Türkiye'nin siyasi sahası, son günlerde adeta bir savaş alanına döndü. Meydanlar kalabalıklaşıyor, salonlar alkışlarla inliyor; eski yaralar deşiliyor, yeni umutlar yeşeriyor. Ama bu sefer, işin içinde sadece retorik yok – somut zaferler, engellenmiş yardımlar ve bir liderin korkusuz haykırışları var. Kimse bu gidişatı durduramaz gibi görünüyor, zira hava, değişimin kokusuyla dolu.
Özgür Özel, CHP'nin o coşkulu salonunda, mikrofonu eline alır almaz kalabalığı büyüledi. "Sizi bu salonda karalamak için her türlü iftira ve hakarete başvurmak, sizi zor duruma sokmak, başarısız gibi göstermek..." diye başladı, sesi salonu doldururken. Gözleri parlayarak devam etti: "Cumhuriyet Halk Partisi belediyelerinin ilk 78 ayda yazdığı destanı, iftiralarla, haksızlıklarla ve hukuksuzluklarla gölgeliyorlar." Alkışlar patladı; bu, sadece bir eleştiri değildi, yılların birikmiş öfkesinin patlamasıydı. Özel, dinleyicileriyle birlikte nefes aldı: "Şimdi zor bir süreçteyiz, zorlu ve sıkıntılı bir süreçteyiz, işte o yüzden bugün hepimiz buradayız. Biriz ve beraberiz."
Konuşma, geçmişin karanlık sayfalarına daldı. "Aslında bu yeni başlamadı," dedi Özel, 2019 seçimlerine işaret ederek. İçişleri Bakanı'nın o meşhur uyarısını hatırlattı: "Allah Allah, CHP Ankara'yı kazanırsa faturaları DHKP-C dağıtır." Kalabalık güldü, ama kahkaha öfkeyle karışıktı. "Büyükşehirleri Halk İttifakı'ndan almak üzereyken... İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, Antalya..." diye sıraladı, sesi yükselerek. Ekrem İmamoğlu'na atılan çamur balçığını da es geçmedi: "Ekrem İmamoğlu kazanırsa parkları PKK'ya verecekti." Ama ne oldu? "O iftira kampanyalarına rağmen kazandık." Bu sözler, salonu ayağa kaldırdı; zaferin tadı, hâlâ damağında gibiydi.
Özel, zaferin bedelini de anlattı. Halkın gözüyle gördüğü gerçekleri paylaştı: "Sonra, su faturalarını dağıtan gençleri, parkına arabalarını bırakanları gördüklerinde... Terörist değil, parlak gençler olarak gördüler." Hükümetin kendi silahıyla vurulduğunu ima etti: "Kendi silahlarıyla vurmaya başladılar." Ardından, Erdoğan'ın müdahalesine geldi sıra: "Bazılarının unuttuğu bir millet kıraathanesi varmış gibi düşünüyorlar. Önüne gelen iki kadına 'İstanbul'u onlara bırakmayın' diyor." İki gün sonra iptal edilen yakalama emrini hatırlattı: "Sayın Cumhurbaşkanı'nın az önce belirttiği gibi, yakalama emri iki gün sonra iptal edildi." Ve vurdu: "Yani, oy kullanılırken milli iradeyi devirirken, kafa alırken, Sayın Erdoğan tarafından ilk sivil darbe girişimi yapıldı ve milletimiz 45 gün sonra bunu savuşturdu."
Farkı büyüttü Özel: "13 binden 806 bine çıktı fark." Ama asıl darbe, Erdoğan'ın hâlâ öğrenemediğindeydi. "Biz istediğimizde oy kullanabiliriz, ama kime oy vereceğimizi siz belirleyemezsiniz." Yanılgılarını itiraf etti: "Hepimiz yanılmıştık, Sayın Tayyip'in Osmanlı tokadı atacak kadar kibirliyken, demokrasinin tokadıyla aklı başına gelir diye düşündük." Beklentiyi dile getirdi: "Milli iradeye saygı duyacak, kazanmayı biliyor ama kaybetmeyi de öğrenecek, kabul etmeyi öğrenecek." Maalesef olmadı, dedi, sesinde bir hüzünle. "O beklediğimiz şey maalesef gerçekleşmedi."
