Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’la Beyaz Saray'da gerçekleştirdiği kritik görüşmenin ardından Türkiye’nin yerli ve milli savunma sanayisi büyük bir sınavdan geçiyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, New York’ta yaptığı açıklamada Türkiye’nin 5. nesil yerli muharip uçağı KAAN'ın motor lisanslarının ABD tarafından onaylanmadığını ve bu yüzden üretiminin durdurulduğunu duyurarak, yıllardır süren CAATSA yaptırımlarının savunma projelerini derinden etkilediğine işaret etti. Fidan, ABD Kongresi’nin motor tedarik lisanslarını beklettiğini, ancak bu izin olmadan KAAN üretiminin mümkün olamayacağını vurguladı.
Türkiye'nin Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ) öncülüğünde yürüttüğü KAAN projesi, milli gurur ve stratejik bağımsızlık konusunda önemli bir mihenk taşı olarak gösteriliyor. Ancak Haziran ayında Endonezya ile imzalanan 48 uçaklık satış anlaşması da bu kriz nedeniyle tehlikeye girmiş durumda. KAAN’ın motor sorunu, uluslararası satışı ve teslimat sürecinin aksamasına yol açarak, sadece bir teknoloji engeli değil diplomatik gerilimi de beraberinde getiriyor.
Fidan’ın açıklamaları, AK Parti ve Beştepe’de büyük rahatsızlık yaratırken, proje üzerindeki siyasi çekişmeleri de gün yüzüne çıkardı. Savunma Sanayi Başkanı Haluk Görgün, “teslimatta gecikme yok” diyerek durumu yumuşatma çabası gösterse de, Fidan’ın “Amerikan motorları gelmiyor, lisans bekleniyor” sözleri partide “Hakan Fidan Krizi” olarak nitelendirilen derin bir gerilime dönüştü. AK Parti içinde Erdoğan sonrası dönemin liderliği için rekabet kızışırken, Hakan Fidan’ın ABD ile ilişkilerdeki bu sert duruşu iktidar içi dengeleri sarsıyor.
Türkiye’de yaşanan bu kriz, dış politikadaki kırılganlığı ve savunma bağımsızlığının önemini bir kez daha hatırlatıyor. 2019’dan beri devam eden CAATSA yaptırımları, iki NATO müttefiki ülkenin birbirinden teknolojik alımlarını engelleyen sistematik bir sorun olarak tanımlanıyor ve bu da Türkiye'nin dışa bağımlılığını artırıyor. Fidan, bu durumun Türkiye’yi uluslararası alanda yeni arayışlara iteceğini belirtiyor.
Ekonomik boyutta ise halkın gündemi çok daha zorlayıcı gelişmeler içeriyor. Türkiye’de temel gıdaların başında gelen ekmek lüks haline gelirken, ABD'de 215 dolar olan bir ton buğday, Türkiye'de 320 dolara yükseldi. Bu dramatik fiyat artışı, ülkenin tarımsal üretim kapasitesinin düşmesine ve ekonomik adaletsizliğin derinleşmesine işaret ediyor. Kırmızı et gibi temel ihtiyaç maddeleri daha önce lüks kategorisine girerken, şimdi ekmek bile halkın erişiminde zorlaştırıcı bir faktör halini aldı. Gelir dağılımındaki bozukluk, en zengin yüzde 10’un servet payının artmasıyla birleşerek toplumdaki kutuplaşmayı artırıyor.
Siyasi alanda ise medyanın ve basın özgürlüğünün çalkantılı durumu dikkat çekiyor. Erdoğan'ın ABD dönüşü uçakta gazetecilere önceden soru listesi verilmesi ve iletişim başkanlığının soru filtresine müdahalesi büyük tartışmalara yol açtı. Bu durum, yandaş ve muhalif medya arasında sert çatışmalara ve eleştirilere neden oluyor. Ayrıca Ciner Holding ve Can Holding gibi medya kuruluşları üzerindeki operasyonların yoğunlaşması medyada sistematik bir çöküş korkusunu körüklüyor.
Çevre Bakanlığı’nın 81 ilde başlattığı 500.000 sosyal konut projesi ise ekonomik kriz ortamında tartışmalara sebep oluyor. Üç çocuklu ailelere öncelik tanıyan proje, ülkedeki barınma krizine kalıcı çözüm sunmaktan uzak görülüyor. Kiraların sürekli artması, enflasyonun düşmemesi ve ekonomik istikrarsızlık halkın yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor.
Türkiye şu anda, hem dış politikada ABD ile sorunlu bir dönemeçten geçiyor, hem de iç siyasette AK Parti’de güç dengelerinin yeniden yapılandığı bir süreç yaşıyor. KAAN projesindeki motor krizinin Türkiye’nin savunma sanayisinde dışa bağımlılığını bir kez daha gözler önüne sermesi, ülkenin stratejik tercihlerinde köklü değişikliklere ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor. Erdoğan sonrası dönemde artan siyasi rekabet, ekonomik zorluklar ve medya üzerindeki baskılar Türkiye’nin geleceğini derinden etkileyen karmaşık bir tabloyu beraberinde getiriyor. Bu karmaşık süreçte Türkiye’nin hem iç politikada hem de uluslararası ilişkilerde yeni dengeler ve çözümler araması kaçınılmaz görünüyor.