İktidarın Elinde Patlayan Seccade Tartışması: Halkın Gözünden Kaçırılan Yıkım Tablosu
Türkiye, son günlerde siyasi arenada ahlaki bir tartışmanın odağına yerleşti: Bir seccadeye ayakkabıyla basılıp basılmaması meselesi. İktidarın ve yandaş medyanın gündemi tamamen bu nesnenin kutsallığı üzerine kurması, aslında perdenin arkasında saklanan çok daha derin ve yıkıcı sorunların üzerini örtme çabasından başka bir şey değil. Seccade üzerinden kıyamet koparanlar, bu suni gündemi yaratırken, ülkenin geleceğini ipotek altına alan projeler, akıl almaz yolsuzluk iddiaları, tarikat yurtlarında yaşanan cinsel taciz olayları ve ekonomik çöküş gibi hayati konulara ilişkin tek bir söz dahi etmiyor. Bu durum, dini ilkelerin nasıl siyasi çıkarlar uğruna araçsallaştırıldığını gözler önüne seriyor. Eğer vicdan sahibi bir toplum isek, Allah katında sadece insanın kutsal olduğunu bilmeli ve asıl sorgulamamız gereken konulara odaklanmalıyız.
Garibanın 9,5 Yıllık Rüyası ve Sessizliğin Utancı
Milletin milli gururu olarak sunulan yerli otomobil TOGG, 1 milyon 250 bin TL ile 1,5 milyon TL arasındaki fiyatıyla, asgari ücretle çalışan bir vatandaşın 9 buçuk yıl boyunca yemeden içmeden çalışsa bile alamayacağı bir lüks olarak raflarda duruyor. Ancak halk, madem yerli ve milli, neden bu kadar pahalı diye sormak yerine, sırf "bizim de milli arabamız var" diyerek avunmayı tercih ediyor. Almanya'da bir asgari ücretlinin 4 maaşıyla yerli Volkswagen aracını alabildiği gerçeği göz ardı ediliyor. Geleceği ipotek altına alan projelere, yolsuzluk iddialarına ses çıkarmayan bu zihniyet, 34 erkek çocuğun cinsel tacize uğradığı dehşet verici olaya ve 6 yaşındaki bir kız çocuğunun bir tarikat şeyhi aracılığıyla taciz edilmesine karşı tek bir kınama sözü bile etmedi. Onların konuştuğu tek şey, bir bez parçası olan seccade.
Dinin Çıkar Uğruna Eğilip Bükülmesi: İnsandan Değil Halıdan Yana Olmak
Diyanet İşleri Başkanlığı bile seccadeye basmanın günah olmadığına dair fetva vermek zorunda kaldı. Ancak seccade dediğimiz şeyin Allah katında herhangi bir kutsallığı bulunmamaktadır. Kur'an bütünlüğüne bakıldığında, Allah katında kutsal olan tek şey insan canıdır ve adalettir. Ne zamandan beri Allah'ın yarattığı insan değil de, insanın yaptığı bir nesne kutsal oldu diye titreyip kendimize sormamız gerekiyor.
Bu yozlaşmanın kökleri eskilere dayanıyor. 1996 yılında, o dönemin Feto terör örgütü elebaşı Fethullah Gülen, İtalya'da Papa'nın elini öpmeye giderken, dinler arası diyalog projesini hayata geçireceklerini alenen ilan etmişti. Dinler arası diyalog çağrısı yapanlar, Allah'ın koyduğu ilkeleri değiştirmeyi ve tüm dinleri ortak bir çatı altında birleştirmeyi amaçladı. Oysa dinin tek sahibi Allah'tır ve yasa koyma yetkisi sadece O'na aittir; peygamberlerin bile kendi ideolojilerine göre ilke koyma yetkisi yoktur.
Bu ihanet çağrılarına o zamanlar tepki göstermeyenler, hatta "Ne istediniz de vermedik" itirafını yapanlar, bugün seccade gibi nesneleri siyasi çıkarlarına yönelik propaganda aracı olarak kullanıyorlar. Yandaş yazarlar, bir Müslüman'ın seccade ile olan ilişkisini sorgularken, aslında sormamız gereken soru şudur: Kıldığın namaz ve gördüğün seccade, seni günahlardan ve haramlardan uzak tuttu mu, adalete yaklaştırdı mı? Haksızlık karşısında susmanın şeytanlık olduğu gerçeğine rağmen, kendilerini bir nebze olsun sorumlu tuttular mı?
