Finans dünyası son yılların en belirsiz dönemlerinden birine girerken, yatırımcıların uykusunu kaçıran haberler birbiri ardına gelmeye devam ediyor. Küresel ölçekte yaşanan bu dalgalanmalar, sadece bir bölgeyi değil tüm piyasaları derinden etkileyecek bir fırtınanın habercisi niteliğinde görünüyor. Birçok uzman, mevcut ekonomik verilerin aslında buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu ve asıl büyük hareketin çok yakında başlayacağını savunuyor. Bu süreçte doğru adımları atmayanların ciddi maddi kayıplar yaşaması ve portföylerinin erimesi kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Gelecek aylarda finansal mimarinin nasıl bir şekil alacağını anlamak için satır aralarını çok iyi okumak ve sızıntıları takip etmek gerekiyor.
Asıl büyük tehlike, güneşin her zaman doğduğu yerden, yani Uzak Doğu'dan piyasaların üzerine karabasan gibi çökmeye hazırlanıyor. Japonya Merkez Bankası'nın 19 Aralık itibarıyla faiz oranlarını yüzde 0,5'ten yüzde 0,75 seviyesine çıkarma kararı alması, 30 yıllık küresel finansal sistemin kolonlarını sarsacak bir hamle olarak değerlendiriliyor. Bu durum, 1995 yılından bu yana görülen en yüksek seviye olması sebebiyle piyasalarda "carry trade" olarak bilinen mekanizmanın sonunu getirebilir. Yatırımcıların yıllardır Japonya'dan sıfır veya eksi faizle borçlanıp bu bedava parayı küresel varlıklara yatırma stratejisi artık sürdürülemez bir noktaya ulaştı. Borçlanma maliyetlerinin sıfırın üzerine çıkması, dev fonların ellerindeki varlıkları hızla elden çıkarma baskısı yaratarak domino etkisini tetikleme potansiyeline sahip.
Japon Yeni'nin dolar karşısındaki hareketleri, adeta bir felaket göstergesi ve erken uyarı sistemi olarak tüm dünyada takip edilmeye başlandı. Uzmanlara göre, paritenin 150 seviyesini aşağı yönlü kırması piyasalardan yavaş yavaş uzaklaşma sinyali olarak kesinlikle ciddiye alınmalıdır. Eğer değer kazancı devam eder ve 145 seviyesinin altına inilirse, yatırımcıların büyük bir panikle "yangın çıkışına" doğru koşması gerekebilir. Özellikle 140 seviyesinin altı, küresel borsalardan emtialara kadar her şeyin parça pinçik olacağı karanlık bir çöküş senaryosunu beraberinde getiriyor. Bu kur zararları ve artan kredi maliyetleri, yatırımcıları hisse senedinden altına kadar her nevi varlığı satmaya zorlayarak likidite krizini derinleştirecektir.
Değerli metaller cephesinde ise altın ve gümüş arasındaki denge hiç olmadığı kadar bozulmuş ve roller yeniden dağıtılmış durumda. Altın, küresel ticaret savaşlarında bir finansal enstrümandan ziyade stratejik bir savunma silahına dönüşmüşken, gümüş kendi kaderini sanayi devlerinin fabrikalarında yazıyor. Güneş panellerinden yüksek teknolojili elektrikli araçlara kadar her alanda kullanılan gümüşte, tarihin en büyük arz açıklarından biri yaşanıyor. Eskiden altının gölgesinde sessizce ilerleyen gümüş, artık endüstriyel talep patlaması nedeniyle kendi başına devasa dalgalar yaratmaya başladı. Sanayi talebinin artması ve küresel stokların kritik seviyelere düşmesi, bu metalin fiyatlamasını bir "zodyak bot" hızıyla yukarı çekerek tanker hızıyla ilerleyen altını geride bırakıyor.
Dijital varlıklar ve kripto para dünyası ise 15 Ocak tarihine kilitlenmiş durumda ve devasa bir belirsizlik bulutunun altında fırtınayı bekliyor. Dünyanın en büyük Bitcoin balinası olarak bilinen dev şirketin MSCI dünya endeksinden çıkarılma ihtimali, piyasada "şeytani bir planın" en önemli parçası olarak görülüyor. Küresel bankacılık devlerinin bu şirketin hisselerini ve eş zamanlı olarak Bitcoin fiyatını aşağı çekerek çifte vurgun yapma hazırlığında olduğu iddia ediliyor. Şirketin elindeki 670 bin adedi aşan devasa Bitcoin varlığının zorunlu satışla piyasaya dökülmesi ihtimali, tüm kripto ekosistemini uykusuz bırakacak cinsten bir sistemik risk taşıyor. Bu süreçte dev finans kurumlarının gölgesi Bitcoin'in üzerinde kalmaya devam edecek ve Ocak ortasına kadar bu piyasada sular durulmayacak.
İç piyasalara ve yerel ekonomik verilere baktığımızda ise süregelen istikrarsızlığın gölgesinde halkın alım gücünün erimesi, şirket gelirlerini doğrudan baskı altına alıyor. Borsadaki hisseler matematiksel olarak ilk bakışta ucuz görünse de, yüksek enflasyon ve azalan talep ortamında bu ucuzluğun aslında tehlikeli bir tuzak olabileceği unutulmamalıdır. Yatırımcıların uzun vadeli pembe hayaller kurmak yerine, her an değişebilecek siyasi ve ekonomik dengelere karşı sürekli tetikte ve defansta kalması gerekiyor. Şirketlerin kârlılık oranları reel anlamda hızla düşerken, döviz kurlarının suni şekilde baskı altında tutulması gelecekteki olası bir kur şokunun risklerini sessizce biriktirmeye devam ediyor. Yerel ekonomideki bu hassas ve kırılgan denge hali, er ya da geç küresel piyasalardaki sert değişimlerle sarsılarak gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacak.
Toplumun büyük bir kesiminin geçim mücadelesi verdiği mevcut düzende "ruj etkisi" olarak bilinen psikolojik ve ekonomik fenomen giderek daha fazla öne çıkıyor. İnsanlar ev veya araba gibi temel ihtiyaçlara ve büyük hayallere ulaşamayacaklarını anladıklarında, teselliyi pahalı kahveler veya son model telefonlar gibi geçici küçük lükslerde aramaya başlıyorlar. Bu durum, piyasanın aslında dışarıdan bakıldığında hareketli ve canlı görünmesine neden olsa da temelde derin bir yoksullaşmanın ve umutsuzluğun en somut göstergesi olarak kabul ediliyor. Ücret politikalarının insanca bir yaşam standardı sağlamak yerine sadece kitleleri belirli bir seviyede tutma aracı olarak kullanılması, halkın geniş kesimlerini hayatta kalma döngüsüne hapsediyor. 2026 yılına doğru hızla ilerlerken, hem küresel hem de yerel ölçekte bu sertleşen finans oyununun kurallarını doğru okumayanların ekonomik olarak ayakta kalması neredeyse imkansız hale gelecek.




