Türkiye'nin ekonomik geleceğini şekillendirecek dev bir adım olarak tanıtılan Türkiye Varlık Fonu, kuruluşundan bu yana vaat ettiği parlak yarınlar yerine bir dizi skandal ve şüpheyle anılıyor. 2016 yılında büyük umutlarla kurulan bu fon, devlet varlıklarını bir araya getirerek küresel rekabette Türkiye'yi zirveye taşıyacaktı. Ancak aradan geçen yıllarda, fonun yapısı, yönetimi ve mali işlemleri etrafında dönen tartışmalar, adalet ve şeffaflık kavramlarını sorgulatıyor. Peki, bu fon nasıl oldu da "stratejik bir silah" olmaktan çıkıp, kör bir borç kuyusuna dönüştü? Gelin, bu hikayenin tüm katmanlarını adım adım inceleyelim ve unutulmaya yüz tutmuş gerçekleri yeniden masaya yatıralım.

Her şey, Türkiye'nin döviz sıkıntılarının derinleştiği o kritik dönemde başladı. Ülke ekonomisi zor günler geçirirken, yetkililer halka dönüp şu sözleri verdi: "Stratejik planımızı yaptık, çalışmaya başladık. Hedefe kilitlendik. Şimdi 19’uncu ekonomiyiz. 10’uncu büyük ekonomi olacağız. Bu hedef için varız." Bu sözler, milyonlarca vatandaşın umutlarını yeşertti. Devlet bankaları gibi Ziraat Bankası, Halkbank ve Vakıfbank; borsa ve enerji devleri Borsa İstanbul, BOTAŞ, TPAO; ulaşım ve posta hizmetleri THY ile PTT; maden ve tarım şirketleri Eti Maden, Türkiye Maden, Çay Kur, Türk Şeker gibi tam 30 kamu şirketi, iki devlet imtiyazı lisans ve sayısız taşınmaz mülk, Türkiye Varlık Fonu'na devredildi. Amaç, bu değerli varlıkları yüksek verimlilikle işletmek, küresel ölçekte sinerji yaratmak ve mukayeseli üstünlükler elde etmekti. Fon, adeta bir "ebe" gibi yeni varlıklar doğuracaktı; dış borçlar silinecek, ekonomi uçacaktı.

Kuruluş vizyonu, Singapur'un TEMASEK'i veya Malezya'nın KHAZANAH'ı gibi örneklerle süslendi. Yetkililer, "Küresel sinerji yakalama, küresel rekabete ulaşma" vaatlerinde bulundu. Yeni nesil tarım, enerji, sağlık, finansal teknoloji, lojistik ve eğitim alanlarında yatırımlar yapılacaktı. Girişim sermayesi havuzları oluşturulacak, global şirketler doğurulacaktı. "Girişimci ateşini yakacağız. Dünyada 80 varlık fonu var. Biz 80’in içinde 20’nciyiz" diye övünen açıklamalar, medyada yankılandı. O dönemde, Türkiye Varlık Fonu, ekonomik kalkınmanın simgesi olarak pazarlandı; her köşede "büyüme hikayesi" olarak anlatıldı. Halk, bu fonun sayesinde refahın kapılarının ardına kadar açılacağına inandı. Ancak gerçekler, bu iyimser tablonun altında gizleniyordu.

Fonun doğuşuyla birlikte, denetim mekanizmaları da tartışma konusu oldu. 2016'da kurulan yapı, Sayıştay ve Meclis denetiminin dışında bırakıldı. Bu, başlangıçta "bağımsızlık" olarak savunulsa da, sonradan şeffaflık eleştirilerinin odağı haline geldi. İlk başkanlığına Mehmet Bostan getirildiğinde, her şey yolunda görünüyordu. Ne var ki, dakika bir, gol bir! Kuruluş yılından hemen sonra, inanılmaz bir dolandırıcılık vakası patlak verdi. Başkan Bostan, "25 milyar dolarlık fon anlaşması yaptım, bunun için 25 milyon dolar komisyon ödememiz gerekir" diye bir iddia ortaya attı. Komisyon, Örtülü Ödenek'ten ödendi, ancak söz verilen 25 milyar dolarlık fon hiç gelmedi. Türkiye, resmen dolandırılmıştı. Bu olay, fonun güvenilirliğine ilk darbe oldu ve kamuoyunda şok dalgaları yarattı.

Skandalın ardından Mehmet Bostan görevden alındı. Yerine, "varlık fonu yönetmekte uzman" iki finans profesörü atandı. Ancak bu profesörler de bir gecede, sebepsiz yere görevlerinden uzaklaştırıldı. Cumhurbaşkanı, fonu doğrudan kendine bağladı ve tüm şirketlerin yönetim kurulu başkanı konumuna geldi. Profesörler sessiz kaldı, kamuoyu ise sorularla doldu. Neden bu kadar hızlı değişiklikler? Uzmanlar neden sustu? Bu sorular, yıllardır cevapsız kaldı. Fonun yapısı, giderek daha kapalı bir kutuya dönüştü; karar alma süreçleri opaklaştı, hesap verebilirlik eridi.

