Yaşam

Tülay Bilginer’in Anılarıyla Hayatın Renkleri

Tülay Bilginer’in kaleminden dökülen anılar, okurları geçmişin tozlu yollarında bir yolculuğa çıkarıyor. Ünlü isimlerin gölgesinde, sıradan ama bir o kadar da büyüleyici bir hayat. Çocukluk hayalleri, sahne ışıkları ve unutulmaz karşılaşmalar... Bu hikaye, kalbinizi ısıtacak ve sizi derin düşüncelere sürükleyecek.

Hayat bazen bir tiyatro sahnesi gibidir; herkesin bir rolü, anlatacak bir öyküsü vardır. Tülay Bilginer’in anıları, işte bu sahnede kendi ışığını yakan bir kadının portresi. İstanbul’un eski sokaklarından Yeşilçam’ın altın günlerine, oradan aile bağlarının sıcaklığına uzanan bir serüven. Her satırda, bir dönemin ruhunu hissediyorsunuz; sanki o yıllara ışınlanıyorsunuz, kahkahalar ve hüzünler arasında geziniyorsunuz. Bu, sadece bir anı değil, bir neslin aynası.

Tülay Bilginer, yazısında çocukluğundan başlıyor; 1960’ların İstanbul’u, adeta bir masal dünyası. Ailesiyle geçirdiği vakitler, onu şekillendiren en güçlü anılar. Babasının “Kızım, senin adın Tülay” dediği an, onun için bir dönüm noktası; bu isim, hem zarafeti hem gücü temsil ediyor. O yıllarda, Cağaloğlu’nda bir apartmanın kapıcısı olan babası, ona hayalleri için cesaret aşılıyor. Tülay, bu sevgiyi ve güveni yıllarca taşıyor; babasının sözleri, onun yolunu aydınlatıyor.

Gençlik yıllarında, tiyatro sahnesi onun için bir tutku haline geliyor. İlk kez sahneye çıktığında, dizleri titriyor ama içindeki ateş sönmüyor. Tiyatro, onun için sadece bir meslek değil, bir yaşam biçimi. O sahnede, kendini buluyor; seyircilerin alkışları, onun kalbinin ritmi oluyor. Ama hayat, sadece alkışlarla dolu değil. Tülay’ın anılarında, zorluklar da var; Yeşilçam’ın parıltılı dünyasında, kadın olarak ayakta kalmak hiç kolay değil. Yine de o, pes etmiyor, her düşüşte yeniden doğuyor.

Yeşilçam günleri, Tülay’ın hayatında renkli bir sayfa. Ünlü isimlerle tanışıyor, setlerde koşturuyor, bazen bir figüran, bazen bir yıldız oluyor. Ama asıl büyüsü, o dönemin samimiyetinde. Bir gün sette, Türkan Şoray’la çay içiyor; başka bir gün, Münir Özkul’un esprilerine kahkahalar atıyor. Bu anılar, sadece bir dönemin değil, bir ülkenin kültürünü yansıtıyor. Tülay, o günleri anlatırken, sanki bir film karesini canlandırıyor; okur, onunla birlikte o setlerde yürüyor, o kahkahaları duyuyor.

Aile, Tülay’ın hayatında her zaman bir sığınak. Anılarında, annesinin yemek kokuları, kardeşleriyle oynadığı oyunlar, babasının nasihatleri hep canlı. Bir anısında, babasının ona “Hayatta en büyük zenginlik, sevdiklerinle geçirdiğin zamandır” dediğini aktarıyor. Bu söz, onun yaşam felsefesi oluyor. Yıllar sonra, kendi çocuklarına da aynı öğüdü veriyor; aile bağları, onun için her şeyin üstünde.

Tülay’ın yazısında, dönemin toplumsal yapısına dair ipuçları da var. 1960’lar ve 70’ler, Türkiye’de değişimin yılları. Kadınların iş hayatında yer alması, henüz yaygın değil; ama Tülay, bu değişimin öncülerinden. Tiyatro sahnesinde, sette, hatta sokakta karşılaştığı zorluklara göğüs geriyor. Bir keresinde, bir yönetmenin ona “Kadınlar bu işte tutunamaz” dediğini anlatıyor. Ama o, inadına tutunuyor, hem de öyle bir tutunuyor ki, bugün bile adından söz ettiriyor.

Hayatının bir başka köşesinde, dostluklar var. Tülay, arkadaşlarının onun için bir hazine olduğunu söylüyor. Bir anısında, bir dostunun ona hediye ettiği küçük bir not defterinden bahsediyor; o deftere yazdığı hayaller, yıllar sonra gerçek oluyor. Bu küçük detaylar, onun anlatımını samimi kılıyor. Okur, onunla birlikte o not defterine bakıyor, o hayalleri paylaşıyor.

Tülay Bilginer’in yazısı, sadece bir anı koleksiyonu değil; bir dönemin ruhunu yakalayan bir belge. İstanbul’un eski sokakları, Yeşilçam’ın büyüsü, aile sıcaklığı ve bir kadının mücadele azmi... Hepsi, bu satırlarda hayat buluyor. Onun kalemi, hem hüzünlü hem neşeli; hem geçmişe özlem dolu, hem geleceğe umutlu.

Bugün, Tülay’ın anılarını okurken, kendi hayatınızı da düşünüyorsunuz. Belki sizin de bir babanız, size isminizin anlamını anlatmıştır; belki siz de bir sahnede, bir sette ya da bir sokakta hayallerinizin peşinden koşmuşsunuzdur. Tülay’ın hikayesi, sadece onun değil, hepimizin hikayesi. Çünkü hepimiz, bir şekilde, o müthiş hayatın bir parçasıyız.

Onun anılarında, bir Türkiye var; değişen, dönüşen, ama özünde aynı kalan. Cağaloğlu’nun dar sokakları, Yeşilçam’ın tozlu setleri, aile sofralarının sıcaklığı... Tülay Bilginer, bunları öyle güzel anlatıyor ki, okurken hem gülümsüyorsunuz hem gözleriniz doluyor. Bu yazı, bir anıdan çok daha fazlası; bir yaşam dersi, bir ilham kaynağı.

Tülay’ın kaleminden dökülen bu satırlar, sizi geçmişe götürüyor ama aynı zamanda bugünü anlamanızı sağlıyor. Hayallerin peşinden koşmanın, aileye sarılmanın, dostlukları korumanın değeri... Hepsi, bu hikayede saklı. Tülay Bilginer’in müthiş hayatı, sadece onun değil, hepimizin hayatına dokunuyor.