun yapmak, devlet malını çalmayı caiz görmek... Neden? Çünkü devlet "kâfir devlet" olarak görülüyor. Dindarlık burada ahlaksızlığın örtüsü: Ruh ve karakter kusurlarını perdelemek için. Saf Müslümanlıkta yok bu; inanç gibi dindarlık da ekmek üzerine tereyağı – fazla kaçınca bayatlatıyor. Manipülasyon ve haksız yaşam tarzı dayatmasıyla dolandırıcılık.

Ülke, dürüstlükle onursuzluk arasında bir ikilemde. Sağ-sol ayrımı yok; sadece dürüst ve onursuz insanlar var. Cemil Meriç'in dediği gibi: "There is no right, left, progressive or reactionary in this country. There are honest and dishonorable people. Be among the honest ones." Aralık 2025'in bu karanlık günlerinde, asgari ücret zammı, maaş adaletsizliği, siyasi oyunlar ve ahlaki yozlaşma, hepimizi sorgulatıyor. Milyonlar açken, elitler şatafat içinde. Bu uçurum kapanacak mı? Yoksa derinleşerek hepimizi yutacak mı? Toplumun sesi yükseliyor; sendikalar, muhalefet, sokaklar... Değişim, belki de bu öfkeden doğacak. Ama şimdilik, Erdoğan'ın "gurur duyduğu" asgari ücret, gerçek bir utanç abidesi olarak duruyor.