Türkiye'nin en kalabalık ve en dinamik şehri İstanbul, son günlerde adeta bir sessizliğe büründü. Yıllardır siyasi ve sosyal hareketlerin en canlı sahnesi olan meydanlar ve caddeler, alınan sürpriz bir kararla adeta kilitlendi. Altı farklı ilçeyi kapsayan bu şaşırtıcı yasak, kamuoyunda büyük bir şok etkisi yarattı. İstanbullular, bu ani ve kapsamlı kararın nedenlerini merak ederken, şehrin nabzı yavaşlamış gibi görünse de, perde arkasında çok daha büyük bir tartışma alevleniyor. Bu kararın, sadece bir güvenlik tedbiri mi yoksa ifade özgürlüğü ve toplanma hakkı üzerindeki baskıların yeni bir örneği mi olduğu sorusu, tüm siyasi çevrelerde ve sokaklarda dillendiriliyor.

İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamada, Fatih, Eyüpsultan, Bayrampaşa, Beyoğlu, Şişli ve Beşiktaş ilçelerinde üç ay süreyle her türlü toplantı, gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması gibi etkinliklerin yasaklandığı duyuruldu. Gerekçe olarak "güvenlik" ve "kamu düzeninin sağlanması" gösterilse de, bu kadar geniş bir alana yayılan ve süresi üç ay gibi uzun bir dönemi kapsayan yasağın, akıllarda soru işaretleri bıraktığı açıktı. Kararın hedefinde belirli bir eylem veya grup yer almadığı için, bu genel yasak, bir anda birçok farklı kesimin haklarını kısıtlamış oldu.

Bu olay, son beş yılda Türkiye'de toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik yaşanan değişimlerin bir yansımasıdır. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu (2911 sayılı yasa), uzun yıllardır tartışmaların merkezinde yer alsa da, son yıllarda bu hakkın kullanımı üzerinde daha fazla kısıtlama olduğu gözlemleniyor. Valilikler, özellikle Ankara ve İstanbul gibi büyükşehirlerde, terör tehdidi veya kamu düzenini bozma riski gibi gerekçelerle sık sık eylem yasakları ilan ediyor. Ancak bu yasaklar, beraberinde büyük bir hukuki tartışmayı da getiriyor.

Son beş yıllık dönem, özellikle Anayasa Mahkemesi'nin bu konudaki kararlarıyla öne çıktı. Mahkeme, valiliklerin ve yerel yönetimlerin güvenlik gerekçesiyle uyguladığı genel ve süresiz yasakları sık sık iptal ederek, bu tür kararların toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının özüne dokunduğunu ve Anayasa'ya aykırı olduğunu belirtiyor. Mahkeme kararlarında, bu hakkın ancak zorunlu durumlarda ve orantılı bir şekilde kısıtlanabileceği vurgulanıyor. Bu kararlar, yasaklanan eylemlerin genellikle sivil toplum örgütleri, sendikalar veya muhalif siyasi partiler tarafından düzenlendiği düşünüldüğünde, hukuki süreçlerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Trabzon Arsin'de Zincirleme Kaza Dehşeti: 15 Yaralı, Minibüs TIR Arasında Sıkıştı!
Trabzon Arsin'de Zincirleme Kaza Dehşeti: 15 Yaralı, Minibüs TIR Arasında Sıkıştı!
İçeriği Görüntüle

Öte yandan, eylemlerin yasaklanması protesto kültürünü de dönüştürdü. Artık sokağa çıkamayan gruplar, seslerini duyurmak için sosyal medyayı daha aktif kullanmaya başladı. Canlı yayınlar, etiket kampanyaları ve dijital platformlar üzerinden yapılan eylemler, yasakların getirdiği kısıtlamaları aşmanın bir yolu haline geldi. Ancak bu durum, protestoların fiziksel alandan dijital alana taşınmasıyla birlikte, kamuoyunda ve siyasi çevrelerdeki etkileşimini de değiştirdi.

İstanbul'daki son yasak, tüm bu sürecin en güncel ve somut örneğidir. Sadece bir metropolün altı ilçesinde değil, aynı zamanda Türkiye'deki siyasi atmosferin de ne kadar gergin olduğunu gösteriyor. Valiliğin aldığı bu karar, Anayasa Mahkemesi'nin daha önceki kararlarıyla çelişmesi nedeniyle, büyük olasılıkla hukuki itirazlara konu olacak. Kararın arkasındaki asıl niyetin, "güvenlik"ten çok, yaklaşan siyasi süreçler öncesinde olası protestoları engellemek olduğu yönündeki iddialar da bu nedenle yüksek sesle dile getiriliyor. Bu yasak, sadece bir haber bülteni detayı değil, aynı zamanda Türkiye'nin demokrasi ve ifade özgürlüğü mücadelesindeki son durağın bir göstergesi olarak tarihe geçmeye aday.