Bir tarafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için ABD’de bulunup Amerikan Başkanı Donald Trump ile dünya liderleri masasında poz vermesi, diğer tarafta ise Türkiye’de ana muhalefet partisi CHP'nin kongresine yönelik eşi benzeri görülmemiş bir yargı krizi yaşanması, uzmanlara göre ülkede derin bir çatışmanın ve dışarıdan alınan görevlerin eş zamanlı olarak yürütüldüğünü gösteriyor. Bu iki olay, hem iç siyasi istikrarsızlığın dış politikadaki önemli adımlarla nasıl örtüştüğünü hem de iktidar çevresindeki kliklerin muhalefeti bloke etme çabalarını gözler önüne seriyor. Özellikle Amerika'nın ve İsrail'in çıkarlarına hizmet eden bir dönüm noktasında, Türkiye'nin uluslararası arenadaki pozisyonu ve içerideki siyasi karmaşa arasındaki keskin tezat, kamuoyunun dikkatinden kaçmaması gereken hayati detaylar barındırıyor.
Yargı Krizinin Perde Arkası: Bir Darbe Girişimi mi?
CHP’nin ilk kongresinde yaşananlar, bir yargı krizinden ziyade, Levent Gültekin'in yorumlarına göre, devlet içerisinde süren bir kavganın yansımasıydı. Melike'nin aktardığına göre, önce Yeniden Seçim Kurulu (YSK) kongrenin yapılabileceğine karar vermişken, ardından 45. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden kongreyi durdurun kararı çıktı ve icra memurları salonun önüne gitti. Bu durum, YSK’nın kararını hiçe saymak anlamına geliyordu. YSK daha sonra yeniden toplanarak oy sayma işleminin devam edebileceği kararını verdi.
Bu krizin benzerliği, Can Atalay meselesindeki Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasındaki kavgaya işaret ediyor. Normalde Anayasa Mahkemesi kararları kesin olsa da Yargıtay dinlememişti. Aynı şekilde, siyasi partilerle ilgili kararları genelde YSK verir ve Asliye Hukuk'un YSK'nın üzerine böyle bir karar vermesi teknik olarak mümkün değildi. Gültekin, ortada acayip bir garabet durumu olduğunu, YSK'nın reddettiği her şeye 45. Asliye Ceza'nın tersi bir karar verdiğini belirtiyor.
Krizin en çarpıcı yönü ise atanan kayyum Gürsel Tekin meselesiydi. Niye atandığı belli olmayan bu kayyum, Özgür Çelik’in yeniden seçilmiş olmasına rağmen, kongrenin bittiğini ve görevinin hala devam ettiğini söyledi. Levent Gültekin’in görüşüne göre, tek başına bir hakimin bu kararı alması teknik olarak mümkün değildi ve bu durum, devlet içerisinde bir grup arasında çatışma olduğunu, yargı eliyle CHP’nin kongre süreçlerinin engellenmeye çalışıldığını gösteriyordu. Melike, bu durumun bir darbe gibi yaşandığını, icra memurlarının gönderildiğini ve YSK’nın dinlenmediğini vurguladı.
Gültekin, Can Atalay krizindeki kavganın arkasında MHP ve AK Parti’ye yakın kliklerin olduğunu anladıklarını ancak bu yeni kavgada kimin olduğunu net anlayamadıklarını ifade etti. Oysa YSK Başkanı’nın Erdoğan'a yakın olduğu ve YSK üyelerinin önemli bir kısmını bizzat Cumhurbaşkanı’nın atadığı biliniyor. Gültekin, HSK'nın (Hakimler ve Savcılar Kurulu) toplanıp 45. Asliye'ye "Sen ne yapıyorsun?" dememesinin anlaşılmaz olduğunu belirtti ve bunun ülkenin ayarını bozduğunu, alt-üst mahkeme hiyerarşisinin bozulduğunu vurguladı.
