Türkiye'nin eğitim ve din sahnesinde yıllardır yankılanan bir sessizlik var. O sessizlik, adalarla çevrili bir manzarada, dalgaların vurduğu kayalık bir tepede yankılanıyor. Heybeliada'nın o huzurlu ama hüzünlü havası, sanki bir bekleyişin simgesi gibi. Peki, bu bekleyişin sonu mu geliyor? Yoksa yeni bir sayfa mı açılıyor? Herkesin aklında dönüp duran sorular, son haftalarda daha da alevlendi. Diplomasi masalarında fısıldanan sözler, Beyaz Saray'ın koridorlarında yankılanan talepler... Hepsi bir araya gelince, insan merakla dolup taşıyor. Acaba o eski bina, yeniden canlanır mı? Ve eğer canlanırsa, ne tür fırtınalar koparır?
Asıl heyecan burada başlıyor. Hatırlayın, 1844'te kurulan o okul, Osmanlı'nın son dönemlerinde bir umut ışığı gibi parlamıştı. Ama 1971'de kapılarına kilit vurulduğunda, sadece bir eğitim kurumu değil, bir miras da gömülmüştü toprağa. Birinci Dünya Savaşı'nın kaosunda bile beş yıl kapalı kalmıştı; toplamda 181 yıllık tarihinde tam 59 yıl suskunluk hüküm sürmüştü. O günlerden bugüne, her nesil bu hikayeyi fısıldar oldu. AB üyelik hayalleriyle dolup taşan 2000'lerin başında, ABD'nin o devasa gölgesi devreye girdi. Barack Obama, tam 16 yıl önce, bu konuyu dünya sahnesine taşımıştı. Bir başkanın ağzından çıkan kelimeler, nasıl da dalga dalga yayılmıştı. Sonra, 2025'e geldik; Donald Trump, tam da aynı kartı oynadı. Önceki hafta, Beyaz Saray'da bir görüşme... Ve birden, her şey yeniden alevlendi.
O görüşmenin kahramanı, 85 yaşındaki Fener Rum Patriği Bartholomeos'tu. Erdoğan'ın ABD ziyaretinden tam bir hafta önce, Oval Ofis'in kapısını çaldı. Obama'yla 2009'da olduğu gibi, Trump'la da aynı senaryo: Türkiye'nin Hristiyan nüfusunun eriyip gittiğini, "okyanusta bir damla" olduklarını vurgulayarak, okulun açılışı için destek istedi. Duygusal bir çığlık gibiydi bu. Trump'la sohbetten sadece yedi gün sonra, 25 Eylül'de Erdoğan da oradaydı. "Türkiye'ye döndüğümde Patrik Bartholomeos'la görüşeceğim, üzerimize düşeni yapmaya hazırız" dedi. Bu sözler, sadece bir diplomatik nezaket miydi, yoksa gerçek bir adımın habercisi mi? Kim bilir, belki de her şey o an değişti.
Ama durun, hikaye burada bitmiyor. 16 yıl前の o benzer görüşmeden sonra, Bartholomeos Türkiye'ye döner dönmez harekete geçmişti. Dönemin Başbakanı Erdoğan'la Heybeliada'da buluşmuşlar, ceplerindeki tespihleri karşılıklı hediye etmişlerdi. Patrik, Erdoğan'ı patrikhaneye davet etmişti; ama o davet gerçekleşmemiş, yerine külliyede bir ağırlama olmuştu. Bartholomeos, o günleri anlattığında sesi titremişti. Beyaz Saray'da konuşulanları, patrikhanenin çalışma odasında saatlerce paylaşmıştı. "Ruhban okulu için Türkiye'yi AİHM'e şikayet edeceğiz, yeni yılı bekliyoruz" demişti o zaman. Ama aradan 16 yıl geçti, o adım atılmadı. Neden mi? Anayasa ve Lozan'ın duvarları, her şeyi engelliyordu. AİHM'in reddedeceğini biliyorlardı; bu, boş bir tehdit değil, akıllıca bir stratejiydi.
Patrik'in gözlerindeki o derin hüznü tarif etmek zor. Bir keresinde, ağlamamak için kendini zor tuttuğunu görmüştüm. "Ruhban okulunun son nesliyiz, neslimiz tükeniyor" diye fısıldamıştı. "Kendimi çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum." Metropolitlerin yaşları 70'i, 80'i geçmiş; Türk vatandaşı olarak vergi ödüyorlar, askerlik yapıyorlar, oy kullanıyorlar. Kendisi bile iki yıl askerlik yapmıştı. "Hayal kırıklığına uğradık" demişti. Okul açıkken Milli Eğitim Bakanlığı'nın uhdesindeydi, denetimi altındaydı. "Devlet denetiminden kaçmıyoruz, niye kaçalım? Gizli bir şey yok. Yarın evrak gelse, hemen MEB'e bağlanırız." Ve en vurucusu: "Ruhban okulu açılmazsa, Fransa, Almanya, ABD, Kore, Hong Kong, Avustralya gibi ülkelere din adamını kim tedarik edecek? Biz yetiştirip göndermeliyiz."
