Türkiye'nin sokaklarında yankılanan bir sessizlik var; enflasyonun pençesinde kıvranan aileler, çocuklarının okul çantasına bir sandviç bile koyamamanın utancını yaşarken, şehrin ışıltılı köşelerinde bambaşka bir dünya dönüyor. Bu ikilik, sadece bir ekonomik gerçeklik değil, aynı zamanda toplumun damarlarında akan bir zehir gibi, her gün daha da yayılıyor. Peki, bu uçurum nasıl oluştu ve nereye varacak? Günlük hayatın sıradan telaşları arasında gizlenen bu çelişki, hepimizi sorgulatıyor: Adalet nerede kaldı?

İstanbul Ticaret Odası'nın 17. Restoran ve Yiyecek İçecek Hizmetleri Komitesi üyesi Yücel Özlap'ın Ekonomim'e verdiği röportaj, bu çelişkilerin en çıplak halini gözler önüne seriyor. Özlap, Türkiye'nin ekonomik manzarasını bir gecede 200-300 bin TL harcayan "zengin çocuklar" ile karnını en ucuz şekilde doyurmaya çalışanlar arasında resmediyor. Bu gençler, babalarının hayalini bile kuramadığı paraları, lüks mekanlarda savuruyor; oysa orta gelirli bir aile, misafir ağırlamak için bile makul bir restoran bulamıyor. Emekliler ise, bir zamanlar hak ettikleri hayatı sürdürmek için bile çabalıyor. Özlap'ın sözleri, sadece bir uyarı değil; bir çığlık gibi: "Bir kısım gecede 200-300 bin TL harcıyor. Bir kısım karnını en ucuz şekilde doyurma derdinde. Bu 200-300 bin TL ödeyebilenler de zengin yeni Türkiye’nin çocukları. Babalarının bile harcayamadığı paraları harcıyor." Bu ifade, servetin nesiller arası aktarımındaki çarpıklığı özetliyor – eski zenginliklerin mirasçıları, yeni bir tüketim çılgınlığıyla büyütülüyor.

Özlap'ın açıklamalarının devamı, orta sınıfın eriyişini daha da netleştiriyor: "Ama orta gelirlinin misafiri geldiğinde ailece yemek yemek istediğinde gidebileceği makul bir yer yok. Emekliler birçok şeye ulaşamaz hale geldi." Bu sözler, restoran sektörünün bile eşitsizliği yansıtan bir ayna olduğunu gösteriyor. Lüks mekanlar, gecelik faturaları yüz binleri bulan partilerle dolup taşarken, sıradan bir aile yemeği için fiyatlar el yakıyor. Sektördeki bu kutuplaşma, sadece bireysel harcamaları değil, ekonominin genel yapısını etkiliyor. Zengin gençlerin bu savurganlığı, turizm ve eğlence sektörünü şişirirken, temel ihtiyaçlara erişimi kısıtlıyor. Düşünün: Bir yanda, İstanbul'un elit kulüplerinde şampanya kadehleri havada uçuşurken, diğer yanda bir emekli, ilaç parasını denkleştirmek için market raflarına bakıp iç çekiyor.

Bu tablo, Türkiye'nin ekonomik eşitsizliğinin ne kadar derinleştiğini ortaya koyuyor. TÜİK'in 2024 Gelir Dağılımı İstatistikleri'ne göre, en yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay, bir önceki yıla göre 1,8 puan artarak yüzde 49,8'e ulaşmış durumda. En düşük yüzde 20'lik kesim ise gelirin sadece yüzde 5,9'unu elinde tutuyor. Bu, 2014'te en zengin yüzde 10'un en fakir yüzde 10'dan 11,56 kat fazla pay alırken, 2023'te bu farkın 14,52 kata çıkmasıyla örtüşüyor. Dünya Eşitsizlik Raporu'nun 2022 verileri bile, Türkiye'de en zengin yüzde 10'un toplam servetin yüzde 67'sini kontrol ettiğini gösteriyor – en yoksul yüzde 50 ise sadece yüzde 4'le yetiniyor. Ortalama bir yetişkinin yıllık kazancı 85 bin TL iken, en zengin yüzde 10'un 463 bin TL'si, en yoksul yüzde 50'ninkinden 23 kat fazla. Bu rakamlar, Özlap'ın bahsettiği "yeni zengin çocukların" harcama gücünün nereden beslendiğini açıklıyor: Aile servetlerinin şişirilmiş balonları, genç nesillere aktarılırken, enflasyon ve durgunluk alt tabakaları eziyor.

274 Milyon TL'lik Tarımsal Destekler Çiftçilerin Hesaplarına Akıyor!
274 Milyon TL'lik Tarımsal Destekler Çiftçilerin Hesaplarına Akıyor!
İçeriği Görüntüle

Çocuklar ve gençler bu eşitsizliğin en acımasız mağdurları arasında. UNICEF'in ekonomik durgunluk panellerinde vurgulandığı gibi, 2012'de bile üç çocuktan biri yoksulluk içindeydi; dört gençten biri ise eğitim veya işte değildi. Günümüzde, OECD verilerine göre Türkiye, NEET (eğitimde veya istihdamda olmayan) genç oranında birinciliği kimseye bırakmıyor – oran, OECD ortalamasının neredeyse iki katı. İstanbul Ticaret Odası'nın 2025 raporları, gençlerin yetersiz eğitim, güvencesiz işler ve aşırı korumacı aile yapıları nedeniyle sistem dışına itildiğini belirtiyor. Bu gençler, mülkiyet hayallerinden vazgeçip anlık hazlara yöneliyor; sosyal kopukluk ise ekonomik kırılganlığı artırıyor. Öte yandan, zengin gençler için durum tam tersi: Gecelik 200-300 bin TL'lik harcamalar, lüks arabalar, yurtdışı tatilleri ve özel partilerle dolu bir hayat. Bu ikilik, sadece maddi değil, psikolojik bir yük de yaratıyor – yoksul gençler umutsuzluğa kapılırken, zenginler tüketim çılgınlığıyla gerçeklikten kopuyor.

