Türkiye ekonomisinde son dönemde yaşanan gelişmeler, hem üretim sektöründe hem de genel ekonomik görünümde ciddi endişelere yol açıyor. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan eylül ayı verileri, sanayi üretiminde önemli bir gerileme olduğunu ortaya koydu. Bu gerileme, sadece üretim sektörüyle sınırlı kalmayıp, tarım sektöründe de benzer bir durum yaşanırken, ekonominin genelinde durgunluk sinyalleri güçleniyor.

Eylül ayında sanayi üretiminde aylık bazda yüzde 2.2 oranında bir gerileme kaydedildiği açıklandı. Bu rakam, son beş ayın en keskin aylık daralması olarak dikkat çekiyor. Sanayi sektöründe yaşanan bu düşüş, ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası üzerinde, özellikle faiz politikaları konusunda yeni bir baskı dalgasının oluşmasına neden olması bekleniyor. Üretim sektöründeki bu olumsuz tablo, zaten zorlu bir süreçten geçen iş dünyasının taleplerini daha da güçlendiriyor.

Sanayi üretimindeki aylık gerilemeye rağmen, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 2.9 oranında bir artış yaşandığı belirtiliyor. Ancak bu yıllık artış, mevcut ekonomik koşullar göz önüne alındığında yeterli görülmüyor. Üstelik eylül ayında görülen bu keskin aylık daralmanın, yıl sonuna kadar devam etmesi durumunda, 2025 yılı büyüme tahminlerinin önemli ölçüde düşmesi bekleniyor. Geçtiğimiz yıl Türkiye ekonomisi yüzde 3.3 oranında büyümüştü.

Ekonomi yönetimi, iç talepteki durgunluğun şu an için uygun bir seviyede seyrettiğini ifade ediyor. Hatta yetkililer, bu durgunluğun bir süre daha devam etmesini tercih ettiklerini belirtiyor. Merkez Bankası'nın resmi açıklamalarında da bu durgunluk halinin sürmesinin, enflasyonla mücadele açısından olumlu sonuçlar doğuracağı vurgulanıyor. Ancak bu politika tercihi, üretim yapan kesimler ve iş dünyası açısından ciddi sıkıntılara yol açıyor.

Mevcut ekonomik tablo incelendiğinde, yıl sonunda büyüme oranının yüzde 3 seviyelerine doğru gerileyebileceği tahmin ediliyor. Özellikle hizmet sektöründeki artışın sürüklediği bir büyüme trendi izleniyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın en son yaptığı tahminlere göre, yıllık sürdürülebilir büyüme oranı yüzde 4.3 seviyelerine kadar gerilemiş durumda. Bu veriler, Türkiye ekonomisinin potansiyelinin oldukça altında bir performans sergilediğini açıkça gösteriyor.

Merkez Bankası ve ekonomi yönetiminin planladığı strateji başarılı olursa, benzer bir durgunluk tablosunun 2026 yılında da devam etmesi öngörülüyor. Bu noktada kritik bir soru ortaya çıkıyor: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, üç yıl üst üste yüzde 3 gibi düşük büyüme oranlarını göze alabilecek mi? Bu sorunun yanıtı, önümüzdeki dönemde ekonomi politikalarının şekillenmesinde belirleyici olacak.

İş dünyasından, özellikle sanayi sektöründen gelen şikayetler her geçen gün artıyor. Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler başta olmak üzere, ciddi sayıda şirket kapanması yaşanıyor. Konkordato başvurularındaki ve şirket kapanmalarındaki artış, sektördeki sıkıntının boyutunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu veriler, ekonomideki daralmanın sadece istatistiksel bir gösterge olmadığını, gerçek hayatta somut sonuçlar doğurduğunu gösteriyor.

Finansmana erişim zorluğu ve yüksek finansman maliyetleri, özel sektörün en büyük şikayetleri arasında yer alıyor. Bu nedenle iş dünyasından gelen faiz indirimi çağrıları her geçen gün yükseliyor. Düşük büyüme oranlarının devam etmesiyle birlikte, önümüzdeki dönemde bu şikayetlerin daha da artacağı kaçınılmaz görünüyor. Özellikle imalat sektöründe faaliyet gösteren firmalar, yüksek faiz oranları nedeniyle üretimlerini sürdürmekte zorlanıyor.

Ekonomi yönetimi, sektörlerden gelen bu sıkıntıların farkında olduğunu gösteriyor. Ancak enflasyonla mücadelenin sürdürülebilmesi için, sıkı para politikasından vazgeçilemiyor. Bu dengeyi korumak amacıyla, ihracatçılar ve Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler başta olmak üzere, belirli kesimlere sübvansiyonlu krediler kademeli olarak devreye alınıyor. Bu uygulama ile şikayetlerin siyasi baskıya dönüşmesi engellenmeye çalışılıyor.

Ancak mevcut sübvansiyonlu kredi programlarının, yakın zamanda artan şikayetlerin büyüklüğüne karşılık veremez hale geleceği öngörülüyor. Bu durumun, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı üzerindeki baskının artmasına yol açması bekleniyor. Öte yandan koalisyon ortağı Milliyetçi Hareket Partisi'nden de bu yönde gelen eleştirilerin arttığı gözlemleniyor. Mevcut siyasi anlaşmazlıklara ek olarak, ekonomik konuların da koalisyon içindeki tartışmalara dahil olması muhtemel görünüyor.

