Ekrem İmamoğlu hakkında hazırlanan ve dört yüze yakın sanığın bulunduğu iddianamenin mahkemece kabul edilmesiyle Türkiye siyasetinde gergin bekleyiş hız kazandı. Dün itibarıyla kabul edilen bu iddianame, İstanbul siyasetinin geleceği açısından kritik bir dönemeç olarak görülürken, iktidar cenahından gelen İmralı ziyareti ve bu ziyarete ilişkin tartışmalı açıklamalar gündemin bir diğer sıcak maddesi haline geldi. Bir yandan muhalefetin en güçlü figürlerinden birinin yargılanma süreci hızlandırılmaya çalışılırken, diğer yandan Devlet Bahçeli’nin bu gelişmeler karşısındaki "dar ağacı edebiyatı" tüm dikkatleri üzerine topladı.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yargılanma sürecinin beklenenden çok daha kısa sürebileceği öngörülüyor. Kulislerde, mahkemenin önümüzdeki on-on beş gün içinde bir "tensip zaptı" yayınlayarak duruşma takvimini belirleyeceği ve yargılama sürecini hızlandırarak kısa sürede karara bağlayacağı konuşuluyor. Bu hızlı yargılamanın, hukuki bir sonuca ulaşmaktan ziyade, siyasi bir yıpratma stratejisi olduğu düşünülmekte. Amaç, delil yetersizliğinden beraat kararı çıksa dahi, kamuoyunda "çalıyorlar ama çalışmıyorlar" intibası yaratarak Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) seçimler öncesinde yıpratmak ve kirletmek. Yargılamanın uzamasının iktidar aleyhine olacağı varsayımı, mahkemenin art arda duruşmalarla dosyayı hızla kapatmaya yöneleceği tahmini güçlendiriyor. Bu süreçte verilebilecek ağır bir mahkûmiyet kararının ise, İmamoğlu'nun cumhurbaşkanı adaylığı ihtimalini tamamen ortadan kaldırabileceği endişesi mevcut.

Siyasetin bir diğer kritik başlığı ise İmralı adasına gerçekleşen Meclis heyeti ziyareti oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve DEM Parti'den oluşan komisyon heyetinin İmralı’ya gidişi, özellikle ziyaret öncesi ve sonrasındaki çelişkili açıklamalarla tartışma yarattı. Ziyaretin gerçekleşmesinden hemen önce yalanlama yapan Hüseyin Yayman’ın daha sonra adaya gidip geldiklerini doğrulaması, büyük tepki çekti. Bu durumu savunan isimlerden Nagihan Alçı, Yayman’ın yalanlamasını güvenlik kaygısına bağlayarak, "bu tip ziyaretlerde güvenlik mevzuu büyük önem taşır, gizlilik ve güvenlik içinde gerçekleşmesi gereken bir ziyaret bu, önceden duyurulması işi akamete uğratabilir" şeklinde bir gerekçe sundu. Ancak bu "yüksek güvenlik ve gizlilik" söylemi, daha önce defalarca gerçekleştirilen benzer ziyaretler göz önüne alındığında inandırıcı bulunmadı ve iktidarın kamuoyundan tepki çekmekten korktuğu için gizlilik vurgusu yaptığı belirtildi.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ise İmralı ziyaretini resmileştiren bir açıklama yaparak, görüşmenin "Türkiye'nin barış ve demokrasi sürecine odaklanan yapıcı, kapsayıcı, umut verici bir niteliğe sahip olduğunu" ve "halkların ortak geleceğini şekillendirecek bir diyalog köprüsüne dönüşmelidir" sözleriyle süreci meşrulaştırdı. Bu söylemler, Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısına aykırı olarak "iki ayrı halk" algısı yarattığı ve yaşanan sorunun "terörle mücadele" yerine "Türk-Kürt çatışması" olarak tanımladığı eleştirilerine yol açtı. Öcalan’ın bu süreçte "demokratik çözüm iradesinin bir kez daha net biçimde ortaya konulması için tavır sergilediğini biliyoruz" şeklindeki ifadeler ise, 23 yıldır iktidarda olanların ülkeye demokrasi getiremediği itirafı olarak yorumlandı.

İmralı Tutanağı Komisyonda Okundu MHP'li Yıldız Sert Çıktı
İmralı Tutanağı Komisyonda Okundu MHP'li Yıldız Sert Çıktı
İçeriği Görüntüle

Tüm bu gelişmelerin odağında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sert ve tahrik edici konuşmaları yer aldı. İmralı ziyaretini savunan ve süreci sahiplenen Bahçeli, karşı çıkanları "evlatlarımızın bayrağı sarılı tabutları omuzlarda taşıyalım diyorlar ki analarımız ağlasın" gibi ucuz bir retorikle suçladı. Terörün bitmesi uğruna her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olduğunu ifade ederek, "bizim sonumuz da varsın dar ağacı olsun" şeklinde bir "dar ağacı edebiyatı" yaptı. Bu çıkış, hem kulağa hoş gelen bir kahramanlık söylemi yaratma çabası hem de olası bir siyasi tersine dönüşte gelecekteki yargılamalardan duyulan endişenin bir dışa vurumu olarak değerlendirildi. Yorumcular, Bahçeli'nin sürekli vurguladığı "terörsüz Türkiye" manzarası net bir şekilde açıklanmadıkça, bu tür "alaycı" ve hamasi söylemlerin sadece en cahil kitleyi hedef aldığı görüşünü savundu.

Bu yoğun gündem arasında, CHP'nin hafta sonu gerçekleşecek olan olağanüstü kurultayıyla ilgili kulislerde dolaşan "butlan davası" söylentileri de endişe yaratıyor. Parti meclisinde ciddi değişiklikler yapması beklenen Özgür Özel'in liderlik yolunda ilerlerken, Kemal Kılıçdaroğlu ve çevresinin Butlan davasının istinaf sürecinde alınacak bir karara dair beklentileri ortaya çıktı. Kılıçdaroğlu yanlısı kesim, istinaf mahkemesinin kurultay sonucunu bozmadan önce, İstanbul İl Başkanlığı'nda yaşananlara benzer şekilde, partiye geçici olarak bir "çağrı heyeti" atayabileceği umudunu taşıyor.

İddialara göre, istinaf mahkemesinin alacağı olası bir "tedbir kararıyla" atanacak bu çağrı heyeti, mevcut Genel Başkan ve yönetimi hukuken işlevsiz hale getirebilir. Bu durum, Genel Merkez'in tüm yasal yetkisinin çağrı heyetine geçmesi ve hatta bir sonraki seçimlerde milletvekili adaylarını bile belirleme hakkına sahip olması anlamına gelebilir. Gürsel Tekin’in İstanbul’da il başkanlığı binasını işgalci olarak görmesi gibi tuhaf durumların ülke çapında yaşanma tehlikesi, CHP içinde büyük bir kaos yaratma potansiyeli taşıyor. İktidarın, bu hukuki ve siyasi karmaşayı kendi lehine kullanmak için hazırlık yaptığı ve mevcut krizin derinleşmesi için süreci körüklediği yönündeki uyarılar, muhalefetin bu "tezgâha" düşmemesi gerektiği çağrısını beraberinde getiriyor.