Suriye'nin karanlık sayfaları, 4 Aralık 2025'te, yani sadece üç gün önce yayınlanan çarpıcı bir haberle bir kez daha dünya gündemine bomba gibi düştü. Beşar Esad rejiminin 2015-2024 yılları arasında sistematik olarak işlediği katliamlar, işkenceler ve ağır insan hakları ihlalleri, devrilen rejimin yakılan belgeleri arasından sıyrılan bir USB bellekle gün yüzüne çıkarıldı. Bu arşiv, sadece sayısal bir veri yığını değil; binlerce Suriyelinin çığlıklarını, zayıf bedenlerini ve numaralandırılmış cesetlerini barındıran bir suç itirafı niteliğinde. "Şam Dosyası" olarak adlandırılan bu koleksiyon, Alman basın kuruluşları NDR, WDR ve Süddeutsche Zeitung ile Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) tarafından ilk kez kamuoyuyla paylaşıldı. Arşivin ortaya çıkışı, Esad'ın Şam'ı terk ettiği o kaotik akşamın bir ürünü; rejim, kamu kurumlarındaki belgeleri ateşe verirken, bir eski albayın kasadan kaptığı bu bellek, zulmün en çıplak kanıtı olarak kaldı. Bugün, 7 Aralık 2025 Pazar günü, bu dosyanın yankıları hala sürüyor ve Suriye devriminin adalet arayışını yeniden alevlendiriyor. Peki, bu arşiv tam olarak neyi ifşa ediyor, nasıl saklandı ve uluslararası adaleti nasıl etkileyecek? Bu korkunç hikayenin katmanlarını, adım adım ve hiçbir detayı atlamadan inceleyelim, çünkü bu belgeler sadece geçmişi değil, geleceğin yargılarını da şekillendirecek.

Goa'da Gece Kulübünde Yangın Faciası En Az 25 Ölü Turist Cenazesi Üzüyor
Goa'da Gece Kulübünde Yangın Faciası En Az 25 Ölü Turist Cenazesi Üzüyor
İçeriği Görüntüle

Hikayenin kökeni, Suriye iç savaşının en kanlı evresine, yani 2011'den beri süren rejim zulmüne uzanıyor. Esad rejimi, muhalifleri bastırmak için güvenlik güçlerini bir ölüm makinesine dönüştürmüştü; gizli hapishaneler, işkence odaları ve toplu infazlar, uluslararası raporlarda defalarca belgelenmişti. Ancak rejim devrilirken –ki bu, 2025'in başlarında gerçekleşen halk ayaklanmasıyla oldu– Şam'daki resmi dairelerdeki arşivler sistematik olarak imha edildi. Belgeler yakıldı, hard diskler ezildi ve tanıklar susturuldu. İşte tam bu kaosun ortasında, eski bir albay devreye girdi. Adı açıklanmayan bu kişi, yıllarca rejim için çalışmış bir subaydı; ancak vicdan azabı veya son dakika bir uyanışla, ofisindeki kasadan bir USB belleği kaptı ve kaçtı. Bellek, güvenli bir yere saklandı ve aylar sonra Alman gazetecilere ulaştırıldı. Albay, röportajında ismini gizli tutmayı tercih ederek, "İnsanların bilmesi gereken şeyler var. Hayatlarını kaybeden insanlar var ve aileler yakınlarının nerede olduğunu bilmek zorundalar" dedi. Bu sözler, arşivin ruhunu özetliyor: Bir suç ortağının, geç kalan bir itirafı. Belleğin içeriği, 134 bin belge ve 70 binden fazla fotoğrafı kapsıyor; bunlar, rejimin kendi eliyle tuttuğu bir zulüm günlüğü gibi. Fotoğraflar, özellikle, adeta bir korku galerisi: Numaralandırılmış cesetler, işkence izleri ve sistematik vahşetin izleri. Bu keşif, sadece gazetecilik başarısı değil; aynı zamanda Suriye diasporasının yıllardır beklediği bir umut ışığı, zira kayıp yakınlarını arayan aileler için bir teşhis aracı olabilir.

