Türkiye'nin uzun yıllardır damgasını vuran terör sorunu, son dönemde parlamentonun gündemine bomba gibi düşen İmralı ziyaretleriyle yeniden alevlendi. Milletvekili Murat Bakan, komisyon çalışmaları sırasında yaşanan tartışmaları ayrıntılı bir şekilde ele alarak, sürecin şeffaflık eksikliğinden kaynaklanan derin sorunlarını gün yüzüne çıkardı. Bu ziyaret, Abdullah Öcalan'ın görüşlerinin beklenen kritik rolüyle birlikte, toplumun 50 yıllık hafızasında yer eden hassasiyetleri de tetikledi. Bakan'ın açıklamaları, parlamentonun müzakereci değil denetleyici konumunu vurgularken, gizli tutulan tutanakların yarattığı güvensizliği mercek altına alıyor. Peki, bu süreçte neler yaşandı ve Türkiye'nin geleceği nasıl şekilleniyor? Detaylara inelim.
Murat Bakan, komisyon toplantılarında İmralı ziyaretine dair iki farklı görüşün ortaya çıktığını belirtiyor. Birinci görüş, parlamentonun bu tür bir ziyarete heyet göndermemesi yönündeydi ve Bakan bu fikri güçlü bir şekilde savundu. Ziyarete katılmayı reddeden Bakan, gerekçesini net bir şekilde ortaya koyuyor: Parlamentonun temel görevi, demokratik denetim ve yasama yapmak, müzakere yürütmek değil. Dünya örneklerini de hatırlatarak, Birleşik Krallık Parlamentosu'nun İrlanda geri çekilme sürecini tartışmadığını, İspanya Parlamentosu'nun ise ETA gibi silahlı örgüt liderleriyle görüşmediğini vurguluyor. Bu bağlamda, DEM Partisi'nin önceden yaptığı tartışmaların siyasi mesajlaşma aracı olarak kullanıldığını ve güvenlik bürokrasisinin asıl müzakereci konumunda olduğunu ifade ediyor.
Bakan, "Parlamentonun görevi demokratik denetleyici ve yasama organı olmaktır. Müzakereci değildir," diyerek konumu netleştiriyor. Ziyaretin üçüncü bir riskini ise toplumun hafızasında terörle PKK ve Abdullah Öcalan'ı eşitleyen 50 yıllık birikimi işaret ederek dile getiriyor. Bu eşitleme, sosyal uzlaşıyı zedeleyebilecek bir faktör olarak görülüyor. Bakan, "Toplumun 50 yıllık hafızasında şöyle bir şey var: Terör eşittir PKK eşittir Abdullah Öcalan," sözleriyle bu hassasiyeti özetliyor. Dolayısıyla, komisyon üyelerinin ziyarete katılmaması kararını, samimi bir masa etrafında doğru muhataplarla doğru temellerde tartışmalar yapılması gerektiği inancıyla savunuyor. Sonuçta, üç milletvekili komisyondan ayrılarak ziyareti gerçekleştirdi, ancak bu adımın süreci ilerletmek yerine karmaşıklaştırdığına dikkat çekiyor.
Ziyaretin odak noktası, elbette Abdullah Öcalan'la yapılan görüşmeydi. Bakan'a göre, ziyarete katılan milletvekilleri, Öcalan'ı baş müzakereci olarak konumlandırıyordu. Beklenti, Öcalan'ın süreci yoluna koyacak değerli açıklamalar yapmasıydı. "Abdullah Öcalan baş müzakerecidir. Abdullah Öcalan'ın söyleyecekleri çok önemlidir. Yani oraya giden tüm arkadaşların yaklaşımı şuydu ki, Abdullah Öcalan bir şey söylesin, o süreç için yol açsın ve çok değerli şeyler söylesin," diye anlatıyor Bakan. Ancak, bu kritik görüşmenin içeriği hâlâ sır gibi saklanıyor. Üç milletvekilinin Öcalan'la yaptığı toplantının detayları kamuoyuna yansımadı. Bakan, bu belirsizliğin güvenlik bürokrasisi ve devlet tarafından da tartışılmasını zorunlu kıldığını belirtiyor. Halk İttifakı'nın ısrarla bu tutanakların paylaşılmasını talep ettiğini, hatta "idam edilsem de gider görürüm" diyen yaklaşımların olduğunu aktarıyor.
Bu gizlilik, sürecin en büyük yarası olarak öne çıkıyor. Bakan, komisyonun başından beri basın açıklığı talep ettiklerini söylüyor. Ulusal güvenlik açısından MİT Başkanı veya Milli Savunma Bakanı gibi önemli toplantılarda gizli oturumlara onay verdiklerini, ancak genel sürecin tamamen şeffaf ve kamuoyuna açık olması gerektiğini savunuyor. "Komisyonun tamamı basına açık olmalıydı. Ulusal güvenlik açısından MİT Başkanı ve Milli Savunma Bakanı gibi önemli toplantılarda gizli oturumlara onay verdik ki, ulusal güvenlik açısından gizli bilgiler verilebilsin. Ama bunun dışında bütün süreç şeffaf ve kamuoyuna açık olmalı," diyor Bakan. Aksi takdirde, kamuoyunda kaygılar ve tedirginlikler oluşacağını, hükümetin tutumuna yönelik tereddütlerin artacağını öngörüyor. Nitekim, hükümetin çözüm sürecine samimi yaklaşmadığına dair işaretler, Bakan tarafından somut örneklerle destekleniyor.
