Ana muhalefet partisinde gerçekleşen son kurultay ve ardından parti yönetimine, özellikle de sağ kökenli partilerden gelen isimlerin dahil edilmesi, parti tabanında ve kamuoyunda "eksen kayması" tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Partinin, cumhuriyet değerleri ve sol gelenekten uzaklaşarak sağa yaklaştığı yönündeki eleştiriler, parti içi muhalefet tarafından da sıklıkla dile getiriliyor. Ancak siyasi gözlemciler, bu durumun sığ bir "sağ-sol" tartışmasına hapsedilmesinin, Türkiye'nin mevcut siyasi gerçekliğini okumaktan uzak olduğunu savunuyor.

Yeni Vergi Paketi Alarmı: Erdoğan Süzer'den Vatandaşlara "Cebinizden Vurulacaksınız" Uyarısı!
Yeni Vergi Paketi Alarmı: Erdoğan Süzer'den Vatandaşlara "Cebinizden Vurulacaksınız" Uyarısı!
İçeriği Görüntüle

Günümüz Türkiye'sinde klasik ideolojik ayrımların silikleştiği, asıl mücadelenin demokrasiyi savunanlar ile otoriterliği savunanlar arasında geçtiği bir tablo hakim. Bu bağlamda ana muhalefet partisinin, demokratik değerleri, hukukun üstünlüğünü ve kuvvetler ayrılığını savunan herkes için bir "çatı" görevi görmesi gerektiği belirtiliyor. Partiye katılan isimlerin geçmişte hangi siyasi gelenekten geldiğinden ziyade, bugün hangi değerleri savunduğu ve demokratikleşme mücadelesine ne katacağı önem kazanıyor. "Parti bizim olsun, küçük olsun" anlayışının, iktidar hedefi olan bir hareket için en büyük tuzak olduğu ifade ediliyor.

Yapılan transferlerle ilgili asıl eleştiri konusu ise ideolojik kökenler değil, "siyasi karakter" ve "kumaş kalitesi" olmalı. Geçmişte partiye ve değerlerine ağır hakaretler etmiş, duruşuyla güven vermeyen veya siyaseti sadece kişisel ikbal aracı olarak gören isimlerin, sırf "açılım" adı altında partiye monte edilmesi büyük riskler barındırıyor. Lütfü Savaş örneğinde olduğu gibi, mesele kişinin sağcı olması değil, kriz anlarında takındığı tavır ve yönetim anlayışıdır. Dolayısıyla parti yönetiminin, kapılarını farklı kesimlere açarken "kim olursa olsun gelsin" mantığıyla değil, "demokratik değerlere sadık ve karakterli olsun" kriteriyle hareket etmesi hayati önem taşıyor.

Ayrıca parti tabanında yerleşmiş olan "Biz zaten kazanıyoruz, koltukları neden başkalarıyla paylaşıyoruz?" kibrinin, seçim kaybettiren en büyük faktörlerden biri olduğu unutulmamalıdır. Toplumun farklı kesimlerinden, muhafazakarından, eski milliyetçisine kadar herkesi kucaklayamayan, bunu yaparken de ilkelerinden taviz vermeden ortak bir demokrasi cephesi öremeyen bir yapının, iktidarı değiştirmesi zor görünüyor. Yeni yönetimin bu dengeyi kurarken, "sağa kayma" eleştirilerine kulak tıkayıp, "Türkiye partisi olma" hedefine odaklanması, gelecek seçimlerin kaderini belirleyecek en önemli strateji olarak öne çıkıyor.