Arşivin en dehşet verici unsuru, 10 bin 212 Suriyelinin numaralandırılmış fotoğrafları. Bu cesetler, rejim güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü tahmin edilen bireylere ait; her biri metal yüzeylerde, mermer zeminlerde veya soğuk hava depolarında poz verilmiş gibi sıralanmış. Örneğin, bir fotoğrafta 3 bin 659 numaralı ceset yatıyor: Zayıflamış beden, kırık dişler, bulanık gözler ve tüm bedeni saran morluklar. Başka bir karede, 2 bin 389 numaralı bir bebek cesedi; masumiyetin en saf hali, rejimin vahşetiyle lekelenmiş. Fotoğrafların çoğu, üst üste yığılmış ceset yığınlarını gösteriyor; cesetlerin dörtte üçü aşırı zayıf, bu da tutuklulara sistematik olarak yetersiz gıda verildiğini kanıtlıyor. Yarısından fazlasında ise yüz, baş veya boyunda derin yaralar, yanıklar ve kesikler var; bazı bedenlerde sigara izleri, kırbaç darbeleri ve elektroşok belirtileri göze çarpıyor. Bu görüntüler, rastgele bir vahşet değil; özenle arşivlenmiş bir katliam rutini. Rejim, infazları belgeleyerek sanki bir zafer albümü tutmuş: Kimin ne zaman, nerede ve nasıl öldüğü, hangi kurum tarafından tutuklandığı, fotoğrafların çekildiği tarih ve hatta çeken askerin kimliği, bellekte mevcut. Az sayıda fotoğrafta isim belirtilse de, genel olarak numaralandırma sistemi, kimliksiz bir toplu mezar mantığını yansıtıyor. Bu detaylar, Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) gibi örgütlerin yıllardır topladığı tanıklıkları somutlaştırıyor; örneğin, Saydnaya Hapishanesi'ndeki "insan kesimhanesi" iddialarını doğrudan doğruluyor. Belleğin bu bölümü, sadece kurbanların acısını değil, rejimin bürokratik soğukluğunu da ifşa ediyor: Ölüm, bir idari işlem gibi kaydedilmiş.

Özel bir vaka, arşivin en çarpıcı örneklerinden biri: Ünlü muhalif gazeteci Mazen Hamada. Hamada, uzun yıllar Avrupa'da sürgünde yaşamış, rejim karşıtı yazılarıyla tanınmıştı. 2020'de Suriye'ye döndüğünde, havaalanında iner inmez tutuklandı ve ailesi ondan bir daha haber alamadı. Esad rejimi devrilene kadar, Hamada'nın akıbeti belirsizdi; ta ki devrim sonrası Harasta Askeri Hastanesi'nin soğuk hava deposunda cesedi bulunana kadar. Arşivdeki fotoğraf, 28 Eylül 2024 tarihli: Hamada, mahkûm kıyafeti içinde, bileklerinde kelepçe izleri, çıplak ayakları morarmış halde mermer zeminde yatıyor. Üstünde "1174/K" numaralandırması var; fotoğraf, hastanenin kilerinde bir Esad ordusu askeri tarafından çekilmiş. Bu kare, trajedinin zirvesi: Hamada, bir kaç hafta daha dayanabilseydi, rejimin yıkılışını görebilirdi. Ailesi, cesedi teşhis ederken gözyaşlarına boğuldu; bu fotoğraf, sadece bir kayıp değil, rejimin susturma politikasının simgesi. Hamada gibi binlerce isim, arşiv sayesinde yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor; örneğin, diğer fotoğraflarda doktorlar, öğretmenler ve sıradan sivillerin bedenleri, rejimin paranoyasını yansıtıyor. Bu bireysel hikayeler, arşivi soyut bir veri yığınından çıkarıp, insani bir trajediye dönüştürüyor; aileler, yıllardır sordukları "Nerede?" sorusuna nihayet bir yanıt bulma umudu taşıyor.

Arşivin keşif süreci, gazeteciliğin en riskli yüzünü gösteriyor. Eski albay, belleği Alman medya ekibine teslim ettikten sonra, aylarca titiz bir inceleme başladı. NDR ve WDR gibi kuruluşlar, belgeleri dijital adli tıp uzmanlarına gönderdi; fotoğrafların orijinalliği, metadata analizleriyle doğrulandı. ICIJ'nin uluslararası ağı, Suriye uzmanlarını devreye soktu; her belge, çapraz referanslarla teyit edildi. Albay, "Suçsuzum, rejim için çalıştım ama bu zulmü desteklemedim" diyerek kendini savundu; bu itiraf, arşivin güvenilirliğini artırıyor. Belgelerin paylaşımı, "Şam Dosyası" adıyla başladı; ilk etapta fotoğrafların bir kısmı sansürsüz yayınlandı, ama etik nedenlerle en grafik olanlar bulanıklaştırıldı. Bu süreç, Suriye diasporasını ayağa kaldırdı; Londra ve Berlin'deki Suriyeli topluluklar, arşivi inceleme talebinde bulundu. Keşfin zamanlaması kritik: Rejim devrildikten sadece aylar sonra, bu belgeler adalet mekanizmalarını harekete geçiriyor. Eğer albay yakalansaydı, rejim tarafından infaz edilirdi; sakladığı yer, muhtemelen bir Avrupa ülkesinde. Bu operasyon, Watergate benzeri bir ifşaatı andırıyor; ancak burada kazanan, mazlumlar.