İktidar İçindeki Uzlaşmazlık ve Borsa Refleksi
Gültekin, bu kaosu kimlerin yarattığı konusunda iktidar içerisinde de uzlaşmazlık olduğunu düşünüyor. Hatta bazı AK Partililer (Savcı Sayan, Orhan Miroğlu gibi isimler) bu yaşananların Cumhurbaşkanı Erdoğan'a çekilen bir operasyon olduğunu ve siyasetin dizayn edilerek Erdoğan’ın zayıflatılmaya çalışıldığını söylüyorlar. Gültekin, 24 Ekim’deki kayyum davasına kadar bu kaotik durumun devam edeceğini tahmin ediyor.
Bu siyasi kaos, ekonomik alana da hemen yansıdı. Asliye Mahkemesi'nden karar geldiğinde borsa çakıldı, ancak YSK’nın kararıyla tekrar yükseldi. Gültekin, bu çakılmada küçük yatırımcının parasının gittiğini ve bu paranın birilerinin cebine aktığını söyledi. Melike'nin dikkat çektiği gibi, borsa normalde siyasi olaylara tepki vermezken, son bir yıldır CHP meselesine çok fazla tepki veriyordu. Bunun nedeni, yatırımcıların CHP'ye kayyum atanması durumunda "burası başka bir ülke olacak" psikolojisine girmesiydi.
Erdoğan-Trump Fotoğrafının Altındaki Pazarlıklar
Tüm bu iç kargaşa yaşanırken, Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için ABD’deydi ve Trump ile yaptığı görüşme "en önemli toplantım" diye nitelendirildi. Fotoğrafta Erdoğan, Trump’ın yan koltuğunda oturuyordu ve masa etrafında Katar, Ürdün, Endonezya, Pakistan, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı ve Mısır Başbakanı gibi Müslüman liderlerin temsilcileri vardı. Levent Gültekin, Türkiye’nin bu masada NATO müttefiki olarak zaten artı bir değer olduğunu kabul etmekle birlikte, bu pozun "büyük bir kompleksin dışa vurumu" olduğunu, çünkü dünya liderinin zaten Trump’la yan yana oturmakla gurur duymayacağını belirtti.
Gültekin, fotoğrafta Suudi Arabistan Prensi ve Mısır Cumhurbaşkanı'nın olmamasının dikkat çekici olduğunu vurguladı. Ancak en önemli detayın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha önce kendisi tarafından da açıklanan Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanlığı pozisyonu olduğunu söyledi.
Asıl çelişki ise Gazze soykırımı meselesinde yatıyordu. Devlet Bahçeli'nin ABD ve İsrail’i soykırımcı ilan ettiği, Erdoğan'ın ise sürekli olarak Gazze’deki katliam konusunda hassas davrandığı bir ortamda, Türkiye’nin İsrail’in en büyük destekçisi olan Amerikan iktidarıyla bu kadar yakın bir fotoğraf vermesi şüphe uyandırıyordu. Gültekin, İsrail’in yansıması gibi olan bu iktidarın, Hamas’a terör örgütü demeyen ve İsrail’in soykırım yaptığını haykıran Erdoğan’a bu iltifatı neyin karşılığında yaptığını sormanın elzem olduğunu belirtti.
Gültekin, bu iltifatın altında bir "bit yeniği" olduğunu, zira Amerika'nın kimseye karşılıksız bir gülücük bile vermeyeceğini, sadece kendi çıkarını koruyacağını vurguladı. Erdoğan'ın bu kadar rahat olmasının nedeninin, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde önemli bir aktör olarak sahnede olması ve Trump’ı yanına almasından kaynaklandığını düşündü. Türkiye'nin daha önce Suriye'de Esad'dan kurtulunması operasyonunda İsrail ve ABD'nin isteği doğrultusunda maşa olarak kullanıldığını hatırlattı. Libya ve Irak tezkeresi süreçlerindeki rolü de buna kanıt gösterildi. Gültekin, Erdoğan'ın "ne alıp ne verdiğini, neyin parçasına dönüştüğünü bilmediğimiz" konusunda endişesini dile getirdi.
