Kur'an-ı Kerim'in zengin kelime hazinesi, inananlara sonsuz bir derinlik sunarken, her terim evrenin sırlarını ve ilahi düzeni aydınlatıyor. Bu kutsal metin, alfabe sırasına göre incelenen kavramlarla, hem dilbilimsel hem de manevi katmanlarını açığa vuruyor; özellikle bazı ifadeler, yılların yanlış yorumlarını düzelterek yeni bir bakış açısı kazandırıyor. Bu keşifler, okuyucuyu metnin evrensel hikmetine yaklaştırıyor, günlük ibadetten coğrafi gerçeklere uzanan bir yolculuk vaat ediyor.

Videoda, programın 147. konuşması olarak tanıtılan bu bölümde, "sinin" veya "seyna" kelimesi ile başlanıyor; bu terim, Kur'an'da "tur" kelimesine sıfat olarak ekleniyor, Tin Suresi ve Mü'min Suresi'nde yer alıyor. Konuşmacı, konuyu daha önce detaylı ele aldığını belirtiyor, ancak anlayış için tekrarlıyor. Eski lügatlerde, "tur" kelimesinin Süryanice kökenli olduğu, Suriye'deki bir dağın adı olduğu vurgulanıyor; araştırmalara göre Aramice'de "dağ" anlamına geliyor. Özellikle Güneydoğu Toros Dağları, Asur İmparatorluğu'nun kuzey topraklarında Aramice'nin hakim olduğu bölgelerde bu ismi taşıyor. "Tur"un, "toros" yani boğa kelimesinden türediği belirtiliyor; Arapça'da da benzer anlam taşıyor. Türkiye'deki Doğu ve Güneydoğu Toroslar'da, Binboğa Dağları'nın varlığı bu tezi güçlendiriyor, etimolojik bağlantıyı somutlaştırıyor.

Hz. Musa kıssasındaki bir yanılgıya dikkat çekiliyor: Halk arasında "tur" olarak okunan ayetlerde aslında "tür" yani derece veya mertebe kastediliyor. "Tür-i eyne" ifadesi, en yüksek rütbeyi, peygamberlik makamını simgeliyor. Yani, Hz. Musa'nın dağa çıkarılması gibi popüler rivayetler, metnin orijinal okunuşuyla çelişiyor; konuşmacı, ilk kıraatçilerin bu karışıklığı yarattığını, ancak doğru okumanın "tür" olduğunu savunuyor. Bu düzeltme, yıllardır süren hatalı anlatımları bertaraf ediyor, Kur'an'ın dil bütünlüğünü koruyor.

Eski sözlüklerde "tur"un, üzerinde ağaçlar bulunan dağ anlamına geldiği açıklanıyor; ağaçsız dağlar bu isimle anılmıyor. Tin Suresi'nde bahsedilen "Tur-i Sina"nın, Filistin'deki Sina Dağı veya Sina Yarımadası'ndaki Tur Dağı ile ilişkilendirilmesi eleştiriliyor: Bu bölgeler bitkisiz ve çöllü, oysa ayetler bereketli bir coğrafyayı tasvir ediyor. Buna karşılık, Toros Dağları ormanlık yapısıyla, çam, incir, zeytin ve üzüm gibi bitkilerin bolluğuyla ayete uyuyor. Mü'min Suresi 20. ayette "seyna" okunuşu geçiyor; "sinin" ve "seyna" varyantları benzer anlamlar taşıyor, ikisi de Arapça dışından gelmiş kelimeler olarak nitelendiriliyor.

İslam’da Ritüel Var mı?
İslam’da Ritüel Var mı?
İçeriği Görüntüle

"Seyna"nın anlamı derinlemesine inceleniyor: Katade'ye göre "güzel", Mücahid'e göre "bereketli ve verimli", Mukatil'e göre ise meyve ağaçları olan her dağ için kullanılıyor. Yani, "Tur-i Seyna", zeytinden üzüme, normal orman ağaçlarından meyve bahçelerine kadar dolu dolu bir dağlık bölgeyi betimliyor. Bu, Kur'an'daki ifadelerin mecazi değil, somut bir coğrafi gerçeği işaret ettiğini gösteriyor. Tin Suresi'ndeki incir ve zeytin yeminiyle başlayan bağlam, bu bereketi pekiştiriyor. Konuşmacı, eski tefsirlerdeki Sina Dağı yorumlarının yanlış olduğunu vurguluyor; Güneydoğu Toroslar, bugünkü adıyla Tur Dağları, gerçek konum olarak öne çıkıyor. Bu hata, yıllardır devam eden bir yanılgı olarak nitelendiriliyor, affedilme dileğiyle düzeltiliyor.