Bu sözler, sadece bir patriğin iç döküşü değil; bir cemaatin haykırışı. Ortodoks hiyerarşisinde birinci makamda olup ruhban okulu olmayan tek kilise onlar. "Yazık, günah ve ayıp" diye yakınıyor Bartholomeos. Patrikhane, Ortodoks teolojisi eğitimi istiyor; ama YÖK'e bağlı bir yüksekokul statüsüyle değil. Neden? Çünkü YÖK'e bağlanırsa, üniversite sınavına giren Protestanlar, Ermeniler, Katolikler, Süryaniler hatta Müslümanlar kapıya dayanır. Puanı yüksek biri, papaz hatta kardinal olma hakkı kazanır. Bu, Ortodoks Rum cemaatinin başına Müslüman bir din adamı getirme riskini doğurur. Çıkmazı aşmak için, YÖK dışı bir statü lazım. Anayasa'da "Sadece TSK ve emniyete bağlı özel yükseköğretim kurumları açılabilir" maddesi değişmeli.
İşte tam burada, işler iyice karmaşıklaşıyor. Milli Savunma Üniversitesi ve Polis Akademisi gibi kurumlara verilen ulusal güvenlik ayrıcalığı, ruhban okuluna uzatılsa ne olur? Tarikatlar pusuda bekliyor. "Ortodokslar din adamı yetiştiriyorsa, biz de tarikat okulumuzu açarız" diyecekler. Anayasa ve YÖK yasalarındaki Atatürk ilkeleri, laiklik kalkanları erir gider. Ve tam bu noktada, beklenmedik bir gelişme: Diyanet'in iki yıl önce açtığı Diyanet Akademisi. Din adamı yetiştirmek için kurulan bu kurum, ruhban okulunun ilahiyatlara bağlanma şartını ortadan kaldırdı. Ne tesadüf ki, her ikisi de yüksekokul statüsünde, üç yıl eğitim veriyor. 1971'de kapatılan okul gibi, Diyanet Akademisi de bir yol açtı. ABD'nin baskısıyla, AKP'nin hamlesi, patriği çarmıhtan indirecek gibi duruyor.
Düşünün bir: Ekümenik Patriklik unvanı resmileşecek. Dünyadaki tüm Ortodoks kiliseleri tek çatı altında toplanacak. Bartholomeos'un her Erdoğan ABD ziyaretinden önce Beyaz Saray'a gitmesi, tesadüf mü? Hayır, stratejik bir hamle. Okul açılışı, sadece eğitim değil; küresel bir güç dengesi. Ama riskler de devasa. Laiklik ilkesi sarsılır mı? Tarikatlar çoğalır mı? Eğitim birliği bozulur mu? Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun ruhu incinir mi? Bunlar, geceleri uyutmayan sorular.
Son günlerde sosyal medyada fırtına kopuyor. Bazıları "Anayasaya aykırı, Lozan'ı deler" diyor; diğerleri "Azınlık hakkı, eşitlik gereği" diye savunuyor. Diyanet Akademisi'nin 2025-2026 eğitim yılı açılışı, Ankara'da coşkuyla kutlandı; ama bu kutlama, başka kapıları da araladı mı? Patrikhane'nin talepleri, MEB denetimiyle sınırlı kalırsa belki. Ama YÖK dışı statü için anayasa değişikliği? O, bambaşka bir tartışma fırtınası koparır.
Tarih, hep böyle sürprizlerle dolu. 1844'te bir umutla başlayan yolculuk, 1971'de yarım kaldı. Obama'nın 2009 çağrısı, Trump'ın 2025 hamlesi... Erdoğan'ın sözleri, Bartholomeos'un gözyaşları... Ve ortada, Diyanet Akademisi gibi bir köprü. Bu köprü, gerçekten birleştirecek mi, yoksa yeni ayrılıklar mı doğuracak? Cevap, önümüzdeki günlerde belli olacak. Ama bir şey kesin: Bu hikaye, Türkiye'nin kalbine dokunuyor. Her detayıyla, her duygusuyla, insanı sarsıyor. İzlemeye devam edin; çünkü bu, sadece bir okul değil, bir milletin hafızası.
Peki ya gelecek? Eğer okul açılırsa, uluslararası din adamı tedariki nasıl şekillenecek? Cemaatler nasıl etkilenecek? Hukukçular şimdiden dosyaları karıştırıyor. Bazıları, "Özel statülü uluslararası ilahiyat üniversitesi modeli" öneriyor; diğerleri, "Asla, laiklik öncelik" diyor. Diyanet'in adımı, belki de bir domino etkisi yaratacak. Tarikatlar uyanırsa, ilahiyatlar nasıl rekabet edecek? Ruhban eğitimi, modern Türkiye'ye nasıl entegre olacak?
Bu sorular, zihinleri meşgul ederken, Heybeliada'nın rüzgarı sanki cevap fısıldıyor. Belki de en büyük ders, sabırda. Yıllar geçti, ama umut sönmedi. Bartholomeos'un sözleri gibi: "Biz yetiştirip göndermeliyiz." O neslin tükenişi, yeni bir başlangıç mı? Veya tam tersi? Zaman gösterecek. Ama şu an, sadece izlemek ve hissetmek var. Bu hikaye, bitmedi; daha yeni başlıyor.
Bu makaleye eşlik edecek bir görsel için, Heybeliada Ruhban Okulu'nun manşet resmini temel alarak farklı açılardan gerçekçi bir versiyon üretmek istiyorum. 1280x720 boyutlarında, okul binasının güncel bir yorumu: Ada manzaralı, hafif sisli bir sabah ışığında, kapı aralık, içeriden loş bir ışık sızan, tarihi taş yapıyı vurgulayan bir kompozisyon. Renkler doğal, yeşiller ve maviler hakim. Bunu generate etmemi ister misin?
            
            
                            
                            
                            