Öte yandan, Melike'nin aktardığına göre, ABD Dışişleri Bakanı Rubio, Erdoğan'ın Trump'ı eleştiren sözleri üzerine (Gazze savaşını da bitirecekti ne oldu diye) çok sert çıkmış ve liderlerin günün sonunda bir çözüm gerektiğinde Beyazsaray'a gelmek için yalvardığını söylemişti. Gültekin, Trump’ın ve beraberindekilerin dünya liderlerine hakaret eden, sürekli kendini öven bu düzeydeki konuşmalarını ciddiye almadığını ve mevcut dünya yöneticilerini "deliler topluluğu" olarak tanımladığını belirtti.
Üçüncü Lig Liderliği ve Kaybedilen İtibar
Levent Gültekin, Erdoğan'ın içinde bulunduğu bu "Müslüman liderler" masasının aslında "üçüncü ligin liderliği" olduğunu ve bunun övünülecek bir şey olmadığını vurguladı. Türkiye Cumhuriyeti'nin NATO üyesi olduğunu, yüz yıllık demokrasi tecrübesi bulunduğunu ve bir ayağının Batı’da bir ayağının Doğu’da olması gerektiğini söyledi. Ancak o fotoğrafın, iç kamuoyunda Erdoğan’ın elini güçlendirdiğini, toplumun bu karmaşık detaylara bakmadığını ve sadece fotoğrafa odaklandığını da kabul etti.
Mansur Yavaş İddiaları ve Hırsın Kör Ettiği Siyaset
Son olarak, Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik operasyonlar ve Mansur Yavaş'ın eski Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkındaki iddiaları gündeme geldi. Yavaş, Gökçek döneminde belediye parasıyla eş dostun hacca götürüldüğünü, 600 milyon liralık villa alınıp mobilyaların dahi belediyeye aldırıldığını ve hatta evinde çalışan Gürcistanlı masözün maaşının dahi belediyeye ödettirildiğini açıklamıştı.
Gültekin, Melih Gökçek’in iddialara cevap vermek yerine "Saldırı en iyi savunma taktiğidir" stratejisine sığındığını ve sadece Mansur Yavaş'a saldırdığını belirtti. Gökçek, televizyona beraber çıkma teklifi sunsa da, Gültekin, Yavaş'ın buna yanaşmamasının doğru olduğunu, zira meselenin televizyon şovu değil, yargının harekete geçmesi gerektiğini söyledi.
Levent Gültekin, Melih Gökçek'in oğlu Osman Gökçek'e çok basit bir soru yöneltti: "Kaç gün sigortalı işçi olarak nerede çalıştın da bu parayı kazandın?". Bir televizyon sahibi olmanın ve bunu döndürmenin gerektirdiği milyonlarca liralık kaynağın nereden geldiğinin cevabının yıllardır verilmediğini ifade etti.
Gültekin, Melih Gökçek ve oğlunun hırs ve intikam duygusuyla kör olduğunu ve siyasi zararı göze alarak Yavaş’ı içeri attırma peşinde olduklarını belirtti. Yavaş'ın buna rağmen oylarını artırarak %60'a çıkarmasının, Gökçek’in inandırıcılığının kalmadığını gösterdiğini söyledi. Levent Gültekin, bu tip insanların kendi içindeki haseti ve hastalığı dindarlık sandığını, oysa dinin insanda şekil alan bir şey olduğunu ve eğer karakter olarak bozuksa dindarlığın da berbat olup dinci olunduğunu ifade etti.
Sonuç olarak, Türkiye'nin uluslararası sahnede kritik roller üstlendiği bu dönemde, içeride yaşanan siyasi kaos, yargı sistemi üzerindeki baskılar ve bitmeyen yolsuzluk iddiaları, ülkenin yönetim kalitesi ve geleceği hakkında ciddi endişeler uyandırmaktadır.