Dünya Bankası'nın 2024 Yoksulluk, Refah ve Gezegen Raporu, Türkiye'nin bu sorununu küresel bir bağlama oturtuyor. Gelir eşitsizliği, Avrupa'da Türkiye'yi ilk sıraya taşırken, birçok Afrika ve Asya ülkesinden bile kötü durumda. Orta gelir grubunun toplam payı yüzde 34,3'e gerileyerek tarihsel en düşük seviyeye indi; orta sınıfın erimesi, ekonomik istikrarı tehdit ediyor. Toplumun yüzde 67,7'si, önümüzdeki yıl ekonominin düzelmeyeceğini düşünüyor – bu oran, eğitimli gençlerde yüzde 80'lere varıyor. Muğla gibi turizm cennetlerinde bile, giyim harcamaları yüzde 70 azalmış; mutfak masraflarını kısanlar yüzde 69'la 55-64 yaş grubunda yoğunlaşıyor. Ekonomik eşitsizlik algısı, her bölgede yükseliyor – zenginler daha zengin, yoksullar ise dibe vuruyor.

Bu uçurumun kökeni, yıllara dayanıyor. 2010'ların ortalarından beri üretkenlik düşüşü, COVID sonrası makroekonomik kaos ve yüksek gelir kesimlerini vergilendirmeyen politikalar, eşitsizliği körüklüyor. Dünya Eşitsizlik Raporu, son 25 yılda ulusal servetin iki katına çıkmasına rağmen, dağılımın derinleştiğini söylüyor. En zengin yüzde 10, ortalama 122 bin dolar kazanırken, en yoksul yüzde 50 sadece 3 bin 920 dolarla idare ediyor. Türkiye'de bu, günlük hayata yansıyor: Okula beslenme götüremeyen çocuklar, okul terk oranlarının artmasıyla geleceğin NEET'leri oluyor. Zengin gençlerin lüks harcamaları ise, babalarının neslinde bile görülmemiş bir gösterişi simgeliyor – Özlap'ın dediği gibi, "yeni Türkiye'nin çocukları" bu paraları, mirasın şişirilmiş balonundan şişiriyor.

Geleceğe baktığımızda, 2025 Orta Vadeli Programı umut vaat etse de, gerçekler karanlık. Büyüme yüzde 3,1'de kalırken, mali açık GSYİH'nin yüzde 5'i civarında seyrediyor. Enflasyon beklentileri kırılmıyor; fiyatlama ve harcama davranışları değişmiyor. Koç Üniversitesi'nin KONDA anketi, halkın yüzde 53'ünün ekonomik politikalara "kesinlikle güvenmediğini" gösteriyor. Eğer yapısal reformlar gecikirse, dezenflasyon yavaşlayacak; emtia fiyatlarındaki dalgalanmalar ve küresel belirsizlikler, büyümeyi aşağı çekecek. Gençler için "erişim, beceri, bakım ve yerleştirme" odaklı politikalar şart – yoksa NEET oranı artacak, toplumsal öfke patlayacak. Zengin gençlerin tüketim çılgınlığı, sosyal düzeni bozabilir; düşük gelir gruplarıyla ikili talep yapısı, ekonomiyi daha da kırılganlaştırır.

Yücel Özlap'ın uyarıları, bu fırtınanın habercisi. Restoran sektörü gibi günlük hayatın nabzını tutan bir alanda bile, orta gelirlinin "makul bir yer" bulamaması, sistemin çöküş sinyali. Emeklilerin erişemediği temel ihtiyaçlar, yoksulluğun nesiller arası aktarımını hızlandırıyor. Türkiye, bu eşitsizliği tersine çevirmek için acil adımlar atmalı: Vergi reformları, mesleki eğitim programları, erişilebilir çocuk bakımı ve esnek istihdam modelleri. Kadınlar, gençler ve engelliler için aktif iş gücü politikaları genişletilmeli; mikro yeterlilikler ulusal çerçeveye oturtulmalı. Aksi takdirde, gecelik 200-300 bin TL'lik partiler, toplumun geri kalanını daha da dışlayacak.

Bu hikaye, sadece rakamlar ve alıntılardan ibaret değil; bir toplumun ruh halini yansıtıyor. Zengin gençlerin ışıltılı geceleri, yoksul çocukların karanlık sabahlarıyla kontrast oluştururken, orta sınıf sessizce eriyor. Kamuoyu, bu uçurumun kapanmasını bekliyor – ama rüzgarlar, fırtınayı büyütüyor gibi. Türkiye'nin ekonomik geleceği, bu çelişkileri nasıl çözeceğine bağlı; yoksa, Özlap'ın resmettiği tablo, yarınların gerçeği olacak.