Etkileri ise küresel ölçekte hissediliyor. Arşiv, sadece kurban teşhisini değil, faillerin tespitini de mümkün kılıyor: Hangi subayın hangi infazı emrettiği, hangi hapishanenin hangi işkenceyi uyguladığı, bellekte kayıtlı. Almanya Federal Başsavcılığı, belleği el koydu ve incelemeye aldı; Federal Başsavcı Jens Rommel, "Suriye ile ilgili elimizde bulunan fotoğraflar, bireylerin tanıklıklarını tamamlıyor. Bu fotoğraflar, bireylerin yaşadıklarını herkesin görebileceği ve dolayısıyla objektif bir şekilde değerlendirebileceği şekilde açık bir şekilde ortaya koyuyor" dedi. Bu ifade, arşivin yasal gücünü özetliyor: Tanıklıkları somutlaştıran, inkarı imkansız kılan bir delil zinciri. Savcılık, Esad rejimi mensupları hakkında –hatta üst düzey generaller dahil– Almanya'da dava açma yolunu açtı; uluslararası ceza mahkemeleriyle (UCM) işbirliği gündemde. Suriye Geçiş Hükümeti, arşivi ulusal bir hafıza projesine dönüştürmeyi planlıyor; aileler, DNA testleriyle cesetleri eşleştirecek. Ancak zorluklar var: Belgelerin bir kısmı hasarlı, kimlikler eksik. Yine de, bu arşiv, Esad'ın kaçtığı Rusya veya İran'daki sığınmacılara karşı bir koz; yaptırımları güçlendirecek. İnsan hakları örgütleri, "Bu, Holokost arşivleri gibi tarihi bir belge" diyor; Amnesty International, arşivi "Zulmün sonu" olarak nitelendiriyor.

Uzman yorumları, arşivin derinliğini artırıyor. Suriye uzmanı Dr. Emma Beals, "Bu belgeler, rejimin vahşetini bürokratik bir rutine dönüştürdüğünü gösteriyor; numaralandırma, Nazilerden esinlenmiş" yorumunu yapıyor. Fotoğraflardaki bebek cesetleri, rejimin nesilleri yok etme politikasını simgeliyor; zayıflık izleri, aç bırakma taktiğini kanıtlıyor. Rommel'in sözleri, Avrupa'daki Suriyeli mülteciler için umut: Yargı, diaspora üzerinden ilerleyecek. Ancak, arşivin yayınlanması etik tartışmaları da tetikledi; bazı fotoğrafların yayınlanması, kurbanların onurunu zedeliyor mu? Gazeteciler, "Hakikat ağır basar" diyor. Bu yorumlar, arşivi bir gazetecilik başarısından öte, adalet aracına dönüştürüyor.

Arşivin Suriye'nin geleceğine yansıması ise karmaşık. Devrim sonrası geçiş hükümeti, bu belgeleri ulusal uzlaşma için kullanmayı düşünüyor; ancak intikam döngüsünü tetikleme riski var. Aileler, yıllardır meydanlarda "Nerede kayıp oğlum?" diye haykırıyordu; şimdi, fotoğraflarla yüzleşmek zorunda. Bu, travmayı yeniden açıyor ama iyileşmeyi başlatıyor. Uluslararası toplum, arşivi BM'ye sunmalı; UCM soruşturmaları hızlanabilir. Esad'ın Lüksemburg veya Moskova'daki sürgünü, bu belgelerle tehdit altında; belki iade talepleri gelecek. Arşiv, Suriye'nin yeniden inşasında bir temel: Adalet olmadan barış olmaz.

Sonuç olarak, Şam Dosyası'nın ortaya çıkışı, Esad rejiminin zulmünü sonsuza dek mühürledi. 10 binlerce ceset, 134 bin belgeyle haykırıyor: Unutulmayacak. Eski albayın kaçışı, bir vicdan zaferi; Alman savcılığın adımı, umut. 7 Aralık 2025'te, bu arşiv hala taze; Suriye halkı, adalet için bekliyor. Bu belgeler, sadece geçmişi değil, geleceği yargılayacak –ve belki, benzer zulümleri önleyecek.