Türkiye, 2027 ve 2028 yıllarındaki kritik seçimlere doğru ilerlerken, seçmen eğilimlerinde dikkat çekici bir rota kırılması yaşanıyor. SONAR Araştırma Başkanı Hakan Bayrakçı'nın aktardığı son bulgular, siyasetin artık ekonomik göstergeler ve kişisel algı üzerine yoğunlaştığını gösteriyor. Adeta bir “hükümet hiçbir şey çözmüyor” algısının hâkim olduğu bu dönemde, iktidar partisinin oylarını artırabilmesi için öncelikle ekonomide somut adımlar atması gerekiyor. Deprem konutlarından emekli maaşlarına, asgari ücretten genel enflasyon seviyesine kadar uzanan geniş bir yelpazede iyileşme sağlanması, AK Parti’nin oy hanesine olumlu yansıyacak birincil faktör olarak belirtiliyor. AK Parti’nin kısa süre önce yüzde 30-31 seviyelerine gerilemesinin ardından, uluslararası gelişmeler, millî savunma sanayindeki başarılar ve döviz kurundaki korkunç yükselişin bir miktar sakinleşmesi sayesinde oylarını yüzde 32-33 bandına taşıdığı gözlemleniyor.

Muhalefet cephesinde ise, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) son altı aydır siyasi bir şans yakaladığı ve bunu başarıyla kullandığı görülüyor. CHP'nin belediyelerine ve üyelerine yönelik art arda gelen tutuklamalar, sorgulamalar ve davalar, seçmende güçlü bir “mağduriyet algısı” yaratmış durumda. Bayrakçı, bu durumun CHP lideri Özgür Özel için “çok şanslı bir lider” ifadesini kullanmasına neden olacak kadar büyük bir fırsat kapısı açtığını vurguluyor. Partinin eski yöneticilerinden gelen eleştiriler ya da iç tartışmaların, seçmen nezdinde neredeyse hiçbir karşılığı yok. Hatta SONAR’a göre, CHP seçmenlerinin yüzde doksan sekizi bu tür iç çatışmaları görmezden gelerek partiye daha da kenetleniyor ve konsolide oluyor. Parti içi ayrılıklar nedeniyle tereddüt yaşayan kararsızlar bile, “hakikaten çok mağdur oldular, üstlerine çok gidildi” düşüncesiyle CHP'ye yöneliyor. Bu nedenle Bayrakçı, iktidarın yirmi üç yıl sonra böyle bir stratejik hata yapmasını anlayamadığını dile getiriyor.

CHP’nin bu rüzgârı kalıcı bir başarıya dönüştürmesi için ise iki temel stratejiyi sürdürmesi gerekiyor. Birincisi, mevcut mağduriyet algısını korumak ve devam ettirmek. Yasal süreçlerdeki geri adımlar ve boyun eğişler, seçmen nezdinde “kabullenme” olarak görülebilir ve taktiksel bir hata olabilir. İkinci ve en önemli konu ise ekonomi. CHP’nin ekonomiyi konuşurken, teknik detaylara girmeden, merhum Süleyman Demirel’in tarzını benimsemesi gerektiği belirtiliyor. Bayrakçı, Demirel’in yaptığı gibi, “bir adet tereyağı geçen sene bu vakitler kaç paraymış, şimdi kaça alıyorsunuz” gibi ilkokul mezununun bile kolayca anlayabileceği, basit ve halka yakın benzetmelerle ekonomik krizin boyutlarını anlatması gerektiğini ifade ediyor. Gözlemler ise, CHP’nin bu sade anlatım tarzını levhalar ve çeşitli platformlar aracılığıyla uygulamaya başladığını teyit ediyor.

Anket sonuçları, diğer siyasi partilerin durumuna dair de önemli ipuçları sunuyor. DEM Parti, yüzde 10 bandında istikrarlı bir şekilde demir atmış durumda (yüzde 9 ila 11 arasında değişebiliyor). İttifakın kilit partilerinden Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ise düşüş eğilimini sürdürüyor. Bayrakçı, MHP'nin oylarının yüzde 7'den 6'ya, ardından yüzde 4'e kadar gerilediğini belirtiyor. Yeniden Refah Partisi, yüzde 2-2,5 seviyelerinde sabitlenirken, Zafer Partisi'nde bir duraklama gözlemleniyor. Zafer Partisi'nin çıkış nedeninin “marjinal çıkışlar” ve “ilginç konulardaki söylemleri” olduğunu hatırlatan Bayrakçı, liderin sessiz kalmasının oy artırmasını imkânsız hale getirdiğini, hatta bu gidişle yüzde 4’ü korumasının bile “mucize” olduğunu söylüyor.