Kutsal Olan Kefen mi, Seccade mi? Faizin Gölgesindeki Toplum
Sosyal medyada, bir cami açılışında iktidar liderleri ve beraberindekilerin büyük bir seccadeye/halıya ayakkabılarıyla bastığı görüntüler yayımlandı. Kimi çevreler bunun cami avlusu olduğunu iddia ederek durumu savundu. Oysa ne kebapçıdaki kilim, ne de camideki halılar kutsaldır; kelimeye veya halıya kutsiyet atfeden zaten Müslüman değildir. Seccadeyi kutsallaştıranların, İslamiyet öncesi Mekke'deki putlara tapanlardan farkı kalmıyor.
Ancak bu basit bir halı meselesi değil; faiz haramdır ve bizler bugün ekonomideki beceriksizlik sayesinde tarihte görülmemiş faizleri ödüyoruz. Dış borcun faizi, ana paranın üç katını bulmuş durumda. Yaşadığımız bu süreçte istismar edilmeyen dini ilke, çiğnenmeyen kutsal değer kalmadı.
Peki, seccadeyi konuştuğumuz kadar, hayatını kaybeden insanları ne kadar konuştuk? Sizlere göre seccade kutsalsa, kefen değil miydi? Depremden iki ay sonra Malatya Emeksiz Caddesi'nde 30 yaşında gencecik bir insanın cesedi bulundu. Bu utanç verici trajedi karşısında seccade kadar sesiniz çıkmadı. Kaderine terk edilen yalnız insanlar, su basan çadırlar, okulu kapanan gençler, depremzedelere iki kattan fazla fiyatla satılan çadırlar ve kumanyalar hakkında kimse konuşmadı. Binlerce insanın ölümüne neden olan, dere yataklarını imara açan, iş bilmezlikten kaynaklı meydana gelen sel felaketine ve bu nedenle ölen vatandaşlara sessiz kalınırken, iktidar halka seccadeyi konuşturuyor. Zira iktidarın elinde bu suni gündemleri yaratmaktan başka argüman kalmamıştır.
Kur’an’ın Müslüman Tanımı ve Gerçek İflas Tablosu
Bugün hukuk rafa kalkmış, dolar 42 liraya dayanmış, açlık sınırı 29.500 liranın, yoksulluk sınırı ise 90.000 liranın üzerine çıkmıştır. Enflasyon resmi rakamlara göre bile %122'nin altındadır. Peki, biz Müslüman bir toplum değil miydik? Şayet Müslüman bir toplum için Allah'ın koyduğu ilke geçerli olsa, o toplumda kimse fakirlikten, iş kaygısından, yarın ne yiyeceğinin derdinden korkmaz, herkes canından emin olurdu. Bugün ise Türk raporlarına ve İŞKUR verilerine göre işsizlik rekor üzerine rekor kırmıştır.
İslam kelime anlamıyla tüm olumsuzluklardan uzak olmak demektir. Müslüman ise, tüm olumsuzluklardan kendini ve toplumunu uzaklaştıran kişidir. İşsizlik, faiz, deprem öncesi tedbirsizlikten ölen on binlerce insan, dere yataklarının imara açılması sonucu yaşanan sel felaketleri olumsuzluk değil midir? Siz bu olumsuzlukların hangilerini giderdiniz de Müslümanlıktan bahsediyorsunuz? Aksine insanları kutuplaştırarak, inançlarına göre ayrımlaştırarak ötekileştiriyorsunuz.
Allah, Kasas Suresi 4, 5 ve 6. ayetlerde, yeryüzünde yücelen, iradesi altındaki insanları grup grup yapan, onları güçsüzleştirmek için oğullarını boğazlayan, eğitimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiren ve kadınları utanca boğan Firavun'u "bozgunculardan" olarak tanımlıyor. Allah, tam tersini istemişti: Yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve mirasçılar yapalım.
Ne yazık ki, camilerimizde bu ayetler okunmaz, cuma hutbelerinde insanları kutuplaştıranlara karşı uyarılar yapılmaz. Birileri çıkıp yönetimi eleştirdiği için onlara "sürtük," "pislik" gibi hakaretler uydurduğunda bile, imamlar bu ayetleri okuyarak uyarıda bulunmaz. Bunun sebebi, Kur'an'da net olarak açıklanmıştır: Kafirler (Allah'ın ilahlığını ve Rabbini reddedenler), kendilerine üstün gelinmemesi için, bu Kur'an'ı dinlemeyin, anlaşılmasını her türlü yolla engelleyin dediler. İşte bugün geldiğimiz nokta, tam da bu bozgunculuğun ve ahlaki çöküşün özeti olarak karşımızda durmaktadır.