Türkiye'nin siyasi arenasındaki gerilimler, her geçen gün yeni bir boyut kazanıyor ve bu kez ses, beklenmedik bir yerden yükseliyor. Ülkenin kalbi olan İstanbul'un belediye başkanı, aynı zamanda bir cumhurbaşkanı adayı olarak tanınan bir figür, sessizliği bozarak halkı harekete geçirmeye davet ediyor. Bu çağrı, sadece bir açıklama değil, adeta bir manifesto niteliğinde ve önümüzdeki dönemlerin nasıl şekilleneceğinin ipuçlarını taşıyor. Kim bilir, belki de bu sözler, tarih kitaplarında yer alacak bir dönüm noktasının başlangıcı olacak.

Ekrem İmamoğlu, CHP'nin tutuklu cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, Seçim Güvenliği ve Demokrasi Platformu'nun kurulması yönünde güçlü bir çağrı yaptı. Bu platform, seçimlerin adil ve güvenli bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla tasarlanmış bir oluşum olarak öne çıkıyor. İmamoğlu'nun ifadeleriyle, Türkiye çok büyük bir tehlikenin eşiğinde duruyor; seçimlerin ve verilen oyların anlamının kalmayacağı bir yola doğru ilerliyoruz. Bu tehlike, demokrasinin temel taşlarını sarsabilecek nitelikte ve milletin oy verme hakkını doğrudan tehdit ediyor. Geçmişte yaşanan siyasi krizler, örneğin yerel seçimlerdeki tartışmalı süreçler ve mahkeme kararları, bu tehlikenin köklerini oluşturuyor; hatırlarsanız, 2019 İstanbul seçimlerindeki tekrar oy kullanma kararı gibi olaylar, halkın iradesine gölge düşürmüştü. Şimdi, 2025'e geldiğimizde, bu sorunlar daha da derinleşmiş görünüyor, zira İmamoğlu'nun kendisi Silivri Cezaevi'nde tutuluyor ve bu durum, muhalif seslerin susturulması olarak yorumlanıyor.

Ankara Tandoğan Meydanı CHPnin Kitlesel Mitinginde Vesayete ve Kayyuma Karşı Tarihi Direniş
Ankara Tandoğan Meydanı CHPnin Kitlesel Mitinginde Vesayete ve Kayyuma Karşı Tarihi Direniş
İçeriği Görüntüle

İmamoğlu'nun çağrısı, Çarşamba günü Kadıköy İskele Meydanı'nda düzenlenen 'Millet İradesine Sahip Çıkıyor' mitingine gönderdiği mektupla başladı. Bu miting, binlerce katılımcıyla demokrasi yanlılarının bir araya geldiği bir platformdu ve İmamoğlu'nun mektubu, orada yankılandı. Ardından, bugün sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, bu çağrıyı genişleterek detaylandırdı. "Demokrasiyi, milletin oy verme hakkını ve hukukunu korumak zorundayız," diyen İmamoğlu, fikirlerin, hayallerin ve mücadele yöntemlerinin farklı olabileceğini kabul ediyor. Ancak, demokrasiye sahip çıkmak ve milletin oylarına halel gelmemesini sağlamak, hepimizin ortak görevi olarak vurgulanıyor. Bu sözler, geçmişteki demokrasi mücadelelerini hatırlatıyor; örneğin Gezi Parkı olayları gibi halk hareketleri, benzer bir birliktelik ruhuyla başlamıştı ve sonuçları ülkeyi derinden etkilemişti. Şimdiki durumda, İmamoğlu'nun tutukluluğu, bu çağrıyı daha da acil kılıyor, çünkü bu, sadece bireysel bir dava değil, sistematik bir baskı mekanizmasının parçası gibi görünüyor.

