Gerçek Gündem Haberleri

Sıfır Sorun Politikası Çöktü: Stratejik Çekilme Zamanı mı?

Dış politika uzmanları tartışıyor: Komşularla sıfır sorun dönemi bitti mi? Yalnızlaşma, Doğu Akdeniz tehditleri ve yeni dönem stratejileri gündemde, çarpıcı analizler ve gelişmeler için devam edin.

Son yıllarda dış ilişkilerde yaşanan köklü değişimler, bölgesel dengeleri yeniden şekillendirirken, geçmiş politikaların sonuçları da yoğun şekilde değerlendiriliyor. Özellikle 2000'li yılların başındaki dengeli yaklaşım, bugün için önemli dersler barındırıyor.

Bu dönemde orta ölçekli bir güç olarak konumlanan ülke, tam bağımsızlık ve ulusal çıkarları ön planda tutan geleneksel dış politika anlayışıyla hareket ediyordu. NATO üyeliğinin sağladığı avantajlar sayesinde bölge ülkeleriyle Batı arasında arabuluculuk rolü üstleniyor, Avrupa Birliği müzakerelerini ilerletiyor ve çok taraflı diplomasiyi esas alıyordu.

Ancak 2010 sonrasında dış politika, kurumsal akıldan uzaklaşarak daha çok lider odaklı ve ideolojik önceliklere dayalı bir yapıya evrildi. Özellikle Müslüman Kardeşler eksenine verilen destek, ilişkilerde derin kırılmalara neden oldu.

Ahmet Davutoğlu'nun dışişleri bakanlığı döneminde 2009'da başlatılan komşularla sıfır sorun politikası, başlangıçta olumlu adımlar atsada, 2011 Arap Baharı sürecinde –ki bazı yorumlarda "kanlı sonbahar" olarak nitelendiriliyor– stratejik hatalarla karşılaştı.

Libya'da Kaddafi'nin, Suriye'de Esad'ın devrilmesi yönünde ABD ile yakın işbirliği yapılması, bu politikanın temel taşlarını sarstı. 2011 yılı, geleneksel tarafsız dış politikadan vazgeçilerek krizlerde doğrudan taraf olunmasıyla dönüm noktası haline geldi.

Suriye politikasında Esad rejiminin kısa sürede çökeceği varsayımı, 13 yıllık bir sapmaya yol açtı. S-400 alımı gibi kararlar kriz yarattı; 2,5 milyar dolar ödenen sistem kullanılamaz hale geldi.

2012'de Davutoğlu'nun Suriyeli sığınmacı sayısının 100 bini aşmasını "psikolojik eşik aşıldı" diye yorumlaması dikkat çekiciydi, ancak bugün dünyada en fazla göçmen barındıran ülke konumuna gelindi. Ekonomik, sosyal ve güvenlik yükü ağırlaştı; 911 kilometre sınırda terör üreten bir coğrafya oluştu.

Bu süreç, Körfez ülkeleri, Mısır, Batı ve NATO ile gerilimleri artırdı. Sıfır sorun hedefi, çoklu sorunlara dönüştü; arabulucu rolü kaybedildi, Arap dünyasında, NATO'da ve Avrupa Birliği'nde yalnızlaşma yaşandı.

2013'te ortaya atılan "değerli yalnızlık" kavramı, çıkar yerine ilke temelli davranmanın yalnızlığı değerli kıldığı savunmasını yansıtıyordu. Ancak uluslararası ilişkilerde ulusal çıkarlar esas olduğundan, bu kavram sürdürülebilir bir doktrin olmaktan ziyade sonuçları meşrulaştırma aracı olarak görüldü.

Değerli yalnızlık dönemi, Arap dünyasından dışlanmaya, Avrupa Birliği üyelik sürecinin askıya alınmasına ve NATO'da güven bunalımına yol açtı. Ne Rusya ne ABD tarafında tam kabul gördü; yalnızlaşma dış komplolardan değil, yanlış stratejik okumalar, kurumsal diplomasinin zayıflaması ve iç politikanın dış politikaya hâkim olmasından kaynaklandı.

Yalnızlaşmanın en belirgin alanı Doğu Akdeniz oldu. ABD, 2010'dan itibaren Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni tercih etti; İsrail hedef alan adımlar attı.

22 Aralık 2025'te Kudüs'te İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs liderlerinin askeri ve güvenlik işbirliğini genişletme toplantısında Netanyahu'nun sözleri dikkat çekiciydi: "Ülkelerimiz üzerinde imparatorluklar kurabileceğini ve kontrol edebileceğini hayal edenlere şunu söylüyorum: Bunu unutun. Bu gerçekleşmeyecek... Kendimizi savunmaya kararlıyız ve bunu yapabilecek güçteyiz..." Bu ifadeler, NATO üyesi bir ülkeyi doğrudan tehdit olarak konumlandırıyordu.

İsrail'in bu cesareti, Suriye'deki avantajlarından ve bölgesel kazanımlarından geliyor. Stratejik tablo değişti; Yunanistan, Güney Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Suriye'de İsrail faktörü artık vazgeçilmez hesap unsuru.

Özellikle Trump döneminde İsrail ile ABD'nin örtüşen politikaları dikkate alındığında, 29 Aralık 2025'te gerçekleşecek Trump-Netanyahu görüşmesi kritik önem taşıyor. İran, Suriye ve bölgesel aktörler gündemde olacak.

Bu bağlamda yumuşak güç unsurlarının bu görüşmeye kaydırılması gerektiği vurgulanıyor. Zira mesele sıradan dış politika değil; Sevr benzeri yeni bir devlet kurma projesinin zamanlaması olabilir.

Geçmişteki çözüm olarak görülen politikalar, bugün sorun kaynağı haline geldi. Stratejik çekilme ve odaklanma, yeni dönemin anahtarı olarak görülüyor.

Doğu Akdeniz'deki dengesizlikler, Suriye'deki gelişmeler ve büyük güçlerin hamleleri, ulusal çıkarları ön plana alan dengeli bir yaklaşımı zorunlu kılıyor.

Uzman yorumları, ideolojik eksen yerine pragmatik ve kurumsal diplomasinin geri dönmesinin önemini vurguluyor. Yalnızlaşmanın faturası ağırlaştıkça, stratejik revizyon kaçınılmaz hale geliyor.

Gelişmeler, bölgesel güç dengelerinin ne kadar hızlı değişebileceğini gösteriyor. Önümüzdeki dönem, yumuşak güç ve diplomatik manevraların belirleyici olacağı bir süreç vaat ediyor.

Bu analizler, dış politikada öngörülebilirlik ve ulusal çıkar odaklılığın ne kadar hayati olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Gelişmeler yakından takip edilmeye devam edecek.