Yerel seçimlere dair seçmenin karar verme kriterleri ise Türkiye siyasetinin kalıcı bir değişime girdiğini gözler önüne seriyor. Seçmen artık partizanlık yerine adayın şahsına odaklanmış durumda. Anket sonuçlarına göre, seçmen oy verirken en çok adayın “güvenilirliği” ve “liderlik yeteneği” gibi kişisel özelliklerine bakıyor. Adayın vaatleri bu kriterlerin hemen ardından gelirken, mensup olduğu siyasi partinin önemi yüzde 15'e kadar düşmüş durumda. Bu durum, Türkiye'de algının yerleştiğini ve adayın güvenilirliği ile liderlik vasfının, partiden daha önemli olduğunu kanıtlıyor. Bayrakçı, bu bulguyu teyit eden örnek olarak Adıyaman'da bile CHP'li adayın (Tutdere) kazanmasını göstererek, “doğru adayı koyduğunuz her yerde parti ikinci planda kalıyor, hatta üçüncü planda” yorumunu yapıyor.

Yeni Vergi Paketi Alarmı: Erdoğan Süzer'den Vatandaşlara "Cebinizden Vurulacaksınız" Uyarısı!
Yeni Vergi Paketi Alarmı: Erdoğan Süzer'den Vatandaşlara "Cebinizden Vurulacaksınız" Uyarısı!
İçeriği Görüntüle

CHP’li siyasetçiler ve belediye çalışanları hakkındaki yargı süreçlerine dair seçmen algısı da dikkat çekici. Ekrem İmamoğlu, Necati Özkan ve Merdan Yanardağ gibi isimlere yönelik “casusluk” suçlamalarının sorulduğu ankette, halkın yüzde 53,8’i bu iddialara inanmadığını beyan ediyor. İnanan kesimin (yüzde 24,7) ise büyük ölçüde AK Parti seçmeni olduğu ve “bizimkiler diyorsa doğrudur” refleksini sergilediği tahmin ediliyor. Bayrakçı, bu kadar çok konuda (diploma, yolsuzluk, DEM, casusluk) dava açılmasının, seçmende sanılanın aksine “bunlar hırsızmış” algısını yaratmadığını, tam tersine “yok artık” modunu tetiklediğini belirtiyor. SHP dönemindeki tek bir belediye yolsuzluğu davasının bile oy kaybettirdiğini hatırlatan Bayrakçı, günümüzde “16 belediye, bilmem şu belediye” denilerek toplu bir şekilde hedef alınmasının, seçmen nezdinde “taraflı bir şekilde yürütülüyor” algısını güçlendirdiğini ifade ediyor. Nitekim, denetim ve soruşturmaların taraflı yürütüldüğüne inananların oranı, ilk sorulduğu yüzde 47-48 seviyesinden yüzde 63,2’ye yükselmiş durumda.

Seçmenlerin Türkiye'nin dış itibarı konusundaki hassasiyeti ise bir diğer önemli bulgu olarak öne çıkıyor. CHP’nin yurtdışında (Brüksel’de) düzenlediği ve İmamoğlu ile Yavaş’a destek verdiği mitinglerde Türkiye’nin iç siyasetinin konu edilmesi, seçmenlerin yüzde 45,7’si tarafından “ülkenin itibarını zedeleyen bir tutum” olarak değerlendirilmiş. Bayrakçı, bu sonucu şaşırtıcı bulduğunu ancak bu tepkinin temelinde “biz bizi dövelim ama kol kırılır yen içinde kalır” şeklindeki güçlü bir vatanseverlik ve milliyetçilik duygusunun yattığını, bazı konularda Türk halkının yüzde 60-70’inin bu hassasiyeti gösterdiğini belirtiyor.

Son olarak, Bayrakçı Türkiye’deki siyaset uzmanlarının bile tam olarak kavrayamadığı bir konuya açıklık getiriyor: Oyların bölünmesi efsanesi. Eski parlamenter sistemde oyların bölünmesinin bir önemi varken, mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde “oylar bölünüyor diye bir şey yok” tespiti yapılıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, birinci turda adaylar kaç oy alırsa alsın, asıl belirleyici olanın ikinci tur olduğu vurgulanıyor. Birinci turda bölünmüş gibi görünen oylar, ikinci turda en çok oy alan iki aday etrafında konsolide oluyor. Örneğin, birinci turda Tayyip Erdoğan’a gitmeyen MHP oyları, ikinci turda yine Erdoğan’a yönelirken, muhalefetin diğer adaylarına giden oylar da CHP’nin adayına kayıyor. Bayrakçı, bu nedenle birinci turdaki bölünmenin sonucun belirlendiği ikinci turda kalktığını ve seçimlere katılanların bile bu sistemi tam olarak kavrayamamış olmasının, siyasetin en büyük yanlış algılarından biri olduğunu belirtiyor.