Çağrının odak noktalarından biri, siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına (STK'lara), iş dünyasına, işçilere ve işveren örgütlerine düşen büyük sorumluluk. İmamoğlu, bu kesimleri, seçim güvenliği ve demokrasi adına hep birlikte çalışmaya davet ediyor. "Çok geç olmadan seçim güvenliği ve demokrasi adına hep birlikte çalışmak zorundayız," diyerek zamanın daraldığını işaret ediyor. Bu çerçevede, platformun kurulması, farklı kesimlerin işbirliğiyle gerçekleşmeli; belki de sendikalar, üniversiteler ve medya kuruluşları gibi aktörler, bu oluşumun temel taşlarını oluşturacak. Geçmişte, 2000'lerin başındaki AB uyum sürecinde benzer platformlar kurulmuş ve demokrasi adına ilerlemeler kaydedilmişti, ancak son yıllarda geriye dönüşler yaşandı. Şimdi, bu çağrı ile bir geri dönüşüm mümkün olabilir mi? Gelecekte, eğer bu platform hayata geçerse, 2028 cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi kritik eşiklerde, oy güvenliği sağlanabilir ve halkın iradesi korunabilir, böylece Türkiye'nin demokratik yapısı güçlenir.

İmamoğlu'nun açıklamasının tam metni, bu tehlikenin ciddiyetini gözler önüne seriyor: "Türkiye çok büyük bir tehlikenin eşiğinde. Seçimlerin ve verilen oyların anlamının kalmayacağı bir yolda ilerliyoruz. Demokrasiyi, milletin oy verme hakkını ve hukukunu korumak zorundayız. Fikirlerimiz, hayallerimiz ve millet için mücadele etme yöntemlerimiz farklı olabilir. Ancak demokrasiye sahip çıkmak ve milletin oylarına halel gelmemesini sağlamak hepimizin ortak görevidir. Bu çerçevede siyasi partilere, STK’lara, iş, işçi ve işveren örgütlerine büyük sorumluluk düşüyor. Çok geç olmadan seçim güvenliği ve demokrasi adına hep birlikte çalışmak zorundayız. Demokrasiye, hukuka ve Türkiye’ye sahip çıkalım!" Bu sözler, Silivri'den yükselen bir çığlık gibi ve Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi hesabından paylaşıldı. Tutukluluğunun nedeni, çeşitli siyasi davalarla bağlantılı; örneğin geçmişteki ifadeleri nedeniyle açılan soruşturmalar, bu süreci tetiklemişti. 2025'te, yeni bir dava süreciyle karşı karşıya kalması, bu çağrıyı daha da anlamlı kılıyor, çünkü bu, sadece bir liderin mücadelesi değil, tüm muhalefetin geleceğini ilgilendiriyor.

Bu çağrı, Türkiye'nin demokrasi yolculuğunda bir kırılma noktası olabilir. Geçmişte, benzer uyarılar görmüştük; örneğin 2017 referandumu öncesi yaşanan tartışmalar, halkı ikiye bölmüştü ve sonuçları hala hissediliyor. İmamoğlu'nun sesi, bu zinciri kırmaya yönelik bir adım olarak yorumlanabilir. Eğer bu platform kurulur ve etkili olursa, gelecekte seçimler daha şeffaf hale gelebilir, uluslararası gözlemcilerin rolü artabilir ve halkın güveni yeniden tesis edilebilir. Ancak, eğer kulak asılmazsa, tehlike büyür ve demokrasinin erozyonu hızlanır. Bu yüzden, her kesimden insanın bu çağrıya kulak vermesi, ülkenin yarınlarını belirleyecek. İmamoğlu'nun tutuklu hali, bu mücadelenin ne kadar zorlu olduğunu gösteriyor, ama aynı zamanda direnişin simgesi haline geliyor.

Sonuç olarak, bu çağrı sadece bir açıklama değil, bir hareketin tohumu. Türkiye'nin dört bir yanından yükselen sesler, bu platform etrafında birleşirse, tarih değişebilir. Demokrasi, hukuk ve özgürlükler için atılan her adım, geleceğin aydınlık olmasını sağlayacak. İmamoğlu'nun sözleri, milyonları motive edecek nitelikte ve bu süreç, belki de yeni bir dönemin habercisi.