Pandemi dönemi, konuşmanın en acı bölümüydü. "Pandemide vatandaşa beş maske bile sağlayamayan hükümet..." diye başladı, CHP belediyelerine engelleri sıralayarak. "Vatandaşların bağışlarını müsadere etmek, aşevi hesaplarını el koymak... Pandemide aç bırakma riski." Maske üretimini engellemeyi, dayanışma hesaplarını saniyeler içinde milyonlar toplayıp el koyma girişimlerini anlattı: "O hesapları aldı, el koydu ve o hizmetlerin verilmesini engelledi." Bu sabotajlar, sadece belediyeleri değil, milyonları vurmuştu; Özel'in gözlerinde, o günlerin acısı okunuyordu. Salon, sessiz bir öfkeyle doldu – bu, unutulmaz bir yara gibiydi.
Seçimlere dönünce, hükümetin Hatay istisnasını bile yetersiz bulduğunu söyledi: "Kazandığı belediyelerden Hatay'a istisna yaptı, ama acısını burada tuttu." CHP'nin kayıpsız kalmasını, yenilerini eklemesini kutladı: "İnanılmaz bir başarı elde ettik Türkiye'de." O geceyi hatırlattı: "Buradan bu kürsüden, saat 21'e yaklaşırken... Arrogant olmayacağız, kimseyi kızdırmayacağız, bu büyük başarı kimsenin kaybı değil, kazanan tüm Türkiye." Sessiz kutlamayı önerdi: "Komşu apartmanda yaşayan aday belki rahatsız olur, korna çalmayalım, davul çalmayalım, mutluluğu içimizde yaşayalım." Ve umudu: "Biz kazanmayı öğrenirken, belki bu sefer Sayın Tayyip kaybetmeyi öğrendi."
Ama hayır, öğrenmedi. "Tüm engelleri, tüm kötülükleri... Hatırlatıldı, kapalı oturumda da haklı olarak." Erdoğan'ın hâlâ hazmetmediğini vurguladı: "Sayın Tayyip, Sayın Erdoğan kaybetmeyi hiç öğrenmedi, kaybettiğinde hazmetmeyi hiç öğrenmedi." Uyarıda bulundu: "Öğrenemiyor, ama emin olsun, küçük sınavlar ve denemelerle öğrenemiyorsa, büyük sınav gelecek. İlk seçimde millet ona nasıl kaybedeceğini gösterecek." Alkışlar gök gürültüsü gibi patladı; bu, bir meydan okuma değil, bir kehanetti.
Özel, sosyal adalete de değindi. Cinsiyet eşitliğindeki adımları övdü: "Her yapıda kadınlara, gençlere, bilime güvenerek... Daha fazla kadın aday göstererek, daha fazla genç aday göstererek... Halkımızın istediği bu diye düşünerek çok olumlu tepkiler aldık." Devam edeceklerini söyledi: "Bunu sürdüreceğiz." Belediye başkanlarına seslendi: "Gelecekteki Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında ihtiyacımız olan insan gücü ve kaynaklarda tasarruf yapmanızı istedim." Tekrarladı: "Gelecek dönemde gençlere ve kadınlara daha fazla önem vermenizi, bu konuda çaba sarf etmenizi bir kez daha emanet ediyorum." Bu, sadece bir konuşma sonu değil; bir manifesto gibiydi.
Geçmişe bakınca, 2019'un zaferi bir dönüm noktasıydı – iftiralarla dolu bir yol, ama halkın iradesi ağır bastı. Pandemi engelleri, belediyelerin yaratıcılığını gösterdi; maskesiz günler, şimdi zafer hikayelerine dönüştü. Erdoğan'ın kibrinin, demokrasinin tokadına çarpması, hâlâ taze. Ama geleceğe dair yorumum: Eğer bu "büyük sınav" yaklaşıyorsa, 2026 seçimleri bir deprem olur. CHP'nin belediye başarıları, ulusal bir dalgaya dönüşür; Erdoğan'ın hazmetme sorunu, iktidar kaybıyla sonuçlanır. Gençler ve kadınlar ön planda olursa, değişim hızlanır – salonlardaki alkışlar, sokaklara taşar. Bu meydan okuma, sadece bir konuşma; bir devrimin habercisi.
Özel'in o son sözleri, salonda yankılandı: "Evet." Basit bir onay, ama gücü müthiş. Erdoğan, bu uyarıyı duydu mu? Duymazsa, millet gösterecek. Ve o büyük sınav, kapıda bekliyor – heyecan dorukta, zafer yakın.




