Suriye'nin Birleşmiş Milletler'deki hikayesi, bugün ulaşılan tarih ve zorluklarla dolu karmaşık bir yolculuk. 1946 yılında bağımsızlığını yeni kazanan bu ülke, BM'ye giriş için Fransa ve İngiltere gibi eski sömürge güçlerinin engellenmesiyle mücadele etti. O dönem Suriye Cumhurbaşkanı Şükrü Kuvvetli'nin BM kuruluş konferansına davet talebine Churchill'in koşullu sınırlamaları, Suriye'nin örgütlü direnişinin sadece başlangıcıydı. Nazi Almanyası'na 1946'da savaş ilanıyla bu durum Suriye, Filistin topraklarının rejimi ve İsrail Devleti'nin örgütlenmiş olmasına karşı uzun yıllar BM kürsüsünde direniş gösterdi. Suriye'nin BM'deki ilk dönemleri, bölgedeki Arap-İsrail çatışmaları ve sömürgeci güçlerin yeni bağımsız devletlere yönelik eşitsiz yaklaşımlarıyla şekillendi. Mısır ve Suriye ilk yıllarda BM Güvenlik Konseyi'nin geçici üyeliklerini paylaşırken, Suriye'nin dış politikadaki sert tutumu 1967 Arap-İsrail savaşının ardından daha da belirginleşti. O dönemde Cumhurbaşkanı Nurettin el-Atasi'nin ABD ve İsrail politikalarını sert dille eleştirdiği bir konuşmayla BM'nin kürsüsüne çıkması, Suriye'nin o kadar da sessiz kalmadığını kanıtladı. Ancak Hafız Esad ile yeni döneme başlayan BM'ye yapılacak ziyaretlerin Şam merkezli yapılması tercihini artırdı. Ta ki 2025 yılında Ebu Muhammed El Çolani'nin lideri olarak BM kürsüsüne ilk kez Suriye adına bir kuruluş liderinin çıktığı kadar. Bu gelişme, sahada yaşanan vekalet savaşları ve Suriye'nin terörizmleri üzerinden şekillenen yeni güç dengeleriyle bağlantılıdır. İrili ufak ilişkileri yakından izleyenler, El Çolani'nin BM'ye çıkışının, Trump yönetimi tarafından İsrail ile güvenlik anlaşmaları ve Suriye'nin bölgedeki konum değişimiyle mümkün kılındığını biliyor. Böylece, 67 yıl aradan sonra Suriye adına yeni bir sayfa açılırken, eski Esad rejiminin ABD ile münasebetlerinin ne kadar aşındığı da gün dünyasında ortaya çıkıyor. ABD ile Suriye ilişkileri, 1940'lardan itibaren değişken bir seyir izledi. 1974'te Nixon'un Şam ziyareti, barışçıl üye beklentileri doğurmuş, ancak İsrail'in Golan Tepeleri üzerinde ısrarı nedeniyle hayale dönüşmüştü. Hafız Esad'ın ABD'yle şekillendirilen bu diplomasi süreci; Jimmy Carter ve Bill Clinton ile yapılan zirveler, bölgedeki Lübnan, Filistin ve İsrail'in destekleri tartışıldı. Ancak Washington'un Hizbullah ve Filistinli direnişçilere yönelik çabalara yönelik reddi, gerçek bir barışa engel oldu. Amerikan dış politikasında 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında yaşanan değişim, Suriye'deki "şer saldırıları" içinde konumlandırarak daha da zorlaşmasına yol açtı. Bu dönemde Suriye'de güvenlikçi rejim devam ediyor, 2003 Irak işgalinin ardından gerilimler zirveye çıktı. Erdoğan'ın 2008'de Arabulucu rolünün üstlenmesiyle Türkiye-Suriye ilişkileri kısmen iyileşirken, Arap Baharı ile beraberlik Suriye'deki karmaşıklık derinleşerek 14 yıl süren kanlı çatışmaları ve vekalet savaşlarını beraberinde getirdi. Bu süreçte El Kaide ve IŞİD gibi sistemin sunduğu fırsat, Suriye, uluslararası arenada büyük değişimlere sahne oldu. 2025'te Trump pazarlama döneminde yapılan bazı girişimler, Suriye'nin uluslararası meşruiyet kazanmaya olanak sağladığı biliniyordu. Özellikle El Çolani'nin BM Genel Kurulu'nda yer alması, yeni Suriye'nin bölgesel güç dengelerini nasıl devreye aldığını gösteriyor. İsrail ile yapılan güvenlik anlaşmaları, Suriye'nin güney sınırındaki tampon bölgeyi çevirmiş, dolayısıyla yeni jeopolitik tabloda farklı halkalar durumda durumda. Bu gelişmelerin uzun vadeli Orta Doğu'nun siyasi coğrafyasının nasıl şekilleneceği ve Suriye'nin iç dinamiklerinin bu dış baskılar karşısında nasıl dönüşeceği dikkatle izlenmeli. Tarih boyunca yaşanan mücadeleyle yoğrulmuş Suriye'nin dünya siyasetinde yeni roller üstlenmesi, hem bölgedeki hem de küresel güçler arasındaki dengeleri değiştirecek. Önümüzdeki süreçte, Suriye-ABD ilişkilerinin yeni fazına ışık tutarken, bölgedeki zorlu barış diplomasisinin ne denli esneklik veya kırılganlık olduğunu da göz önünde serecek.