Merkez Bankası, enflasyonla mücadelenin etkinliğini sürdürebilmek için faiz oranlarını bir süre daha yüksek seviyelerde tutmak istiyor. Ancak bunu gerçekleştirmek, giderek zorlaşıyor. İş dünyasından gelen yoğun şikayetlerin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan gelecek "büyümeyi artırın" taleplerine dönüşme ihtimali var ve bu durum mümkün olduğunca ertelenmeye çalışılıyor. Erdoğan'ın geçmişte büyüme odaklı politikaları tercih ettiği biliniyor ve bu tercihinin tekrar gündeme gelmesi bekleniyor.

Yaklaşık iki buçuk yıldır devam eden mevcut ekonomi programının, zaten Erdoğan'ın büyüme kaygısıyla şu noktaya geldiği biliniyor. Ancak hâlâ enflasyonun kalıcı olarak düşürüleceğine dair güven tam olarak oluşturulabilmiş değil. Piyasalarda ve kamuoyunda, programın başarısına dair şüpheler devam ediyor. Bu güven eksikliği, ekonomi yönetiminin hareket alanını daraltıyor.

Geçmişte enflasyon düşürülmeden, sadece büyümeyi artırmak amacıyla yapılan faiz indirimlerinin olumsuz sonuçları hâlâ yaşanıyor. Bu deneyimin unutulmaması gerektiği vurgulanıyor. Erken faiz indirimi kararları, enflasyonist baskıların yeniden yükselmesine ve ekonomik istikrarsızlığa yol açmıştı. Bu nedenle ekonomi yönetimi, bu kez daha temkinli davranıyor ve enflasyonun kalıcı olarak düşmesini beklemek istiyor.

Enflasyonun Takılma Noktasını Erdoğan Belirleyecek: Kritik 2026 Tahmini
Enflasyonun Takılma Noktasını Erdoğan Belirleyecek: Kritik 2026 Tahmini
İçeriği Görüntüle

Enflasyonla mücadelede kararlılık göstermenin önemi her fırsatta dile getiriliyor. Ancak öte yandan, üretim sektöründeki daralma ve ekonomik durgunluk, bu kararlılığı test ediyor. Merkez Bankası yetkilileri, faiz politikalarının enflasyon hedeflerine ulaşılana kadar sıkı tutulacağını belirtiyor. Bununla birlikte, piyasalarda erken faiz indirimi beklentileri de zaman zaman güçleniyor.

Sanayi üretimindeki gerileme, sadece üretim rakamlarıyla sınırlı kalmıyor. İstihdam, yatırımlar ve genel ekonomik canlılık da bu durumdan olumsuz etkileniyor. Firmalar, belirsizlik ortamında yeni yatırım kararları almaktan kaçınıyor. Bu durum, uzun vadede ekonominin büyüme potansiyelini de olumsuz etkiliyor.

Tarım sektöründe de benzer bir gerileme yaşanması, durumun ciddiyetini artırıyor. Tarım ve sanayi gibi iki temel üretim sektöründe eş zamanlı daralma, ekonominin genelindeki durgunluğun ne kadar yaygın olduğunu gösteriyor. Bu sektörlerdeki sorunlar, istihdamdan gelir dağılımına, ihracattan ithalata kadar birçok alanda zincirleme etkilere yol açıyor.

Önümüzdeki dönemde ekonomi politikalarının nasıl şekilleneceği, büyük ölçüde enflasyon verilerine ve siyasi tercih bağlı olacak. Enflasyonda kalıcı bir düşüş sağlanabilirse, faiz indirimine geçiş için zemin oluşabilir. Ancak enflasyon beklentileri yüksek seyrederken faiz indirimine gidilmesi, geçmişte olduğu gibi yeni sorunlara yol açabilir.

İş dünyası, özellikle imalat ve ihracat yapan firmalar, acil destek bekliyor. Yüksek faiz ortamında üretim yapmak, karlılığı önemli ölçüde düşürüyor. Birçok firma, mevcut koşullarda ayakta kalmakta zorlanıyor. Bu nedenle sübvansiyonlu kredilerin kapsamının genişletilmesi ve finansmana erişimin kolaylaştırılması talepleri yoğunlaşıyor.

Ekonomik dengeler arasında kalınmış durumda. Bir yanda enflasyonla mücadele gerekliliği, diğer yanda üretim ve büyüme ihtiyacı var. Bu iki hedefi aynı anda gerçekleştirmek, ekonomi yönetimi için büyük bir zorluk oluşturuyor. Politika yapıcılar, bu hassas dengeyi korumaya çalışırken, her iki taraftan da baskı altında kalıyor.

Sonuç olarak, sanayi üretimindeki gerileme ve ekonomik durgunluk, Türkiye ekonomisi için kritik bir dönemeçte olunduğunu gösteriyor. Önümüzdeki aylarda alınacak kararlar, hem enflasyon hem de büyüme hedefleri açısından belirleyici olacak. Faiz politikalarında yapılacak değişiklikler ve bu değişikliklerin zamanlaması, ekonominin gidişatını önemli ölçüde etkileyecek. İş dünyasının talepleri, siyasi baskılar ve makroekonomik hedefler arasında denge kurmak, önümüzdeki dönemin en büyük meydan okuması olarak öne çıkıyor.