Hükümetin tutarsızlığını ele alırken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Doha ve Abu Dabi'deki açıklamalarını, Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikalar Kurulu Başkanı Mehmet Uçum'un son sözlerini masaya yatırıyor. Bakan, "Mehmet Uçum'un açıklamalarını da alıntıladınız. Yarın güvenlik politikalarına hızla dönebilirler. Yani baştan bu sorunun çözümüne samimi değillerdi," diyerek, sürecin herhangi bir anda tersine dönebileceğini vurguluyor. Bu tutarsızlıkların, şehit aileleri, gaziler, güvenlik bürokrasisi, emniyet mensupları gibi toplumun "sinir uçlarını" harekete geçirebileceğini belirtiyor. 40-50 yıllık terör tecrübesinin yarattığı yüksek hassasiyet ve refleksleri dikkate almak zorunluluğunu hatırlatıyor. "Bu ülkede son 40-50 yıldır terör yaşamış bir ülkede hassasiyetler ve dolayısıyla refleksler yüksek olabilir ve buna göre hareket etmek lazım," sözleri, sosyal uzlaşının ne denli kırılgan olduğunu ortaya koyuyor.
Tutanakların yayınlanmaması, sürecin en tartışmalı bölümü. Bakan, resmi bir parlamento komisyonu olmasına rağmen, stenografların ziyarete götürülmediğini ve ses kaydının MİT tarafından alındığını açıklıyor. Tüm tutanakların yayınlanması gerekirken, hiçbirinin paylaşılmadığını söylüyor. Üstelik, İsmail Saymaz'ın bahsettiği 60 küsur sayfalık ham metnin özetlendiği, hatta özetin özetinin komisyonda okunduğu iddiası, Bakan'ı hayrete düşürüyor. "Bu özeti kim çıkardı? Şimdi bunu merak ediyorum. Komisyon üyesi ve milletvekili olarak, İsmail Saymaz'ın hamının 60 küsur sayfa tuttuğunu söylediği metni neden bilmiyorum," diye soruyor. Denetleyici organ olarak parlamentonun, MİT gibi sorumlu olduğu kurumdan özet almasını kabul edilemez buluyor. "MIT benim denetlediğim kurumdur. Yasama işlevinin yanı sıra denetim görevleri vardır. Ama eğer MIT özetini koyacaksa ben ondan öğreneceğim. Veya meclis başkanı veya meclis başkan vekili özet hazırlamadıysa, oradaki herhangi bir yetkili özet hazırlayıp biz onun istediği kadarını öğreneceğiz. Böyle bir şey olabilir mi?" diye tepki gösteriyor.
Bu özetleme süreci, Bakan'a göre, İmralı ziyaretinin olumlu katkı yapması gereken bir adımın, tam tersine olumsuz etki yarattığını gösteriyor. "Bu İmralı ziyareti, bu tutanakların yayınlanmaması ile, sürece olumlu katkı yapması gereken bir adımın, tam tersine olumsuz etki yaratan bir duruma dönüştü," diyerek net bir değerlendirme yapıyor. Parlamentonun denetim rolünün ihlal edildiğini, yasama organının yürütmeden talimat alamayacağını vurguluyor. Mehmet Uçum'un komisyon üyesi bile olmayan bir konumda, parlamento çalışmalarına dair yasa teklifleri sunmasını ve süreci yönlendirme girişimlerini eleştiriyor. "Mehmet Uçum'un sözleri ile veya Hakan Fidan'ın değerlendirmesi ile ya da İbrahim Kalın ile de yürümez bu süreç," diyor Bakan. Sürecin saray koridorlarında değil, parlamento çatısı altında, milletvekillerinin özgür iradesiyle uzlaşma arayışıyla ilerlemesi gerektiğini savunuyor.
Bakan, komisyonun rapor hazırlayıp parlamentoya sunması, milletvekillerinin takdir etmesiyle karar alınması gerektiğini belirtiyor. Ancak şu anki tablo, koridorlardaki Mehmet Uçum, Hakan Fidan gibi isimlerin açıklamalarıyla yönetilmeye çalışılan bir karmaşa. "Bu sarayda veya kompleksin koridorlarında yürütülen bir iş değil. Biz yasama organıyız. Yürütmeden talimat almayız. Hepimiz seçilmiş milletvekilleriyiz. Orada özgür irademizle düşüncelerimizi ifade ederiz. Orada uzlaşma yaratmaya çalışırız. Oradan çıkan uzlaşı Türkiye'ye yol açabilir," sözleriyle, parlamentonun bağımsızlığını ve uzlaşı gücünü öne çıkarıyor. Bu süreçte, şehit aileleri, gaziler ve güvenlik güçlerinin duygularını göz ardım etmemek, sosyal uzlaşının temel taşı olarak görülüyor.
Sonuç olarak, Murat Bakan'ın bu çarpıcı açıklamaları, İmralı ziyaretinin yarattığı şeffaflık krizini derinlemesine aydınlatıyor. Tutanakların gizliliği, özetlerin kaynağı belirsizliği ve hükümetin samimiyetsizliği, Türkiye'nin terörle mücadele ve barış arayışındaki yolunu tıkayan engeller olarak duruyor. Bakan, sürecin parlamento denetimi altında, toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir uzlaşıyla ilerlemesini talep ediyor. Bu tartışmalar, kamuoyunda yeni bir farkındalık dalgası yaratırken, önümüzdeki günlerde komisyon raporlarının ne getireceği merak konusu. Türkiye, 50 yıllık terör yükünden kurtuluş için şeffaflık ve samimiyet testinden geçiyor; Bakan'ın sesi, bu testte yankılanmaya devam edecek.




