Türkiye medyasında son günlerde yaşanan hareketlilik, basın özgürlüğü ve editoryal bağımsızlık tartışmalarını bir kez daha gündeme getirdi. Muhalif olarak bilinen bazı televizyon kanallarında, çok sayıda gazetecinin, editörün ve ekran yüzünün işine son verilmesi, "Neler oluyor?" sorusunu beraberinde getirdi. İşten çıkarmaların arkasında ekonomik gerekçelerden ziyade, yaklaşan yeni siyasi döneme hazırlık ve kanalların yayın politikalarındaki "ayar" değişikliğinin yattığı konuşuluyor. Özellikle iktidarla uyumlu bir Atatürkçülük çizgisinde buluşma ihtimali, bazı medya patronlarının kadrolarda revizyona gitmesine neden oluyor.

Ülkeyi Terk Edin Uyarısı! Trump Darbesi Altın ve Doları Patlatıyor!
Ülkeyi Terk Edin Uyarısı! Trump Darbesi Altın ve Doları Patlatıyor!
İçeriği Görüntüle

Bu süreç, Türkiye'de "muhalif medya" tanımının da sorgulanmasına yol açtı. Sadece kişilere, özellikle de Cumhurbaşkanı'na karşıtlık üzerinden yapılan yayıncılığın, gerçek anlamda bir "muhalefet" olmadığı gerçeği acı bir şekilde yüzeye çıkıyor. Gerçek muhaliflik; evrensel hukuk kurallarını, demokrasiyi, insan haklarını savunmak ve iktidarın yanlışlarını felsefi bir temelde eleştirmekken, mevcut yapıların çoğu zaman bir "mahalle kavgası" yürüttüğü görülüyor. Kimi kanallar sadece belirli bir parti içi hizbin sözcülüğünü yaparken, kimileri de "Atatürkçülük" maskesi altında statükoyu koruma derdine düşüyor.

İşin en vahim boyutu ise, bu kanalların "parti bülteni" gibi davranarak, haberciliğin temel ilkelerini ayaklar altına almasıdır. Öyle ki, eski bir genel başkanın, kendisine yöneltilen eleştirilere cevap vermek için "Beni yayına alın, yüzüme konuşun" çağrısı dahi, bu kanallar tarafından görmezden gelinebiliyor. Gazetecilik refleksiyle havada kapılması gereken bir röportaj fırsatı, parti içi dengeler veya patronaj ilişkileri nedeniyle sansürlenebiliyor. Bu durum, söz konusu mecraların amacının halka doğruyu anlatmak değil, belirli siyasi odakların propagandasını yapmak olduğunu kanıtlıyor.

Sonuç olarak, medyadaki bu yaprak dökümü, aslında mesleğini onuruyla yapmaya çalışan, ideolojik körlük yerine gazetecilik ilkelerini önceleyen isimlerin tasfiyesi anlamına geliyor. İktidarın baskısıyla veya kendi iç sansür mekanizmalarıyla şekillenen bu medya düzeni, toplumun gerçekleri öğrenme hakkını gasp ediyor. İktidar tabanına ulaşma potansiyeli olan, sahici eleştiriler getiren programların ve yorumcuların ekranlardan uzaklaştırılması, aslında mevcut iktidarın da en çok arzuladığı "kontrol edilebilir, bağırıp çağıran ama etkisi sınırlı" bir muhalefet medyasını yaratıyor.