Yıllar geçti ve 2025'e geldik. Artık yıl sonuna yaklaşırken, Türkiye Varlık Fonu'nun gerçek yüzü iyice ortaya çıkıyor: Bir "kör borçlanma kuyusu". TEPAV Maliye ve Para Politikası Araştırma Merkezi Direktörü Coşkun Cangöz'ün açıkladığı verilere göre, Şubat 2024'te kümülatif borcu sadece 500 milyon dolar olan fon, art arda yaptığı borçlanmalarla Eylül 2025 itibarıyla borç stokunu 4 milyar 549 milyon dolara çıkardı. Cangöz, TEPAV'ın blogunda yayımlanan yazısında şu çarpıcı eleştirileri yaptı: "Türkiye Varlık Fonu, Hazine’den daha yüksek maliyetle borçlanıyor. Alınan borçların nerelerde kullanıldığının bilgisi de verilmiyor, şeffaflık yok." Bu borçlar, fonun vaat ettiği yatırımlara mı gidiyor, yoksa başka yerlere mi? Kamuoyuna sunulan raporlar yetersiz, detaylar gizli. Uzmanlar, bu durumun ekonomik riskleri artırdığını vurguluyor; yüksek faizli borçlar, devletin sırtına yeni yükler bindiriyor.

Fonun skandalları sadece mali boyutta kalmadı; adalet sistemine uzanan ipler de gün yüzüne çıktı. Devlet şirketlerinden biri olan Eti Maden'in Lüksemburg'da kurulu yan şirketi Etimine S.A. (Luxembourg) üzerinden, İstanbul Başsavcısı'nın 9 ay boyunca maaş aldığı ortaya çıktı. Bu durum, yargı bağımsızlığını sorgulatan bir bomba etkisi yarattı. Başsavcı, savunmasında "Ben o maaşı Adalet Bakan Yardımcısı iken aldım, başsavcı olunca almayı bıraktım" dedi. Ancak bu açıklama, kamu vicdanını yatıştırmadı. Pahalıya dış borç bulup, adalet adamına maaş vermek... Bu çelişkiler, "Adaleti ara ki bulasın!" feryadını yükseltiyor. Fonun kaynakları, yargı mensuplarına nasıl aktarılıyor? Bu bağlantılar, ekonomik güç ile adalet arasındaki sınırları bulanıklaştırıyor.

Bu olaylar zinciri, Türkiye Varlık Fonu'nun kuruluş amacından ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Hatırlayalım: Fon, dış borçları bitirecek, yeni nesil sektörlerde devrim yaratacaktı. Oysa bugün, borç stoku rekor kırıyor, dolandırıcılık iddiaları tazeliğini koruyor ve şeffaflık diye bir şey kalmamış. Kamu şirketlerinin devri, başlangıçta "verimlilik artışı" olarak satılmıştı; Ziraat Bankası'ndan THY'ye, Eti Maden'den Çay Kur'a kadar uzanan bu zincir, şimdi sorgu altında. Küresel rekabet vaadi, yerini yerel skandallara bıraktı. Uzmanlar, fonun Hazine'den pahalıya borçlanmasını "mali intihar" olarak nitelendiriyor. Coşkun Cangöz'ün verileri, bu tabloyu somutlaştırıyor: 500 milyon dolardan 4,5 milyara sıçrayan borç, sadece rakam değil, bir sistem hatası.

Peki, bu noktada adalet nerede? İstanbul Başsavcısı'nın Etimine S.A. üzerinden maaş alması, sadece bireysel bir hata mı, yoksa yapısal bir sorun mu? Savunması, dönemi işaret etse de, zamanlama şüpheleri artırıyor. Aynı gün, Sultanbeyli meydanında halkın "Hak-hukuk-adalet" çığlıkları yükselirken, 3 bin 741 sayfalık bir iddianame açıklanmıştı. Bu iddianame, rüşvet, irtikap ve belediye parasıyla zenginleşme suçlamalarıyla doluydu. Meydanlardaki feryatlar, fonun yarattığı ekonomik adaletsizlikle örtüşüyor. Vatandaşlar, devletin varlıklarını yönetenlerin hesap vermesini istiyor. Fonun profesörlerden Cumhurbaşkanlığı'na uzanan yönetim değişiklikleri, kararların nasıl alındığını gizemli kılıyor.

Vatandaşlık Maaşı Tartışması: Yoksulluğu Bitirecek mi?
Vatandaşlık Maaşı Tartışması: Yoksulluğu Bitirecek mi?
İçeriği Görüntüle

Türkiye Varlık Fonu'nun hikayesi, umuttan hayal kırıklığına uzanan bir yol. Kuruluşunda "Varlıklar doğuracak" denmişti; doğurduğu ise borçlar ve sorular oldu. 80 varlık fonu arasında 20'nci olma iddiası, şimdi ironik bir hal alıyor. Küresel sinerji yerine, yerel şeffaflık krizi; girişimci ateşi yerine, dolandırıcılık yangını. Bu fon, Türkiye'nin 10'uncu ekonomi olma hedefine hizmet mi ediyor, yoksa engel mi? Uzman raporları, yüksek maliyetli borçlanmaların geleceği ipotek altına aldığını söylüyor. Cangöz'ün uyarısı net: Bilgi verilmiyor, denetim yok. Bu durum, ekonomik politikaların temelini sarsıyor.

Sonuç olarak, Türkiye Varlık Fonu, bir kez daha hatırlatıyor ki, büyük vaatler arkasında gerçekler gizlenebilir. Halkın unuttuğu bu detaylar –dolandırıcılıktan maaş skandalına– adalet arayışını tetikliyor. 2025'in son günlerinde, bu fonun geleceği belirsizliğini korurken, tek kesin olan şu: Adalet, aranmadan bulunmuyor. Ekonomik büyüme hayalleriyle başlayan bu yolculuk, şimdi şeffaflık ve hesap verebilirlik çağrılarıyla devam ediyor. Türkiye, bu varlıkları yeniden değerlendirmeli; yoksa borç kuyusu daha da derinleşecek.