Hz. Musa ile ilgili rivayetlerdeki "tur"un aslında "tür" olduğu tekrarla vurgulanıyor: "Biz onu tür'e çıkardık" ifadesi, peygamberlik rütbesine yükseltmeyi anlatıyor, dağcı bir olay değil. Konuşmacı, bu bilgiyi dünyaya duyurduğunu, bazılarının takdir ettiğini, bazılarının ise kulak ardı ettiğini belirtiyor; izleyicilere, bu doğruyu yaymalarını tavsiye ediyor, bir hizmet olarak görüyor.

Konuşma, "sünnet" ve "sünnetullah" kavramlarına geçiyor; Kur'an'da onlarca ayette geçen bu terimler, dinin önemli bir boyutunu aydınlatıyor. "Sünnet"in kökü "sn n"den geliyor; bu, dişler anlamına işaret ediyor, "sin" formuyla çoğullaşıp "sinan" oluyor. İki harfle genişleyince "senne" yani yaş, canlı türlerin ömrü anlamını taşıyor. "Sünnet" formu, yol, tabiat, yüzün parlak kısmı, alışılmış yöntem veya görünür yüzey demek; Türkçede "her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır" deyimi gibi, bireysel stilleri kapsıyor.

"Sünnet"in geniş anlamı, takip edilen yol, stil, prensip, yöntem, örnek uygulama veya orijinal uygulama olarak tanımlanıyor. Herkesin kendine özgü tarzı –yemek yeme, giyim, sakal bırakma– bu kavrama giriyor; yani sünnet, bireysel veya kolektif yöntemlerin toplamı. "Sünnetullah" ise Allah'ın sünneti: Yüce Yaratıcı'nın evrensel kuralları, değişmez yasaları ifade ediyor. Kur'an'da "Allah'ın sünneti değişmez" buyuruluyor; bu, doğa kanunları, fizik, kimya, biyoloji gibi sabit prensipleri kapsıyor. Ezelî ve ebedî uygulamalar, kıyamete kadar süren bir vade ile sınırlı; kimse bunları değiştiremiyor, hatta Allah mevcut haliyle sabit tutuyor.

Bu kavram, evrenin tesadüfi olmadığını, her şeyin ilahi bir prensibe dayandığını hatırlatıyor. Geçmiş kavimlere yönelik uygulamalar –peygamberlere destek, inkârcılara azap– sünnetullah'ın örnekleri; sosyal ve fiziksel yasalar bu çerçeveye giriyor. Kıyamet sonrası yeni sünnetler devreye girecek, Arş-ı Âlâ'nın bilgisiyle; evrenin sonlu vadeli olduğu, her şeyin bir sonu bulunduğu ima ediliyor. Konuşma, "siret" kavramına değinerek bitiyor; bu, yol veya yöntem anlamında sünnetle örtüşüyor, bireysel ve ilahi düzende bütünlüğü sağlıyor.

Bu kavramlar, Kur'an'ın katmanlı yapısını ortaya koyuyor: "Tur-i Seyna" bereketli Toros Dağları'nı, "sünnetullah" ise evrensel düzeni simgeliyor. Yanlış yorumlar düzeltilirken, metnin dilbilimsel zenginliği inananlara yeni bir okuma fırsatı sunuyor. Videodaki bu alfabe sırası inceleme, 147. konuşma olarak, dinî kavramları günlük dile indirgeyerek erişilebilir kılıyor. Gelecek bölümler, bu zinciri sürdürerek, ilahi mesajın evrenselliğini daha da pekiştirecek, ruhu besleyen bir seri oluşturacak.