Günün erken saatlerinde, uluslararası arenada yaşanan hareketlilik dikkatleri üzerine çekiyor. Özellikle Avrupa kıtasındaki diplomatik trafiğin yoğunluğu, küresel aktörlerin pozisyonlarını yeniden şekillendiriyor gibi görünüyor. Bu gelişmeler, yıllardır alışılagelen ittifak dinamiklerini sorgulatıyor ve yarınki olası senaryolara dair merak uyandırıyor. Peki, bu hamleler hangi zincirleme reaksiyonları tetikleyebilir?
İlk olarak, Brüksel'de devam eden NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı, geleneksel yapılar içinde nadir rastlanan bir boyuta evrildi. Toplantıya, tam 20 yıl aradan sonra ilk kez bir ABD Dışişleri Bakanı katılmadı. Bu durum, ittifakın temel prensiplerini test eden bir işaret olarak yorumlanıyor. Dahası, NATO'nun kuruluşundan bu yana eşi benzeri görülmemiş bir olay yaşandı: Pentagon, NATO hatlarından gelen aramalara yanıt vermedi. Almanya'daki NATO Üst Komutanlığı, bu durumu resmi bir duyuruyla teyit etti. Bu sessizlik, Washington'un Avrupa'daki rolünü yeniden tanımlama çabalarının bir yansıması mı?
Dün gerçekleşen kritik bir görüşme, bu tabloyu daha da karmaşık hale getirdi. ABD Başkanı Donald Trump'ın özel temsilcisi Steve Witkoff, Moskova'da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya geldi. Beş saat süren kapalı kapılar ardındaki müzakerelerde, Avrupa veya NATO'dan tek bir temsilci bulunmadı. Toplantının tutanakları Rusya tarafından "katı gizlilik" kapsamında tutuldu ve sadece bazı konularda uzlaşma sağlandığı, bazılarında ise anlaşmazlık yaşandığı belirtildi. Bu, NATO'nun "32 ülke, tek ses" ilkesini doğrudan bypass eden bir yaklaşım olarak öne çıkıyor. Washington'un yeni hiyerarşisi, Moskova ile doğrudan karar alma mekanizmasını devreye sokarken, Kyiv'e sadece bilgi aktarımı yapılıyor; Avrupa liderleri ise süreçten tamamen dışlanmış görünüyor.
Sızdırılan 28 maddelik bir barış planı, bu görüşmenin boyutlarını aydınlatıyor. Plana göre, ABD'nin masaya oturmasıyla bazı maddelerde anlaşma sağlandı. Ancak, NATO'nun operasyonel gücünün ve finansmanının yüzde 70'ini karşılayan Amerika'nın bu masadan kalkması, Soğuk Savaş sonrası dünya dengelerini kökten değiştirebilecek nitelikte. Putin, görüşme sonrası basın mensuplarına net bir mesaj verdi: "Avrupa savaşmak istiyorsa, biz hazırız." Bu ifade, olası bir çatışmaya dair hazırlıklı bir duruşu işaret ediyor ve Avrupa'da alarm zillerinin çalmasına neden oluyor.
NATO Askeri Komitesi Başkanı Amiral Giuseppe Cavo Dragone, 1 Aralık'ta yaptığı açıklamada, Rusya'nın dronlar ve hibrit saldırılarla Avrupa için tehdit oluşturduğunu vurguladı. Üst düzey yetkili, "önleyici vuruş" kavramını gündeme getirerek, bunun diplomatik veya askeri yollarla gerçekleştirilebileceğini belirtti. Bu, Brüksel'den gelebilecek haberlerin, tüm üye ülkelerin ortak kararıyla böyle bir operasyona dönüşebileceği anlamına geliyor. Putin'in buna yanıtı ise net: "Savaşmak istiyorsanız, buyurun." Ukrayna'daki çatışmalarda "cerrahi hassasiyetle" hareket edildiğini söyleyen Rus lider, Odessa'yı ele geçirerek Ukrayna'nın Karadeniz'e erişimini keseceklerini de ekledi. Son dönemde Ukrayna sularında ve Türkiye'nin uluslararası ticari bölgesinde yaşanan gemi saldırıları, bu stratejinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Ekonomik cephede ise durum daha da vahimleşiyor. Ukrayna'nın mali kaynakları, Zelenskiy'nin dayandığı iki temel sütundan biri olarak görülen finansal beklentilerle çöküş sinyalleri veriyor. Avrupa Merkez Bankası (ECB), Rusya'nın Avrupa'da dondurulan 300 milyar euro'luk rezervlerini kullanarak Ukrayna'ya 140 milyar euro'luk fonlama planını resmen reddetti. ECB Başkanı, yasal riskler nedeniyle bu adımı atmayacağını açıkladı. Rusya'nın açtığı davalar, potansiyel olarak 185 milyar euro'luk bir kayba yol açabilir. ECB'nin tutumu, "Bu siyasi risk sizin, benim değil" şeklinde özetlenebilir. Sonuçta, Ukrayna'nın 2026-2027 için ihtiyaç duyduğu 90 milyar euro'luk finansman açığını kapatacak hiçbir mekanizma kalmadı.
Bu gelişmeler, ABD'nin Avrupa'dan çekilme sinyallerini güçlendiriyor. Washington, Ukrayna'yı kendi haline bırakarak alanı Rusya'ya terk ediyor gibi duruyor. Küresel siyasi dengedeki bu devasa kırılma, canlı yayında izlediğimiz bir gerçeklik haline geldi. Yıllardır yayınlarda dile getirdiğim gibi, bu kopuşun bölgemize ve Avrupa Birliği'ne getireceği sonuçlar, uzun vadeli stratejileri zorunlu kılıyor.
Öte yandan, Karayipler'deki gerilimler de azalmıyor. Dün bahsettiğim gibi, Trump'ın Venezuela'ya yönelik olası saldırı emri, istihbarat görüntüleri ve verilerle destekleniyordu. Ancak son saatlerdeki görüntüler, Amerikan başkentinden gelen beklenmedik sinyallerle ters köşe yapıyor. Diplomatik fren mekanizmaları devreye girdi ve Trump'ın geri adım atması, iç dengelerin rolünü gösteriyor. Bu, Venezuela'daki güç dengelerini nasıl etkileyecek?
Türkiye açısından ise durum kritik bir konumda. Birkaç saat önce, Karadeniz'de Türkiye'nin ticari bölgesinde bir gemi daha vuruldu. Bu olay, küresel çatışmaların doğrudan sınırlarımıza yansıdığını kanıtlıyor. Ankara, bu ortamda Barzani meselesi, Halep'e askeri heyet gönderme ve Suriye'ye olası müdahale ihtimalini masaya yatırıyor. Partiler arası gerilimler de cabası. Gündem o kadar yoğun ki, bu kaydı yaparken bile önümüzdeki bir-iki saatte neler değişeceğini kestirmek zor.
NATO'nun geleceği, bu toplantılarla yeniden yazılıyor. Avrupa'nın Rusya ile yüzleşmesi, Türkiye'nin jeopolitik rolünü ön plana çıkarıyor. Diplomatik manevralar, ekonomik yaptırımların başarısızlığı ve askeri hazırlıklar, yarınki haber akışını belirleyecek. Bu değişim dalgası, 1945'ten beri ilk kez böylesine radikal bir dönüşüm vaat ediyor. İzleyip göreceğiz, ancak hazırlıklı olmak şart. Gelişmeleri takip etmeye devam edeceğiz.




